1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Moğolistan’da Kurban ve İzlenimlerim - 2
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Moğolistan’da Kurban ve İzlenimlerim - 2

04 Aralık 2010 Cumartesi 14:08A+A-

Ulan Batur’dan 3 saat süren yolculuktan sonra, pervaneli uçağımız Bayan Ülgen’in toprak pistine tozu dumana katarak indi.  

BAYAN ÜLGEN KAZAKLARI

Bayan Ülgen/Ülgey/Oglii kasaba büyüklüğünde, ama eyalet merkezi bir şehir, ismi “Zengin Beşik” anlamına geliyor. Ülgen, Türk şaman döneminde, çok sayıda doğa tanrısının da annesi olan ana tanrıça ismi. Beşik ismi de buradan geliyor, muhtemelen “Ülke” kelimesi de, anavatan olarak buradan türeme.  Bayan Ülgen Tanrı dağları ile Altay dağları arasında kalan, çevresine nazaran sıcaklık ortalaması daha yüksek bir bölgede. Kazaklar “Burası sıcak olur, çevre illerde hava sıcaklığı –50 dereceyken burada –35 derecedir.” diyorlar. Çevre köyleri tamamen hayvancılıkla geçiniyor. Büyük baş hayvanlar içerisinde çift hörgüçlü develer ve Tibet sığırı olarak bilinen “Yak” adı verilen hayvanlar ilginç.

Eyaletin hemen hemen tamamı Kazak ve Müslüman, şehir merkezindeki kazaklar tek gözlü kerpiç evlerde yaşıyorlar. Şehirdeki az sayıdaki Moğol gerlerde/çadırlarda yaşıyor. Bulunduğumuz mevsimden dolayı şehri bölen nehir tamamen donmuştu ve nehrin karşı tarafında yoksul kazakların mahalleleri var.

Bayan Ülgen merkezdeki camii de bayram namazını kıldık. Bayram namazının bitiminde, Cami içinde bize ve Almanya’dan gelen Milli Görüş ekibinden arkadaşlara kısa birer konuşma yaptırdılar.

Camideki konuşmalarımızdan notlar:

“Bayan Ülgen Müslümanları uzun bir ara ile İslam dünyasından ayrı kalmış, bu esnada birçok İslami kültürel değerler kaybolmaya yüz tutmuş. Bütün bunlara rağmen sizlerin İslam’a olan sevgilerinizi ve kimliklerinizin kaybolmadığını görmekten mutluyuz.

Bu bölgelerde muhakkak İslami bir gelenek, kültür ve örf’ün oluşturulması gerekir. Bunu yaparken, atılacak her olumlu adım, kalıcı ve sürekli artan bir değer olacak, yapılacak her hata ise ileride kurtulması zor olacak tabulara dönüşecektir. Bütün bu nedenlerle sizler öncülersiniz, sorumluluk ve ecirleriniz de büyüktür.

Sovyet sisteminin çökmesinden sonra bölgeyi etkisi altına alan Batı kapitalist kültürü, ayrı ve daha büyük bir tehlikedir. Bundan kurtulmak çok daha zor olacaktır.

İslam dünyası her renk, mezhep, kavim ve bölge ile bir bütündür, farklılıklar üzerine değil, ortak noktalar üzerine, Ümmet bilincine dikkat etmelisiniz. Biliyoruz ki; burada kardeşlerimiz var, Türkiye’de ve İslam dünyasının her köşesinde de sizin kardeşleriniz vardır.”

Konuşma sonunda hararetli kucaklaşmalar oldu.

Caminin bitişiğinde “Afa Okulu” adlı imam hatip lisesi ayarında bir okul var. Moğol Hükümeti, din dersi öğretmenleri hariç diğer öğretmenlerin maaşlarının %60’ını ve okulun bazı masraflarını karşılıyor. Okul masraflarının kalan kısmı paralı okuyan öğrencilerden, yurt dışı yardımlardan ve halkın yaptığı bağışlardan karşılanıyor.

Okulda ilginç bir resimle de karşılaştık. Komünist dönemde bütün imamlar, mollalar ve lamalar (Budist din adamları) toplanıp götürülmüş, sonraki yıllarda bunlara ait toplu mezarlar bulunmuş. Aşağıdaki resim bunu canlandırıyor.

Bayram namazının sonrasında istişare ile harekât planı yaptık. Bölge hayvancılık ağırlıklı olduğundan, kurbanlıklar harici nakdi yardımı erzak torbası ve kömür yardımı olması şeklinde kararlaştırdık. Soğuk mevsimde yoksul evlerin çoğunda ısınma problemleri var.

Belirlenmiş iki noktada kurbanlıkların kesimine nezaret ettik ve hazırlanmış listelere dağıtımını ev ev gerçekleştirdik. Tek gözlü evlerdeki yaşam koşullarının sadeliği, yoksulluğu ve zorluğuna rağmen insanlar neşeli. Çocukların –16 derece sıcaklıkta atletlerle sokakta oynamaları ilgimizi çekti. Buna rağmen, son derece rahatlar. Bunu soğuk havaya alışkanlıkları, 1.800 m rakım ve hayvansal gıda beslenmesine bağladık. Yüksek rakım, soğuk ve kuru hava nedeniyle, su ve temizlik ürünlerinin pek kullanılmamasına rağmen kötü koku, mikrobik rahatsızlıklar vs olumsuzluklarda yok.

Çocuklar için oyuncak paketleri, erzak paketleri, kurbanlar ve kömür yardımları, tespit edilen evlere iki ekip halinde araçlarda araçlarla teslim edildi. “A oyncık bar” diye bağrışarak koşan çocukların mutlulukları görülmeye değerdi.

Kazaklarda çadır ve evlere girerken kapı çalma, seslenme ya da izin alma diye bir olay yok. Dağıtım esnasında da Kazak yardımcımıza rahatsızlığımızı belirttik, şaşkınlıkla bize bunun normal bir şey olduğunu söyledi. 4-5 eve paldır küldür girdikten sonra bir sonraki evde kapıyı çaldı. “Bak böyle daha iyi” sözümüze de; “Kapı kitliydi yoksa çalmazdım” demesin mi?

Partner Kazaklar, dağıtım listelerini tamamen Kazaklardan seçmişlerdi. Asım ile ben yoksul Budist Moğolların da listelere dâhil edilmesini istedik. Gerek Kazakların, gerekse ekibin diğer üyelerinin buna yanaşmaması üzerine Asım Gültekin ile inisiyatifimizi kullanarak rast geldiğimiz yoksul Moğollara da yardım ettik. Oldukça çekingen davranan Moğollara, zulüm yapmadıkça bütün insanlığın kardeş olduğunu ve Allah’ın Rahman sıfatını aktardığımızda neşelendiklerine, hararetle bizimle kucaklaştıklarına da şahit olduk.

Dağıtım esnasında 1 yıl kadar önce Müslüman olarak Hatice ismini alan Moğol-Budist bir kadınla karşılaştık. 6 yıl önce Kazak bir gençle evlenirken, senin için Müslüman olurum demiş.  Kazak gencin ve ailesinin herhangi bir baskısı, kendi ailesinin tepkisi de olmamış. 5 yıl sonra da kendi isteği ile Müslümanlığı seçmiş. Yoksul Kazak mahallesinde, besmele bile söyleyemeyen Kazaklar arasında en bilgili onu gördük. Elif-Ba’yı öğrenmiş, bazı kısa sureleri ezberlemiş, zeki ve girişken bir hanım. Gözlemlediğimiz bir husus da birçok ülkede olduğu gibi burada da kadınların daha çalışkan, aktif faal olduğu. Hatice’nin büyük oğlunun adı Aybek, küçük oğlunun adı Ali. Çocukların isimleri hoşumuza gitti. Ali isminin ne anlama geldiğini ve neden tercih ettiğini sorduk. Kazaklardan cevap gelmedi, Hatice söz alarak, bir hocanın tavsiyesi ile bu ismi verdiğini, ismin sahibinin muhterem bir zat olduğunu söyledi.

Ev listelerinin bitimi ile yardımların kalanını, Merkez Camii önünde kurulan Yüv’lerden yaptık. Üstü başı yırtık kalabalığın saatler süren bekleyişleri ve muhtaç bakışları insan ruhunda derin izler bırakıyor.

Bayramın ikinci günü çevre kasabalar için plan yaptık; Rasim ağabey 80 km mesafedeki Akgöl’e gidecek, Deniz Cedimoğlu Bayan Ülgen’deki kurumsal ziyaretleri gerçekleştirecek, Asım Gültekin’le ben 330 km uzaklıktaki Taryalan’a gideceğiz. En son dördümüz Bayan Ülgen’e 220 km mesafedeki Hovda’da buluşacağız. Akgöl, Bayan Ülgen’e bağlı bir köy. Tayralan, kuzeyde Uvs/Ovs eyaletine bağlı Hotunların yaşadığı bir kasaba. Hovda ise Güneydoğu’da % 30 Kazak, % 70 Moğol olan şehir.

TAYRALAN YOLU

Tayralan Bayan Ülgen’e 330 km mesafede. Yol diye bir şey yok, araziden gidiyoruz. Şoförümüz Carkın, Asım ve ben sabah namazından 2 saat önce yola çıktık. Sabah vaktine yetişemeden, iki defa kum fırtınası yüzünden durmak zorunda kaldık.

Sabah namazını, yolculuk boyunca seccade olarak kullandığımız Puşi üzerinde, -30 derecede, arazide nöbetleşe kıldık. Namaz kıldığımız mevkide birkaç hafta önce kaza yapan bir motosikletli Kazak, kurtlar tarafından parçalanmış.  Öğlen ya da yatsı namazı olsaydı yolculuk boyunca ilk defa kesrederek/kısaltarak sefer namazı kılabilecektim, kısmet değilmiş.

Yol boyunca 50 şeridin üzerinde genişlikte otoban görülmeye değerdi. Uçsuz bucaksız bozkır, insanda bir özgürlük hissi uyandırıyor. Rakım 2.000 metrenin üzerine çıktığında, kar ve tipi yüzünden oldukça yavaşladık. Karşımıza çıkan dere ve nehirlerin tamamı donmuştu ve bu bizim için iyi bir şeydi, zira köprü denilen bir şey olmadığından, nehirleri buz üzerinden geçebiliyorduk. Aksi halde yol, her bir nehir için 2-3 saat daha uzayacaktı. Dere ve nehirlerde buz kırılırsa aracımız kalacak ve bizi çekip çıkarması için günde birkaç kez geçen kömür kamyonlarını beklemek zorunda kalacağız. Allah’tan buzların hepsi dayandı ve 8 saat süren kısa bir yolculuk sonucu Tayralan’a vardık.

TAYRALAN HOTUNLARININ HİKÂYESİ

Tarım alanı anlamına gelen Tayralan, yaklaşık 3.000 nüfuslu bir yerleşim yeri. Bayan Ülgen’den daha yüksek rakımlı ve soğuk olmasına rağmen tarım yapılabilen birkaç yeri var, yine de temel uğraşı hayvancılık. Tayralan’ın çoğunluğu Hotunlardan oluşuyor. Hotun (Hoxon, Hoşun) Moğol dilinde, küçük oba ya da oba içerisindeki aşiret için kullanılan bir kelime. Yaşlı Hotunlar Kazak diline benzer bir Türkçe konuşuyorlar, ama yeni nesil tamamen Moğolca konuşuyor. Anladığımız kadarı ile Hotunlar Türklerin ilk primitif boylarından. Kendilerinin Müslüman olarak tanımlıyorlar, ama İslami anlamda hiçbir ritüel, amel, hatta bilgi kırıntısı bile yok. Moğollar yüzyıllarca Hotunları baskı altında tutmuş ve sayılarının 1000’i geçmesine izin vermemişler. 150 yıl öncesine kadar yılda bir kez kasabayı kuşatıp bin kişiyi sayıp ayırır, kalanı iki dağın arasında katlederlermiş. 200 yıl kadar önce, öldürülmek için ayrılan gruptan bir çocuk dağlara kaçmış ve “Aga Hayta” diye feryat etmiş. Halk arasında söylenen anlatıma göre, bu haykırış 1 hafta boyunca dağlarda yankılanmış. Bu dağlara şimdi “Aga Hayta” dağları deniyor. Bu Anadolu Türkçesinde de birçok yöre de kullanılan bir kelimedir, haytasın/neredesin denir. Aga da hakeza, abi demek.

8-10 yıl önce Türkiye’den gelen bazı gönüllüler Hotunlarla özel ilgilenmiş. İHH Tayralan’a bir cami ve yanına küçük bir okul yapmış. Kasabadaki yatılı ve büyük başka bir okulda da, programa din dersi ekletilmiş. Artık alıştığımız bir manzara; cami var, ezan yok, cemaat yok, ama Hotunlar Müslüman kimliğini övünçle taşıyor ve vazgeçmiyorlar. 

Sünnet olmayan ve hatta bunun ne olduğunu bilmeyen Hotunlarla ilgili ilginç bir de anı dinledik: İlk gelenlerin telkini ile oğlunu sünnet ettirecek baba, hafiften buruklukla “Şimdi benim torunum olmayacak mı?” diye söylenmiş. 100 yıl öncesindeki geleneklerde bile sünnet yapılması, sadece hafifçe çizip kan damlatmak şeklinde biliniyormuş. Komünist dönemde bu da yasaklanmış.

Tayralan Belediye Başkanı ile de görüştük. Bu konularda oldukça hassa bir kişi. Tayralan’a gelen misyonerlere camiyi gösterip “Burası Müslüman bölge, sizin burada işiniz olmaz!” diye faaliyetlerine izin vermemiş.

Tayralan’da 80 kurban kestik, bir kısmını ve 15 kadar da erzak torbası ev ev dağıttık. Dağıtımda bize yardım eden, Tayralan Camii’nin Kur’an kursu öğretmeni Nurbeg üniversiteyi Konya’da okumuş, zeki ve bilgisini geliştirmiş bir genç. Nurbeg evli, küçük çocuğu ile hanımı Bayan Ülgen’de, buna rağmen fedakârlıkla Tayralan’da bir şeyler yapmaya çalışıyor. Cami önünde kurbanlıklar düzenlenirken, Hotunlu bir amca sürükleyerek getirdiği keçiyi bana göstererek bir şeyler anlattı. Nurbeg, amcanın keçiyi kurbanlık olarak ayırdığını ve benim keçiye dua etmemi istediğini söyledi. Hotunların bize biçtiği değerden biraz utanarak biraz da memnun olarak “Allah hepimizin duasını işitir, kurban niyetiniz hayırlı olsun!” diyerek amca ile birlikte dua ettik. Amcanın sevinerek keçiyi çadırlara doğru sürükleyerek götürdü.

Dağıtım esnasında Hotun çocuklarının maharetle bindiği atlara binme hevesimiz tuttu. İlk binen Asım atın koşmaya başlaması ile kendini yere attı. Hotunlu çocukların “Adam kocaman olmuş, hala ata binemiyor!” gibisinden gülmelerini hiç unutmayacağım. Asım hoca da “Modern Türk”ün nasıl göbek üstü ata bindiğini büyük maharetle gösterdi, peşinden de üstünden atladığı atla 10 dakika dolaştı.

Tayralan’da gece kalma imkânımız olmadığından ve vakit kısıtlı olduğundan, kalan kurbanları dağıtım için cami hocasına emanet ettik. Geldiğimiz yola nazaran daha iyi bir yoldan, güneye doğru 5 saatlik kısa bir gece yolculuğu ile Hovda’ya hareket ettik.

HOVDA VE MOĞOLLAR

Hovda’ya vardığımızda kurbanlar kesilmiş ve camide depolanmıştı. Sabah ilk iş olarak dörtlü grup halinde taksilerle kurbanları ev ev dağıtmaya başladık. 

 

Son sefere çıkmadan önce cami önünde kalabalık bir Moğol grubu toplanmıştı. Dağıtımda sıra oldukça yoksul bir Kazak mahallesindeydi. Yoldaki abartılı derecede çukur ve tepecikler yüzünden tekerimiz patladı. Kazak şoförün ilkel çevirmeli bir kriko ile içi görülen kabak bir tekeri takmasına içim burkularak yardım ettim. Kapı kolları bile olmayan, her tarafı dökülen arabadan daha kötü durumdaki elleri ile şoför, gerçekten mazlum ama neşeli ve heyecanlıydı.

Camiye dönüşüm gecikmişti ve beni bir sürpriz bekliyordu. Cami önü bomboş ve her taraf kitliydi. Moğollar arasında çıkan “Kazaklara yardım yapılıyor, Moğollara yapılmıyor!” söylentisi izdiham yaratmış. Olayın kontrolden çıkma belirtileri zerine arkadaşlar camiyi kilitleyip bir çeşit kaçmışlar. Zaten bu Moğollar geldik geleli 7’den 70’e gözlerini kısıp bakıyorlardı. Çocuktan al haberi derler ya, bir Moğol çocuk da bizim burunlarımıza bakarak bir şeyler söylemiş. Çevirmenimiz, burnumuzun uzunluğuna şaştığını aktarmıştı. Bir çeşit burnumuzu her şeye soktuğumuzu söylemişti galiba. (Moğollar, Kazaklara göre daha çekik gözlü ve basık, tombul burunlular.) İşin esprisi bir yana kulağımıza küpe oldu, gittiğimiz yerlerdeki hassasiyetlere daha çok dikkat etmemiz gerek.

HOVDA’DA MÜSLÜMAN OLAN MOĞOL-BUDİST KADIN

Cuma namazını camide küçük bir cemaat ile kıldık. Deniz, Cuma çıkışında bir Moğol kadının yardım ekibini sorduğunu, muhakkak görüşmemiz gerektiğini söyledi. 71 yaşında, bakımlı ve hareketlerinden oldukça asil bir görüntü veren kadınla çevirmen yardımı ile 2 saat kadar konuştuk. Birkaç yıl önce sürekli diz ağrıları çeken kadın, Müslüman bir hocadan dua istemiş, akabinde ağrıları geçmiş. Bu olay vesile olmuş Müslümanları takip etmiş, bizim yardım faaliyetleri de sempatisini artırmış.

Bir süre konuştuk sonra bizden dua istedi. Asım kardeşimiz dua edebileceğimizi, hatta İslam’ı seçerse Türkiye’den 70 milyon kişinin de dua edebileceğini söyledi. Bunun kendi rızası ile olabileceğini, Müslüman olmasa bile dua edebileceğimizi söyledi. Kadının “Ben hem Budist, hem Müslüman olsam olmaz mı?” cevabı bizi oldukça şaşırttı. Müslümanların Allah tasavvurunu anlattık. Her şeyin yaratıcısı ve Kıyamet Günü bütün yaptıklarımızın tek yargılayıcısının Allah olduğunu, O’nun yanında hiçbir şeyin söz konusu olmadığını, Müslümanlıkta “din adamı” gibi bir sınıfın olmadığını anlattık. Allah’ın insana en yakın olduğunu, bütün duaları işiteceğini, kendisinin de Allah’a içinden geldiği gibi dua edebileceğini ve bizim de bütün Müslümanların da şahitlik ve temennilerle onun duasına katılıp, dua edebileceğimizi söyledik. Asım Hoca’nın Kelime-i Şehadet önerisine katıldı ve tekrarladı.

İsmi Oner olan teyzemize Hatice ismini de hediye ettik. Daha gözlerimiz dolmaya başlamıştı ki “Bana kitap verin, benim 8 kızım ve 50 kişilik ailem var, onlara İslam’ı anlatacağım.” dedi. Kendisine Moğolca basılmış “Nasıl Müslüman Oldum” kitabını verdik. Ulan Batur’a döndüğümüzde de Diyanet Müsteşarı Mehmet Bey’e durumu ilettik.

Dağıtımları tamamladıktan sonra, ertesi gün bizi Ulan Batur’a götürecek uçak tipi yüzünden Hovda’ya inemedi, başka şehre gitti. Bunu havaalanına giderken uğradığımız Budist tapınağa yorumladık. Bir gün sonra da tipinin dinmesi ile minibüs büyüklüğünde pervaneli bir uçakla Ulan Batur’a varabildik.

Bu gecikme dolayısı ile zincirleme Moskova ve İstanbul uçaklarımız da kaçmıştı. Toplam 3 günlük gecikmeye rağmen, morallerimiz dolu dolu İstanbul’a döndük.

GENEL İZLENİM VE DEĞERLENDİRME

Moğolistan’da, Kazaklar ve Hotunlar gibi Müslüman topluluklarda İslam kimlik manevi bağ olarak yaşıyor. Bizim de müşahede ettiğimiz Müslüman olan Budistler İslam’a karşı duygusal ya da örneklik teşkil edecek davranışlar üzerinden, bir kısım Moğollar ise merak ve kuşku ile yaklaşıyorlar.

Dünyadaki gelişimleri Batı kaynaklarından takip ediyorlar. Mavi Marmara, Ortadoğu ve diğer İslam coğrafyalarındaki olayları bu pencereden bakarak değerlendiriyorlar. Özellikle Mavi Marmara’yı duyanlar İsrail’in saldırgan ve yanlış davrandığını düşünüyorlar. Ama bu kanaatleri yine Batılı medya etkisi ile oluşmuş.

Geçen sene, Bayan Ülgen’de komünist dönemden kalma bir tiyatro kulübü, sahabe hayatlarından kesitler sunan bir oyun düzenlemişler ve çok ilgi çekmiş.

Bu topraklardaki Müslüman topluluklarda muhakkak İslami değerler yerleştirilmeli, kültür ve gelenek/örf oluşturulmalı. Kur’an meali çalışması yanında, Kur’an kıssalarının bölge diline çevrilmesi şart, bu konuda Seyyid Kutub’un çocuklara yönelik peygamber kıssaları aklıma geliyor. İslam dünyasının kalan kısmının, kültür, sanat ve diğer faaliyetlerinin bölgeye nasıl yansıtılacağı üzerinde çalışılmalı. Hissî yaklaşımlar, yardım faaliyetleri ve ilmihal bilgileri bölgede yaygın yapılıyor. Ama söz ettiğimiz kalıcı faaliyetlerle tamamlanmazsa akim kalır.

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum