1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Moğolları kim yendi?
Moğolları kim yendi?

Moğolları kim yendi?

Tarihte Memluk Sultanı Baybars’ın adı çok duyulur da, Sultan Kutuz’un hikâyesini bilene pek rastlanmaz. Hatta Moğolları ilk kez kesin mağlubiyete uğratıp İslam dünyasından atan kişi olarak bazen Kutuz yerine Baybars’ın gösterildiği bile olur.

06 Eylül 2020 Pazar 16:14A+A-

Dr. M. Mücahit Küçükyılmaz / STAR Gazetesi Açık Görüş

Kutuz, dedesi Alaaddin Muhammed'i kahrından öldüren ve amcası Celaleddin'i diyar diyar gezdiren Cengiz Han'ın torunu Hülagu Han'ın ordularını yok etmişti. Yani Sind nehrinde Moğol katliamından Hazreti Musa misali kurtulan küçük çocuk yine Hazreti Yusuf misali Mısır'a sultan olmuştu. Onun elinden hezimete uğrayan Moğollar bir daha bellerini doğrultamadılar.

Tarihte Memluk Sultanı Baybars’ın adı çok duyulur da, Sultan Kutuz’un hikâyesini bilene pek rastlanmaz. Hatta Moğolları ilk kez kesin mağlubiyete uğratıp İslam dünyasından atan kişi olarak bazen Kutuz yerine Baybars’ın gösterildiği bile olur. Oysa tam künyesi Melikü’l-Muzaffer Seyfeddin Kutuz Mahmud bin Memdud bin Harezmşah olan bu sultan, bir yıldan daha kısa süren hükümdarlığında, sadece İslam tarihinin bir kahramanı değil, dünya tarihinin de gizli öznelerinden biri olmayı başarmıştır. Onu bu denli önemli kılan, elbette 1260 yılında Ayn Calut muharebesinde Hülagu’nun komutanı Ketboğa’yı öldürüp ordularını dağıtmasıdır; ancak hanedan mensupluğundan köleliğe düşmesi, oradan sultanlığa yükselmesi ve Moğolları tarihte ilk kez hezimete uğrattıktan sonra suikastla öldürülmesi onun inişli çıkışlı hayatını müthiş bir dram, hatta trajediye dönüştürmüştür. Doğumundan itibaren kendi makûs talihi ile İslam dünyasınınki benzer bir seyir izlemiş, nihayetinde lakabı “Melik’ül-Muzaffer Seyfeddin”de olduğu gibi, muzaffer bir melik olarak hayatını noktalamış ve kıyamete kadar “dinin kılıcı” olarak anılmaya lâyık olmuştur.

Hazin akıbet

Celaleddin Harezmşah, babası Alaaddin Muhammed’in Cengiz Han’a karşı hem ailesini, hem ordusunu, hem de ülkesini kaybedip Hazar denizinde bir adada ıstırap içinde gözlerini hayata yummasından sonra, Harezmşah Devletini bir süre toparlamaya çalıştı. Bu sırada yeni bir ordu kurarken Abbasi halifesinden, Eyyubi Meliki Eşref’ten ve Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alaaddin Keykubat’tan yardım istediyse de, herhangi bir destek göremedi. Zira bu hükümdarlar, hem Moğolların Anadolu ve Ortadoğu topraklarına kadar uzanamayacağını düşünüyor, hem de durup dururken Cengiz Han gibi Çin’i ele geçirmiş ve devrin en kudretli devleti olan Harezmşahları birkaç yıl içinde tarih sahnesinden silmiş bir düşmanın hışmını üstlerine çekmek istemiyorlardı. Üstelik Moğollara karşı savaşması için Celaleddin’e verecekleri her destek onu güçlendirecek ve belki de Cengiz’den daha yakın ve büyük bir tehlikeye dönüştürecekti. Ancak korkunun ecele faydası olmayacak; Anadolu Selçuklu Devleti 1243’te Kösedağ savaşıyla dağılırken, Abbasi halifeliği de 1258’de yıkılacaktı. Ne var ki, bu ecel, korktukları Celaleddin’in elinden değil, onun hasmı Moğolların elinden olacaktı.

Sind’e düşen çocuk

Bu hayal kırıklığı ile sarsılan Celaleddin, Herat’a çekildikten sonra, Türkmenlerden kurduğu yeni ordusuyla bugünkü Afganistan topraklarında sarp coğrafyanın da yardımıyla Moğolları peş peşe mağlup etmeyi başardı. Hatta 1221’de Kabil yakınlarında gerçekleşen Pervan savaşında Harezmşahlar kesin bir zafer kazanınca, bu haber İslam dünyasında Moğolların yenilmez olduğu efsanesini bitiren bir müjde olarak dalga dalga yayıldı. Pervan mağlubiyeti sonrası korkunç bir öfkeye kapılan Cengiz Han, “Savaşı hangi mevkide istersin, sen seç!” diye tehdit gönderince, gözü pekliğiyle meşhur Celaleddin onu Gazne’de beklemeye başladı. Ne var ki, kum gibi akan ve bizzat Cengiz Han’ın “intikam ordusu” adını verdiği Moğol ordularının önünde dayanması mümkün değildi. Ailesini de yanına alarak ordusuyla beraber annesi Ayçiçek Hatun’un memleketi olan Hindistan’a yöneldi; orada daha fazla destek kuvveti toplayabileceğini hesap ediyordu. Moğollar gelmeden önce İndus (Sind) nehrinin karşı kıyısına geçip orada bir tahkimat oluşturmaya karar verdi. Fakat çok geçmeden Cengiz’in öncü birlikleri yetişti ve iki ordu 24 Kasım 1221 günü nehir kıyısında şiddetli bir savaşa tutuştu. Aslında savaştan ziyade tek taraflı bir katliamdı bu; Celaleddin’in hiç şansı yoktu, zira önünde giderek biriken acımasız bir düşman, arkasında ise coşkun bir nehir vardı.

Köle pazarındaki sultan

Bu hengâmede Celaleddin, ailesinden bazı kadınların da arzusuyla çok zor bir karar verdi; aralarında annesi ve zevcesinin de bulunduğu Harezmşah hanedanının eli silah tutmayan kadın ve çocuklarını Sind nehrine atarak bizzat kendi askerlerine boğdurttu. Çünkü Moğollar, ele geçirdiği kadınları kirletiyor, çocukları da başlarını koparmak suretiyle öldürüyorlardı. İşte kaderin bir cilvesi, bu trajedinin ortasından kurtulan 4-5 yaşlarındaki bir çocuk, Celaleddin Harezmşah’ın kız kardeşi Cihan Hatun ile amcazadesi Emir Memdud’un oğlu Mahmud’dan başkası değildi ve ileride dayısının yarım bıraktığı işi tamamlamak ona nasip olacaktı. Celaleddin’in Hint asıllı kölesi Selâme tarafından boğulmaktan kurtarılıp bir katır sırtında mağaralardan köylere, dağlardan ovalara köşe bucak Moğollardan kaçırılan bu çocuk için pek az insana rast gelecek maceralı hayat serüveni böylece başlamış oldu. Çeşitli kaynaklarda küçük nüanslarla değişiklik gösteren rivayetlere göre, Köle Selâme ile birlikte Hint köylerinde saklanan, Moğolların izini bulmasıyla sürekli yer değiştiren küçük Mahmud, bu şekilde İran topraklarından Irak-ı Acem’e ulaştı. Kuzey Irak’ın dağlarında önce haydutların eline esir düştü, ardından bir köle tüccarına satılarak Halep’e getirildi.

Halep pazarında İbn’üz-Zâim adlı bir zengin tarafından beğenilip satın alınan Mahmud’un, yaşıtı olan Kıpçak köle Baybars ile tanışıklığı muhtemelen İbn’üz-Zâim’in hizmetinde beraber bulundukları yıllara uzanır. Şam’da büyüyüp zekâ ve yetenekleriyle dikkat çeken bu iki yakın arkadaşın yolları daha sonra farklı efendilere satılmalarıyla geçici olarak ayrıldı: Mahmud, Emir İzzeddin Aybek’in; Baybars ise Emir Aktay’ın hizmetine girdi.

Ahlat’ta dönen kader

Öte yandan önce babasını kaybeden, sonra hanımı ve annesi ile hanedandan kadın ve çocukları Moğolların eline geçmesinler diye Sind nehrinde boğduran, oğlu Şehzade Bedreddin Moğollar tarafından başı kesilerek vahşice öldürülen Celaleddin, henüz otuz yaşına gelmemiş iken doğal olarak ruhen sarsılmıştı. Öfke ve hırsına mağlup oldu, daha evvel destek çağrısını reddeden Abbasilere, Eyyubilere ve Anadolu Selçuklularına karşı yağma saldırıları başlattı. Ahlat’ta yağma ve katliam gerçekleştirdikten sonra, Erzincan yakınlarındaki Yassıçemen’de üzerine gelen birleşik Eyyubi-Selçuklu ordusu karşısında 10 Ağustos 1230’da ağır bir mağlubiyet aldı. Sonrasında Diyarbakır dağlarında eşkıyalar tarafından göğsünden hançerlenerek öldürüldü.

Bu sırada Celaleddin’in hazin akıbeti ile eşzamanlı olarak yeğeni Mahmud’un yıldızı parlıyordu. Şam’da kendisine Kutuz lakabı verilen Mahmud, efendisi Aybek et-Türkmâni ile birlikte Kahire’ye giderken, bir süre sonra efendisinin Şecerüddür ile evlenerek sultan olması üzerine saltanat naipliğine yükseldi. Şecerüddür, Mısır Eyyubi Sultanı Necmeddin’in karısıydı ve kocasının ölümü üzerine sultan olmuş, ancak ne halifenin ne de bazı emirlerin ve halkın bir kadının sultanlığını onaylamaması nedeniyle Memluklardan biriyle evlenerek devleti arka planda idare etmek istemişti. Ancak bir Memluk’un sultan olabildiğini gören diğer Memlukların gönlünde de taht ateşi tutuşmuştu bir kere; bu kez Baybars’ın efendisi Aktay, Aybek’in Şecerüddür elinde oyuncak olduğundan bahsetmeye ve bir Eyyubi prensesi ile evlenip sultanlıkta hak iddia etmeye başladı. Sonuçta Sultan Aybek ile Emir Aktay arasındaki bir çatışmada, sultanın kölesi Kutuz kılıcını çekip Aktay’ı öldürdü. Baybars buna çok içerlemişti; sultanı ve eski arkadaşı Kutuz’u ortadan kaldırmak istediyse de başaramadı ve yanındaki Memluklarla birlikte Şam’a kaçtı. 12 Nisan 1257 günü hırslı Şecerüddür, artık söz geçiremez olduğu kocası Sultan Aybek’i bir suikastla ortadan kaldırdı. Memluk emirleri Aybek’in henüz 15 yaşındaki oğlu Nureddin Ali’yi sultan seçtiler, fakat 1258 yılında Moğolların Bağdat’ı yakıp yıkarak Halife Mus’tasım Billah’ı bir çuvala koyup atların nalları altında çiğneterek katlettiği haberi geldiğinde, artık bütün Mısır’da güçlü bir sultana ihtiyaç olduğu dillendiriliyordu. Zira Cengiz’in torunu Hülagu Han’ın askerleri Suriye’ye kadar uzanmış, Moğol elçileri Mısır’a gelip tehditler savurmaya başlamıştı.

Mısır’a sultan…

Böyle bir ortamda, Mısır’da ulema ve ümera “Herkesin boyun eğeceği, cesur, dindar, dirayetli ve Moğollara karşı İslam beldelerini savunabilecek kudretli bir kişinin başa geçmesi gerektiğini” açıklayarak Kutuz’u ortak kararla ve “el-Melikü’l-Muzaffer Seyfüddin” unvanıyla 5 Kasım 1259’da sultan seçtiler. İlk olarak orduyu düzenlemekle işe koyulan Kutuz, devlet adamlarını ve halkı Moğollara karşı cihadın önemine ikna etti. Daha evvel Harezm ordusunda görev almış ve Moğollara karşı savaşmış eski beyleri ve askerleri çağırarak ihsanlarda bulundu, kendilerine orduda çeşitli rütbeler verdi ve tecrübelerinden istifade etti. Ardından Suriye Eyyubi Meliki Nasır Yusuf ile ittifak anlaşması yaptı ve Suriye’ye kaçmış olan Baybars ile diğer Memlukları da Moğollara karşı cihat için birlik olmaya çağırdı. Bu vesileyle affa uğrayan Baybars, Memluk öncü birliklerinin başına geçti ve Gazze’de Baydara komutasındaki Moğol öncü birliklerini mağlup etti.

Ayn Calut’ta hesaplaşma

Ancak hâlâ Moğol korkusunu atamamış emirler ve devlet adamları düşmanı Mısır’da karşılama taraftarı idi. Dedesi Harezmşah Alaaddin’in güçlü kalelere soktuğu 200 bin kişiye yakın ordusunun Moğollara nasıl yem olduğunu ve kendi mevzilerinde savunma yaparken neredeyse savaşamadan can verdiğini bilen Kutuz buna karşı çıktı. Ordusunun başına geçip şöyle bir nutuk irad etti:

“Ey Müslüman emirler! Yıllardır beytü’l-mâlin ekmeğini yiyorsunuz ve şimdi de savaşmak istemiyorsunuz. İşte ben gidiyorum; Allah yolunda cihad etmek isteyenler benimle gelsin. Kim savaşmak istemezse, o da evine dönsün. Allah hepimizi görmektedir. Müslümanların vebali geride kalanların boynunadır!”

İşte böylece gidilen Filistin’de, Hazreti Davud’un henüz bir çocukken Calut’u öldürdüğü yerde 3 Eylül 1260 günü yapılan Ayn Calut savaşında Kutuz komutasındaki Memluk ordusu Moğol ordusunu tamamen imha etti. Hülagu Han’ın sağ kolu Moğol komutanı Ketboğa da savaş meydanındaki ölüler arasındaydı. Kutuz, dedesi Alaaddin Muhammed’i kahrından öldüren ve amcası Celaleddin’i diyar diyar gezdiren Cengiz Han’ın torunu Hülagu Han’ın ordularını yok etmişti. Yani Sind nehrinde Moğol katliamından Hazreti Musa misali kurtulan küçük çocuk yine Hazreti Yusuf misali Mısır’a sultan olmuştu. Onun elinden hezimete uğrayan Moğollar bir daha bellerini doğrultamadılar.

Ah Baybars!

Fakat tarihin devranı burada bitmedi; zaferden hemen sonra Halep naipliğini isteyen Baybars, bir av sırasında adamlarıyla beraber aniden Kutuz’a saldırarak onu katletti. Birkaç hafta sonra da Ayn Calut galibi El-Melikü’l-Muzaffer Seyfeddin Kutuz Mahmud bin Memdud bin Harezmşah için süslenen Kahire caddelerinde zafer taklarının altından geçerek Kalat’ül-Cebel’deki Mısır tahtına oturdu! İbn Kesîr’in ifadesiyle, Kutuz, “şecaatli, bahadır, çok hayır işleyen, İslam’ın ve Müslümanların yararına çalışan bir kimseydi. Halk kendisini çok sever, onun için hep hayır dua ederdi.”

Sultan Kutuz asırlar sonra hâlâ hayır duaları alıyor. O küçük çocuğun, o büyük sultanın aziz ruhuna binlerce Fatiha…

 

HABERE YORUM KAT

7 Yorum