1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Nuray Mert…
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Nuray Mert…

07 Ocak 2010 Perşembe 00:23A+A-

‘Soyadıyla müsemma’ derim; ismi her geçtiğinde...

Onu 28 Şubat günlerindeki cesur çıkışlarıyla tanıyoruz. Tank paletleri, hayatlarımızın üzerinden geçerken... Gece gündüz, sebepli sebepsiz ev aramaları, sokakta, otobüste, uçakta gözaltılar, tehdit telefonları, tehdit mektupları, büro baskınları ile okulların, mahallelerin panzerlerle barikatlarla hücuma uğradığı o günler... Karanlık bir koridor... Tüm ülkeyi İkna Odası’na hapseden gri bir faşizm... Yer metal, gök metal... Başımızı ne yana çevirsek bir madalya, bir apolet, tank, tüfek, jop. 28 Şubat’ın karanlık günlerinden yükselen bir itiraz sesiydi Nuray Mert...

Onu başörtülü kızların okullara alınmadığı, başörtülü annelerin anasınıfına giden çocuklarını almak üzere gittikleri okul bahçelerinin yakınına bile sokulmadığı günlerden, yaşlı teyzelerin tülbentleri gerekçe gösterilerek diyaliz makinesine sokulmadığı devlet hastanesi kapılarında ölüme terk ediliş günlerinden tanıyoruz... O zorlu günlerin hakperest tanığıdır Nuray Mert... Herkesin endişeyle birbirinden korktuğu o jurnal günlerinin karanlığında hukuk dışı olayların üzerine giden, demokrasi ve insan haklarından bahseden bir kalem, sestir Nuray Mert’tir...

Onu, Amerika’nın insanlık dışı bir şekilde 1 buçuk milyon insanı vahşice öldürerek neticelenen Irak işgaline karşı çıkarken de hatırlıyorsunuz... Nerdeyse tüm aydınların dili tutuk bir şekilde sustuğu ya da işgali onayladığı o günlerde; hak, hukuk, vicdan çağrısını dillendiren nadir kalemlerden birisiydi Nuray Mert... Kurucularından olduğu Doğu Konferansı ile hem iç siyaset liderlerinin hem de Ortadoğu siyasetçilerini görüş ve aksiyon kabiliyetiyle harekete geçirebilmiş akademisyenlerden birisi... Nadirdir bu durum. Niçin nadir? Zira akademi ile hayatın arasında ses geçirmez bir unutkanlıklar vadisi uzanır. Akademik çalışmalar, kampus hayatının gerilimsiz, hijyenik yapısı, birbirine benzeyen insanlarla oluşan bir tür rüya alemi, gerçek hayat dediğimiz şeyle çoğu kez uyuşmaz. Akademisyenlere has fikir dünyası, bir anlamıyla sanal, tuzu kuru, elleri taş altına sokmaktan azade, parmak uçlarında pamuklar sarılı bir yaşam standardı sunar... Ama Nuray Mert, o akademi rüyasını, dünya gerçekliğiyle bağdaştırabilmiş, kalem tutan ellerini taş altına, ateş böğrüne koymayı denemiş bir düşünce insanıdır... Onun fikir ve aksiyonu birleştirme gücü, hepimize örnektir...

Her konuda aynı fikirde olmamız gerekmiyor birbirimizi dinlemek için. Hatta dinlemek, zaten ezberlenmiş repliklerin karşılıklı ekosundan ibaret de değildir. Dinlemek için tek ses değil, en az iki kişi ve iki ayrı ses gerekir... İşitmek, işitebilmek, insani ve vicdani ayrımımız olarak, bizi diğer canlılardan ayırır. Ve işitmek, görmekten daha fazla cesaret ister. Gözün kapağı vardır, kulağınsa yok... Allah bizim işitmemizi, vicdanımızı sese ve seslere açmamızı murad ettiği içindir ki der sufiler; kulağı kapaksız kılmıştır...

Ne diyor Nuray Mert? Nuray Mert’in sesine kulak vermem için, onun şimdiye kadar demokrasi ve insan hakları konusunda gösterdiği hayati performans elbette önemli bir deneyimdir hepimiz için. “Türkiye Tek Parti Rejimine Koşuyor” üst başlığı ile verilen yazısında ve mülakatlarında neden bahsediyor? Öyle bir psikoloji içine hapsolduk ki, neredeyse soru soran herkesi Akparti karşıtı ya da Ergenekon taraftarı olarak görmeye başladık. Nuray Mert, açılımın bir toplumsal barış temennisi olmasını eleştirmiyor. Açılımın maalesef iyi yönetilemediğini, toplumsal barış yerine siviller ve kurumlar arası daha sert ve sekter bir ayrışmayı getirdiğini söylüyor. Eleştirdiği “anaların gözyaşı dursun, barış gelsin” kısmı değil, buna amin demeyecek insan yok aramızda... Bir siyaset teorisyeni olarak, bu temenniden bir siyaset üretmeye giden yolun nasıl çıkarılabileceğine dair zihin yoruyor Nuray Mert... Ve dün hukuk arayan kişilerin, bugün empatik çoğalmaların da kazandıracağı müspet cihetlerle, hukuk vicdanı dediğimiz şeye daha yatkın kabiliyette olmalarını bekliyor...

Birini dinlemek için her konuda aynı fikri paylaşmanız gerekmiyor... Nuray Mert’in katıldığınız fikirleri olduğu kadar katılmadığınız fikirleri de olabilir. Ama onun ortaya koyduğu şu “kibir” meselesi bile tek başına düşündürücü değil mi? Ben siyaset teorisyeni değilim ama bir Müslüman olarak, “kibir” eleştirisi beni ciddiyetle enterese eder, kendimi yoklarım, önemserim bu hissiyatı, niçin böyle bir izlenim vermişim diye durup bakarım kendime, futbol takımı taraftarlığına heba edemem kibir üzerinden dile getirilmiş tenkidi... Kibir, salt irrite edici bir davranış biçimi değildir zira. Kibir, itikadi anlamda ciddi bir bozulma ve hüküm sahibi olma konusunda iştirak iddiası gibi anlamları taşır ki, her Müslüman, kibir bahsinden korkar, endişe duyar, vicdanı sızlar... Bir kıyıya çekilip, birkaç saatliğine de olsa bakalım kendimize, kibir konusunda bir tefekkür edelim, kendimizi sorgulayalım derim...

Kozmik Oda’yı soruşturan yargıç ve savcıya gönderilmiş kurşunları alkışlamak değildir bu... O kurşunların faşizan alfabesini sökmek, darağacında sallandırılan Başbakan ve Bakanların acılı hatırasını kuran güçle yüzleşmekle çok ilintili elbette... Hatta imparatorluktan cumhuriyete geçerken bile özenle tevarüs edilmiş ihtilalci fikriyatın, halen anayasal kurucu güç olduğu gerçeği ile burun buruna olmak... Ve tüm bu kaderimiz gibi duran derin bilgiden, yeni bir çıkış yolu bulmak, elbette kolay değil... Salt barış temennileriyle olmayacağı gibi, oh olsuncu bir holiganlıkla da geçilemeyecek kadar sağduyu, sabır ve aklıselim gerektiren bir darboğazdayız... Nuray Mert, kurumlararası sert ayrışmadan bahsetmiş. Bense siviller arasındaki giderek sertleşen ayrışmadan çok tedirginim...

Bunu, darbeci ve yasakçı zihniyet tarafından hayatı burnundan getirilmiş, mesleği, ekmeği elinden alınmış; bir generalle değil tam 312’siyle başı belada bir edebiyatçı olarak yazıyorum...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT