1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. ‘Muhammedi Sünnet’in Değeri ve Hadis Kültürü’
‘Muhammedi Sünnet’in Değeri ve Hadis Kültürü’

‘Muhammedi Sünnet’in Değeri ve Hadis Kültürü’

Bartın Özgür-Der’de bu hafta ‘Sırat-ı Müstakim’e Yöneliş’ üst başlıklı usul derslerine devam edildi. ‘Muhammedi Sünnet’in Değeri ve Hadis Kültürü’ alt başlıklı konuyu Oktay Altın anlattı.

09 Aralık 2014 Salı 19:22A+A-

Oktay Altın’ın konuyla ilgili ifade ettikleri özetle şunlardı.

 Hz.Muhammed’in dindeki konumunu ele alarak konuya başlamalıyız. Hz. Peygamber kimdir ve neden peygamberlere ihtiyaç duyulmuştur? Aslında konunun başlangıç noktası burası. Allah insanlara insanların konuştuğu dilde ve kendileri gibi insanlarla vahyini iletiyor. Bu nedenle peygamberler Allah ile kulları arasında en önemli bağlantı noktasıdır. Peygamberin konumu Kur’an’da yaklaşık otuz kadar yerde “Allah’a ve Rasülü’ne itaat edin” diye geçmektedir. Diğer önemli nokta ise ‘Allah’ın Rasülü’ bizim için Rabbimizin tabiriyle “Usvet-ul Hasene” dir. Yani içinde yaşadıkları topluma onlar gibi yaşayan ve ölümlü bir kuldan-insandan örnek seçmiştir. Peygamberin toplum içerisindeki  konumuyla bunu idrak ediyoruz. Topluluğa  girildiğinde kimin peygamber olduğunun anlaşılamayacağı, insanlarla iç içe, sonradan içeriye girdiği zaman boş bulduğu yere oturan onlarla  aynı seviyede bir peygamber görüyoruz. Kendisinden çekinen birisine “  Neden korkuyorsun ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum”  diyen bir elçi. Yani kendisini kral gibi toplumun üstünde gören biri değil.

Peygamberimiz kendisi ortaya bir fikir attığında sahabe “ Ey Allah’ın Rasülü bu Allah’ın vahyi midir yoksa sizin görüşünüz müdür?” diye soruyorlar. Eğer bu vahiy ise itaat ediyorlar fakat kendi görüşü ise buna görüş bildiriyor farklı seçeneklerin olabileceğini hatırlatıyorlar. Yahut kendisi razı olmadığı konularda meşveret gereği sahabenin isteğini yapan bir rasul.

Bizler için peygamberimizin sözleri ne anlam ifade ediyor? Hepimiz günlük hayatta bir şeyler söylüyor, konuşuyoruz. Peygamberliğin en önemli görevlerinden biri de “Beyanı duyurmak”tır. Onu ulaştırıp tefsir etme kapalılıkları ortadan kaldırmak da yine Rasül aracılığı ile olmuştur. Sahabedeki algılama kapasitesi farklılıklarından kaynaklanan sorunlar olduğunda  Allah Rasülü o ayetin hikmetini neyi kastettiğini insanlara açıklıyordu. Vahyin gelmediği mevzularda Kur’an’ı en iyi anlayan ve onu en iyi pratize eden de elçi olarak kanaatini belirtiyordu. Bu kanaatler şa’ri olarak değil (Mutlak Şa’ri Allah’tır), işleri düzenleme anlamında Kur’an’a uygun şekilde yasaklar koyuyor bazı sınırlamalar getiriyordu. Yine Kur’an’da ki gaybi konularla ilgili onları insanların anlamaları için  anlayabilecekleri izahlarda bulunduğu da vakiydi.

Kur’an’da Allah’ın elçisine itaat edin emri Allah Rasülü yaşıyorken hiçbir sorun çıkarmıyordu. Çünkü fiiliyatta din bahislerinde herkes ona ve onun nihai kararlarına itaat ediyordu. Dünyevi işlerde sahabe görüş bildiriyor, kafasına yatmadığında itiraz ediyordu. Hurma aşılama olayı bunun en somut örneklerindendir. Allah Rasülü’nün  vefatıyla problemler ortaya çıkmaya başladı. Onun (s) vefatının ardından birçok nakiller kaldı. Biz bunlara “hadis” diyoruz. Kelime anlamı olarak “sonradan olan” demektir. Genel olarak Hz. Peygamberin sözleridir fakat Ehl-i Hadis ekolü bunun içine peygamberin fiillerini de katmıştır. Rasulullah (s)’ın vefatından sonra hayatın devam etmesi ve Kur’an ayetlerinin sınırlı olması insanlarda ister istemez “Hz Peygamber bu konuda ne söyledi?” sorusu gündeme geliyor. Çünkü  peygamberin uygulamaları Müslümanlar için belirleyici bir etkendir. Misal olarak  Muaz (r) Yemen’e vali olarak gönderilirken insanları nasıl yöneteceksin diye sorduklarında “ Kur’an’a bakacağım, orada yoksa Rasülullah’ın sözlerine orada da yoksa içtihat edeceğim” demiştir. İslam’ın çözüm metodu  budur. Durum böyle olunca “Hz. Peygamber ne demiştir” sorusu önem kazanıyor. Bu sebeple Rasulullah (s)’ın sözleri aktarılmaya başlanıyor. Burada şuna dikkat etmek gerekiyor. Birkaç rivayette peygamberimizin hadis yazmayı yasakladığı görülüyor ama bazı rivayetlerde kişiye özel hadis yazımına izin veriliyor. Usuli açıdan baktığımızda genel olarak yazılmasına karşı fakat özel olarak bazı kişilerin yazmasına müsaade ediyor. Peygamberin vefatından sonra sahabenin hadislere yaklaşımı nasıl diye bakacak olursak oldukça titiz davrandıklarını görüyoruz; başta Ömer (r) ve Ebu Bekir (r) olmak üzere. Onların sahabeden fazla rivayet edenleri bile azarladıkları olmuştur. Sahabeden az rivayet aktaranlara neden az hadis rivayet ettiklerini sorulduğunda Rasülullah’a yalan izafe etmekten çekindiklerini söyleyen onlarca sahabe vardır. Fakat yine aynı sahabenin içinde beşbin küsur civarına kadar hadis rivayet eden sahabeler de vardır. Demek ki sahabenin rivayetlere yaklaşımı homojen değil. Bazıları bu konuda çekimser davranırken bazıları ise oldukça rahat davranabiliyorlar.

Rasulullah’ın (s) vefatıyla başlayan rivayet aktarımları yaşanan ihtilaflarla beraber içerisine rivayet uydurmalarını da barındırmaya başlamıştır. Hadis uydurmaların ne zaman başladığı konusunda neredeyse bütün araştırmacılar sahabe döneminde başladığı konusunda hemfikir. Hicri 30-40’lı yıllarda başlanıldığı biliniyor.  Uydurmaların nedeni nedir diye sorduğumuzda mesela cehennemden sakındırma ve cenneti özendirme mantığı önemli yer tutmaktadır. İnsanlar Kur’an’ı okumaya teşvik edilmek isteniyor ve şu kadar Kur’an’ı okursanız cennete girersiniz türünden hadisler uyduruluyor. Diğer taraftan cehennemin korkunçluğu daha etkili olsun diye Peygamberimizin ağzından cehennemin korkunçluğu ile ilgili rivayetler aktarılıyor. Şunu yaparsanız şu kadar yanarsınız tarzında rivayetler uyduruluyor. Bunu anlayabiliyoruz çünkü insanlar hayra teşvik edilmek isteniyor şerden de sakındırılmak isteniyor bu sebeple peygamberimizin ağzından ödüller de cezalar da abartılıyor. Böyle bir amaç var. Diğer bir amaç fırkaların oluşmaya başlaması. Bazı gruplar kendi bulundukları metodu öven kendi grubunun özelliklerini öven bazı hadisler uydurmaya başlamışlardır. Hadis uydurulmasında bir diğer etken münafıkların nifak tohumları ekmek amacıyla uydurdukları rivayetler. Bir diğer neden ise beşeri zaaflardan ve yanlış anlamadan kaynaklanan rivayetler.  Bu noktada sahabenin adaleti konusu da önem kazanmaktadır. Sahabenin tamamı adil midir? Hepsi hatasız mıdır? Genellikle usul kitaplarına baktığımız zaman rical ilmi vardır. İnsanlar tek tek değerlendirilir hem ilmi açıdan hem dini yaşayış bakımından, hem de olayları kavrama bakımından değerlendirilir. Bu ilim tabiun döneminde,tebeü’t tabiin döneminde ve sonraki nesillerde uygulanmıştır. Kriterler belirlenmiş insanlar buna uyuyorsa hadisleri alınıyor uymuyorsa alınmıyor. Ama bu kriterler sahabeye uygulanmıyor. Bu yöntem İslam dünyasında çok ciddi bir tartışma konusudur. Bu kriterlerin sahabeye uygulanmamasını savunan çok ciddi bir kitle mevcut İslam dünyasında. Gerekçeleri ; sahabeyi Allah Rasulü eğitmiştir, Kur’an’ın nüzulüne şahitlik etmişlerdir, Kur’an’da övülmüşlerdir dolayısıyla kriterleri koyan sonraki nesillerin sahabeyi bu kriterlere göre değerlendirmesini makul ve İslami bulmuyorlar ve saygısızlık olarak görüyorlar. Peki vakıa bu mu olmalı? Bizce hayır, olmamalı çünkü;

1- Sahabe de insandı ve onların da algılama seviyeleri farklıydı. Nitekim inen ayetlerde basit konuları algılayamayan sahabeler vardı. Algılama seviyesi genele göre düşük olan bir sahabenin rivayetiyle  Ömer (r) ya da Ali (r) gibi sahabenin rivayeti aynı muteberlikte ve nitelikte görülebilir mi?

2-  Evet Kur’an’da sahabeler övülmüştür fakat sahabenin yerildiği ayetler yok mudur ? Mesela İfk hadisesinde Ayşe’nin (r) masumiyeti Allahu Teala tarafından kanıtlanıyor, peki bu iftirayı atanlar kimlerdi?  Bunlar sahabeydi. Bu anlamda o dönemde dinden dönen, yanlış yapan, cezai müeyyideyi hakeden sahabeler de vardı. Bu sebeble bizim Ehl-i sünnet kültürümüzdeki sahabe Allah tarafından seçilmiştir, Allah Rasülü tarafından eğitilmiştir dolayısı ile günahsızdır demek doğru olmasa gerek.

3- Sahabenin kendi içinde birbirlerini eleştirmeleri de söz konusudur. Mesela Hz. Ayşe’nin Ebu Hureyre’yi ve başka sahabeleri eleştirdiği, yada başka sahabelerin birbirlerini eleştirdiği suçladığı onlarca rivayet mevcut.  Şimdi sahabe birbirini eleştirirken yanlış yaptıklarını birbirlerine hatırlatırken sahabenin tamamının adil, günahsız ve hatasız kabul edilmesi açıkçası vakıaya ters düşmektedir. Nitekim onlar da bizler gibi insandır onlarda hata yapabilirler ve yapmışlardır da. Bu açıdan bütün sahabeyi adil kabul edip günahsız olduğunu idda ederek onlardan aktarılan her rivayeti doğru olduğunu söylemenin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Sahabe kimdir sorusu tam anlamıyla cevaplanmış değil. Önde gelen sahabeleri düşünün daha risaletin ilk yıllarından itibaren Rasulullah (s) ın vefatına kadar sürekli onun yanındalar. Bunlar sahabedir. Ama bizim klasik tanımımızda Müslüman olarak peygamberimizi bir defa bile görmüş olması sahabe olması için yeterlidir. Oysa Mekke döneminde Müslüman olanlar gibi o vahyin tertil okumaları ile gerçekleşen eğitiminden tam olarak geçmemiş sadece müslüman olmuş ve bir kere peygamberi görmüş olanlar mevcuttur. Bunların hepsi sahabe kabul ediliyor. Nitekim Ömer (r) hilafeti sırasında sahabeyi derecelendirmiş ve faziletlerine göre sıralamıştır. İslam tarihinde de Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olanların derecesi ondan önce zor zamanlarda Müslüman olanlarla aynı kabul edilmiyor.

Bir diğer husus rivayetlerin mana ile aktarılması. Bir sözün peygamberimizin ağzından çıktığı gibi aktarılması en güzelidir. Ama bu fiiliyatta mümkün değildir. Tedvin dönemi 200 lü yılları buluyor. Bu döneme kadar küçük risalelerde ya da sözlü olarak aktarılmıştır. Ayrıca harfiyen aktarılması mümkün değildir. Ama Kur’an böyle değildir kelimesi kelimesine aktarılmıştır çünkü sürekli namazlarda okunan bir metin. Mesela Ramazanlarda İslam dünyasının birçok yerinde hatimlerle namazlar kılınır yada her iki haftada bir Kur’an’ı bitiren hafızlarımız vardır. Ama hadisler bu şekilde tekrar edilmediği gün içinde devamlı karşılıklı okunmadığı için olduğu gibi aktarılması mümkün değildir. Hadislerin olduğu gibi aktarılması istense de bu mümkün olmamış ve hadislerin neredeyse tamamına yakını mana ile aktarılmıştır. Usulcüler şöyle bir şerh koyuyorlar; ne dediğini bilen, Arapçası iyi, kelimelerin anlamına hakim insanlar mana ile rivayet edebilirler ama dile çok hakim olmayan insanların harfiyen aktarması gerektiğini söylüyorlar. Çünkü hangi kelimenin ne manaya geldiğini bilmediği için eş anlamlılarını kullanmamalıdır diyorlar. Bu sebeple mana ile rivayetin tevciz edilmesi zamanla o kelimelerin anlamlarının büyük oranda değişmesine sebep olmuştur. Bunu farklı hadis kaynaklarında aynı hadislerin birkaç varyantının bulunmasından da anlayabiliriz. Topluluk içinde gerçekleştiği iddaa edilen rivayetlerin bile birbirinden farklı olduğunu görüyoruz. Böyle olunca ister istemez işin içine zan katılmış oluyor. Fakat buradan bütün rivayetleri reddedelim manası çıkmamalı. Bunu özellikle vurgulamak gerekiyor. Allah Rasülü’nün (s) ‘Usvet-ul Hasene’ olması dini pratize edip yaşanabilir olduğunu ilk kendisinin göstermesi bizim için çok önemlidir. Çünkü vahyi yaşamla buluşturan hayatın içerisine katan en güzel örnektir bizler için. İşte bunlar bize siyer yolu ile aktarılır.  Fakat bu noktada hadis ve sünnet ayrımını yapmamız gerekiyor. Hadis başta belirttiğimiz gibi söz iken sünnet ise teoriden çok pratik yaşayışı ifade etmektedir. Yani peygamberimizin içinde olduğu vakıaya ‘sünnet’ bunun aktarılmasına ‘hadis’ diyebiliriz. Bu açıdan sünnet İslam’ın yaşanmış, pratize edilmiş halidir, peygamberimizin yaşantısıdır ve ümmetine açtığı çığırdır. Vesselamu ala Rasulillah ve Ashabihi.

oktay_altin-20141208-02.jpg

HABERE YORUM KAT