Gülşen Demirkol Özer

Yazarın Tüm Yazıları >

Ağrı Zaafı

Şubat 2011A+A-

ECE NUR’a ve onun şahsında aynı zulmü yaşayan çocuklarımıza…

Biliyorum, bu sefer yenileceğim. Kalbim sıkışıyor, ayaklarımın bağı çözülüyor. Besbelli yenileceğim. Bu yüzden bir şeyler söyleyin bana, sahabeden altın tablolar. Birazdan gelecekler ve yine sınayacaklar beni. İtiraf ediyorum ki korkuyorum. Hayır, çok korkuyorum. Biliyorum, bu kez başka. Bir yaşam veriyorlar bana. Alışveriş merkezlerinden haklar, kredi kartları, her ay hesabıma para,  tatil fırsatları... Bana yaldızlı bir gelecek vaat ediyorlar. Çağdaş, modern, meslek sahibi bir kadın olma fırsatı… Kınanmama suçlanmama, rencide edilmeme fırsatı…  Saçlarımı yolup kurtulmak istiyorum.

Ayak bileklerim titriyor. Duvarıma astığım posterdeki, elini yumruk yapıp sallayan dirençli Müslümanlar, bana doğru uzatın elinizi! Düşüyorum. Besbelli siz kararlısınız. Gözlerinizden belli. Birazdan keseceğim başörtümü. Beden sınırlarımı aşan kırgınlıkları, küçücük bedenine nasıl sığdırır? Ece Nur adında küçücük bir kız diye titriyorum. Öyle çok titriyorum ki, gerçeklik algım gidiyor. Miraca yükselir gibi bir kız yükseliyor yerden. Gelip karşımda duruyor. Sen misin diyorum, gazetelerden okuduğum beni perişan eden çocuk. Derin bakışları. İçli. Hiçbir şey söylemiyor. Sesini kullanmıyor. Bakıyor gözlerime. Başka mucizevî bir dille konuşuyor.

Küçüğüm ben inanın, çok küçük. Bir hayat vaat ediyorlar. Annemin, babamın yaşadığı sükûn dolu hayattan başka bir hayat. Ayrı bir sınıfa koydular şimdi beni. Oyun oynayamıyorum diğerleriyle bahçede. Vebalı mıyım, neyim! Aklım birazını alıyor, birazını ‘yok almıyor.’ Babamı çağırın, beni uyutmadan önce anlattığı Kur’an kıssalarını anlatsın. Tutunmalıyım. Yusuf’a, Nuh’a, Lut’a, Salih’e ve kalbimin en kocamanı Muhammed’e. Ebu Cehil’in attığı dikenlere nasıl tahammül ettiğini hayal etmeliyim. Babamın anlatırken alçalıp yükselen sesini yakalayabilsem, kurtulacağım bu tuzaktan. Anlatırken titreyen, sessizce dökülen gözyaşlarına uzatıverebilsem elimi. Yusuf’un kurtulduğu gibi çıkacağım bu kuyudan. Ebu Leheb’in  ellerinin nasıl kuruduğunu anlatan fırtınalı ses dolanıyor kulaklarımda. Bir umut doğuyor içime.

Elleri kurusun! Kurusun deyin lütfen, kurusun da beni unutsunlar. Bana uzanmasınlar.

Küçük kız küçük kız

Söyle bize nerdeydin

Dün sabah bekledik

Oynamaya gelmedin

Dün sabah bekledik

Hiç görünmedin.

Kapımın önündeler. Koro halinde söylüyorlar bu şarkıyı. Cevabı biliyordum oysa. Ama bir türlü dönmüyor dilim. Bir sınıftayım. Provokatördeyim. Provokatör bir yer adı mı? Babama sordum söylemedi.

Gazetecilerleyim. Hayır, reklamlara ya da dizilere çıkarılan çocuk oyuncu değilim. Evet, tanıyorlar beni de. Yolda görenler durup bir şeyler söylüyor sürekli. Yazık, diyorlar yazık bu çocuğa. Tüm gücümü toplamalı, kapıdaki koroya cevap vermeliyim, yoksa beni asla rahat bırakmayacaklar.

Sormayın halimi ah neler oldu

Yüreğim sıkıştı gözlerim doldu

Başıma gelenler ah bilseniz

Çok üzüntü duyar ağlardınız siz

Bu kadar yeter mi? Hadi gidin artık. Babama “Takiyye yapın!” diyor büyük amcalar. Allah’ım şimdi takiyye mi yapıyorum? Daha söylemeyi yeni başardığım bu kelimenin iyi bir şey olmadığını anlıyorum babamın bakışlarından. Ama ne söyleyeyim onlara? Okulumun kapısında beni karşılayan gazeteci-polis-okul idaresini mi? Ne söyleyeyim bir başına, bir sınıfta oturtulduğumu mu? Babamın çaresizliğini mi? Bana bakıp içi eriyen annemin gözlerini mi? Ne söyleyeyim? Babalarının akşamları izlediği haber bülteni miyim ben? Affedin beni, onlara şarkının devamını söylemek zorundayım. Bakın susmuyorlar.

Vahhh vahhh seni çok solgun gördük

Vahhh vahhh gerçekten çok üzüldük

Böyle harap etme kendini

Haydi, söyle bize derdini

Pencereden bakıyorum onlara. Yüzleri ışıl ışıl. Saçları düzgün taranmış. Elbiseleri vitrinlerdeki çocuk mankenler gibi. Tam da benim olmamı istedikleri gibi. Gitsinler istiyorum dünyamdan. Gözlerimi kapatmak ve çocukları çok seven Peygamberimin dünyasına koşmak istiyorum bir an önce. Gönlüm orada huzurlu. Beni yaratan Rabbime yakın. Gül kokulu bir dünya. Bu yüzden şarkının devamını, herkesin bildiği gibi söylemek zorundayım. Nasıl olsa başka ne desem ikna olmazlar.

Dinleyin çocuklar

Bebeğim var ya

Hani uzanınca gözünü kapar ya

Hani oturunca açar yeniden

Dün sabah oynarken düştü elimden

KIRILDI.

Hayır, durun gitmeyin, gerçek bu değil. Kırıldı evet KALBİM!

Ece Nur’un son cümlesi flulaşıyor. Görüntü kayboluyor. Şarkının ritmi bozuluyor. Küçük bedeni bir kelime, bir duruş ile direniyor. Utanıyorum. Ona daha iyi bir dünya kuramamaktan. Kaldırmadığımız acıları onun omuzlarına koymaktan.

Kan ter içinde uyanıyorum. Ece Nur yok.

Ağlayamıyorum. Ağrı zaafına* uğradım. Acıyı ta ciğerimde hissediyorum ama tepki yok. Tam da aynı acılar. Küçük yüreğinin hangi köşesine sığıyor bunlar küçüğüm? Yıllardır koyulaşa koyulaşa katran olmuş yaralarımız, sana bir anda boca edilmiş. Aynı acı ayrı kaplarda. Kime kızmalı, ne yapmalı? Acıyor kalbimiz. Tozu dumana karıştıran laf kalabalıklarından, tartışmalardan anlıyorum ki sadece ben değil, besbelli, ümmet ağrı zaafına uğramış.

 

* Ağrı Zaafı: Tıp literatürüne ait bir kelimedir. Doğum eylemi başladığı halde bebeğin dışarı çıkabilmesi için gerekli vücut tepkisinin verilememesidir. Ağrı zaafı durumunda doğum uzayacağından anne ve bebek için tehlike söz konusudur. Acı hissedilir. Doğum korkusunun yenilmesi sağlanmalıdır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR