1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Menkabeviliğin Ötesi Gerçekliğin Kıyısı
Menkabeviliğin Ötesi Gerçekliğin Kıyısı

Menkabeviliğin Ötesi Gerçekliğin Kıyısı

Emrah Dindi'nin Alevi-Bektaşi Geleneğinde Kur’an Anlayışı adlı kitabını Haksöz-Haber için Asım Öz değerlendirdi.

16 Mayıs 2011 Pazartesi 01:54A+A-

MENKABEVİLİĞİN ÖTESİ GERÇEKLİĞİN KIYISI

ASIM ÖZ / Haksöz Haber

Alevilik ve Bektaşilik üzerinden yürütülen tartışmalar Türkiye'de her zaman güncelliğini korumuştur. Bu güncel olma durumu Alevilik ve Bektaşilik araştırmalarına da yansımış konuyu ister sosyolojik isterse biyografik düzlemde olsun ele alan çalışmaların çoğu sığ siyasal tercihlerin yörüngesinde ortaya konmuş ve meselenin taraflarının duygu dünyalarını beslemekten öte bir katkı söz konusu olmamıştır. Onun Osmanlılarla ilişkilerinden Hurufiliğine kadar uzanan rivayetler tarihi bir kişiliğin efsanevi bir kişiliğe dönüşümünün de göstergesidir. Tarihsel ve aktüel olan bu konu alelacele, kaynakları yeterince taramadan yazılan veya çoklukla bugünün bilinci içinden kotarılan araştırmalar bu iki olgunun sağlıklı bir şekilde anlaşılmasını zorlaştırmış aynı zamanda farklı konumlanışları beraberinde getirmiştir.

Emrah Dindi tarafından yazılan Alevi-Bektaşi Geleneğinde Kur'an Anlayışı kitabı tarihsel bir kişilik olduğu kadar hatta ondan daha çok menkabevi yönleri ile öne çıkan yarı kutsal bir kişilik olarak Hacı Bektaşi Veli üzerinden Alevi- Bektaşi geleneğinin Kuran anlayışına, Kuran'ı anlama ve yorumlama biçimine odaklanıyor. Bazı yönleriyle "tarih bozma" niteliğindeki kitap, Hacı Bektaş'ın hayatı, çağdaşlarıyla olan ilişkileri ve eserlerini, Kur'ân anlayışı, rivayet, dirayet ve işaret yöntemi, inanç, ibadet, muamelat ve bazı helal ve haramlarla ilgili konuları üç bölümde inceliyor.

 

Otantik Bektaşilik Kurgusu

Güçlü bir inancın ve kutsallığın konusu olan Hacı Bektaş-ı Velî'yi tarihsel bir kişilik olarak inanç ve edimlerini ona atfedilen yazılı eserleri üzerinden bir çözümleme denemesi olması bakımından önemli bu çalışma. Bu yönüyle Hacı Bektaş'a ait olduğu "kesinleşmiş" yahut öyle kabul edilen eserlerden hareket ediyor ve "otantik" Hacı Bektaş'ı ortaya koymaya  çalışıyor. Makâlât, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye, Besmele Tefsiri, Fevâid, Vilâyetnâme, Hacı Bektaş'ın Nasihatleri, Şathiye, Fatiha Tefsiri, Üssu'l- Hakika ve Hurde-Nâme eserleri üzerinden yol alan çalışma Hacı Bektaş'ı Kuran ve Sünnet yolunda bir düşünür hatta Sünni olarak ortaya koyuyor. Yarı kutsallaştırılmış bir isim için bir tür eksik cerh ve tadil çalışması olarak da okunabilir bu yönüyle. Ancak adı anılan eserlerin ona ait olup olmadığı ya da ne kadarının ona ait olduğu konusu bir yana bir kişinin görüşlerini delil bulmak amacıyla Kuran'a dayandırmış olmasının o kişinin bütün yaklaşımlarını İslam temelli olarak okumayı mümkün kıldığına ilişkin bir ön bakışın satır aralarına sinmiş olması da sorgulanması gereken bir durumdur.

Tabii "tarihi" ve metin merkezli olan bu çalışma aynı zamanda aktüel olma durumunu hemen kitabın girişinde göstermektedir. Tarikat ve tasavvufi bir yorum olarak ele alınan Alevi-Bektaşi klasikleri üzerinden şunu ifade ediyor: "(..) günümüz Alevi-Bektaşilerinin on üçüncü yüzyıl Bektaşiliğinden uzaklaşmış oldukları ve kendilerinin de zaman zaman Kur'ân'ın toplatılması, tertibi, muhtevası ve özellikle de yorum şekliyle ilgili Sünni Kur'ân anlayışından farklı bir söylem içinde olmaları Alevi-Bektaşilerin Kur'ân ve İslâm'ın neresinde oldukları, dinî kimlik ve kökenlerinin ne olduğu tartışmasını ortaya çıkarmıştır." Öte yandan Hacı Bektaş-ı Velî'deki Kur'ân vurgusunun, onu anlama ve yorumlama biçiminin menkabevi Hacı Bektaş-ı Velî kültü altında ezilmiş, belirsizleşmiş neredeyse iyiden iyiye yok olmuştur.

Genel olarak sözlü kültürün baskın olduğu konuyu yazılı eserlerden hareketle ortaya koymaya çalışan yazar bunu yaparken konuyla ilgili olarak önceden çalışma yapan kimi isimleri ve çalışmaları da eleştiriyor. Bektaşiliği dinler karışımı bir irfan ve bilinç birikimi olarak tanımlayan İrene Melikoff başta olmak üzere pek çok kişi bundan nasibini alıyor. Haklı olduğu yerler var kuşkusuz ama Ahmet Yaşar Ocak'ı "İslâm'ın temel kaynaklarından Kur'ân'dan ve hadisten haberi olmayan bazı Alevî Bektaşî araştırmacıları" arasında zikretmesi bu konudaki haksızlıklarının başına yerleştirilse yeridir. Çünkü Ahmet Yaşar Ocak'ın eserlerini bütün olarak baktığımızda katılamayacağımız yaklaşımları olmakla birlikte Dindi'nin sözünü ettiği türden bir düşüncenin eleştirinin sınırlarını ihlal ettiği ve insafı elden bıraktığını belirtebiliriz. Hacı Bektaş'ta ve diğer menâkıbnamelerde yemeği çoğaltma, halka felaket musallat etme, bereket getirme, körleri iyi etme, yerden su fışkırtma, ırmağı veya denizi geçme gibi kerametvari unsurları Şamanizm, Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık ve Eski Anadolu din ve kültürlerin bir ürünü olarak gören Ahmet Yaşar Ocak'ın bu yaklaşımlarını sanırım İslami camiada ilk gündeme getiren merhum Ercümend Özkan olmuştu. Hatta bu konular özelinde Ocak'la bir söyleşi yapmıştı İktibas dergisinde.

Oldukça güncel ama aynı zamanda tarihsel olan bu konuda yazar da yerleşik üsluplardan farklı bir yerde durmaya çalışsa da bundan çok kurtulamıyor. Türkleştirme konusunda resmi tarih anlayışının çeperlerine yerleşen ve ne yazık ki aşılamayan milliyetçi muhafazakâr bakıştan kaynaklı kimi yaklaşımları var: "Alevilik-Bektaşilik Anadolu'nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde büyük bir rol oynayan bir halk İslam inancıdır. Ancak XVI. yüzyıl sonrasında Alevi-Bektaşiler bazı çevreler tarafından mülhit ve zındık olarak nitelendirilmişlerdir. Günümüzde de Alevi-Bektaşilerin XIII. yüzyıl Bektaşiliğinden uzaklaşmış olmaları ve özellikle de Sünni Kuran anlayışından farklı bir söylem içinde olmaları, Alevi-Bektaşilerin Kuran ve İslam'ın neresinde bulunduğu, dinî kimlik ve kökenlerinin ne olduğu tartışmasını yeniden canlandırmıştır. Elinizdeki bu eser, tartışmaların gölgesinde Alevi-Bektaşilerin geleneksel Kuran tasavvurlarını, Kuranı yorumlama biçimlerini, inanç, ibadet ve âdâbla ilgili düşüncelerin Kuranî temellerini, Alevilik-Bektaşiliğin tarihte hangi inanç ekolü çizgisinde seyrettiğini, senkretik ve heterodoks bir yapılanma olup olmadığını ortaya koymaya çalışmaktadır."

Oysa senkretik ve heterodokslukla kastedilen Horasan'a Maveraünnehir'e ve Anadolu'ya göç eden Türkmen topluluklarının İslam'ı kendilerinde içselleştirirken daha önceki inanış ve yaşayış biçimlerinin etkisinden kurtulamadıkları ve Şaman geleneklerinin yaşatılmaya devam edilmesi tezidir. Bektaşiliğin senkretik, mitolojik ve sözlü kültüre dayalı temelleri konusunda Ahmet Yaşar Ocak, Yasin Aktay ve daha başka çalışmaların ortaya koyduğu birikimin iyi okunması gerekliliği bir kere daha ortaya çıkıyor. Kitabi olan formunda sözlü formunda olduğu kadar yoğun olmasa da bu menkabevilik ve senkretiklik özellikle kerametler bahsinde, Batıni yorumlarda ve üstelik bizzat Hacı Bektaş-ı Velî hayattayken Haydari dervişleri arasında yoğun olarak karşımıza çıkar.

Hacı Bektaş-ı Velî gerçek bir tarihsel kişilik olmakla beraber biz onu ancak menkabevi aktarımlarla tanıyoruz. Tarihsel kişiliği üzerine bilgimiz ise çok az ve kutsallaştırılmış yahut yerilmiş anlatımlar sayesindedir. O, bu yönüyle bir söylence kahramanı ve bir ''myhte'' olarak yaşamaktadır. Öyle ki bu kültleşmiş figürden Osmanlı'nın kuruluş anlatıları bile yararlan(dırıl)mak iste(n)miştir. Tarihi rivayetlerde yer alan Hacı Bektaş'ın Orhan Gazi ile görüştüğü hatta Yeniçeri Ocağı için dua ettiği türünden aktarımların geçersiz olduğu çeşitli kaynaklarda mevcuttur. Buna karşın bu bağların kuruluyor olması Hacı Bektaş'ın Anadolu'daki etkisini ortaya koyması bakımından kayda değerdir.

 

Farklı Yaklaşımlar

Hacı Bektaş'ın hayatı hakkında bilgilerin az olduğunu, var olanların kendisinden sonra yazılmış sınırlı olarak birbirinden farklı bilgiler veren kaynaklar olduğunu Ahmet Yaşar Ocak'ın çalışmalarından biliniyor. Bu kişilikle başka kişilikler arasında yücelik yarıştırmasının da bağlılarınca yapıldığını konuyla ilgili kaynaklardan aktaran Dindi Hacı Bektaş-ı Velî hakkında en fazla bilgiyi veren Firdevs-i Rumî'nin yazılmış olabileceği belirtilen Vilayetnâme ile Ahmet Eflaki'nin Ariflerin Menkıbeleri'nde aktarılanlardan hareketle Mevlevilik ve Bektaşilik arasındaki ilişkileri ve bakış biçimlerini belirginleştirmektedir: "Ahmet Eflaki Ariflerin Menkıbeleri'nde ve Vilâyetnâme'de Hacı Bektaş'ın Mevlevi şeyhi olan Mevlânâ Celaleddin ile ilişkilerinden bahsetmişlerdir. Ancak Mevlevi meşrepli Eflaki bütün insanların Mevlânâ'ya teveccüh edip mürit olduklarını, dolayısıyla Hacı Bektaş'ın da Mevlânâ'yla görüşerek onun yüceliğini doğrudan kabul ettiğini belirtirken, Hacı Bektaş yanlısı Vilâyetnâme'de bunun tam aksine başta Mevlânâ olmak üzere Şems-i Tebrizî ve Sultan Veled gibi Mevlevi şeyhlerinin Hacı Bektaş'tan keramet kabilinden birçok yardım gördükleri, dolayısıyla da Hacı Bektaş'ın büyüklüğünü kabul edip boyun eğip saygı duydukları ve Hacı Bektaş'ın âsitânesine gidip ondan öğüt ve icazet aldıkları belirtilir."Bektaşilik ve Mevlevîlik arasında ilişki olsa da iki yapının kültürel ve siyasal konulardaki farklılığı da üzerinde durulması gereken bir konudur. Mevlevilerde Türkmen zevki yerine İran zevkinin egemen olması, Selçuklu sarayı ile aynı zevkleri paylaşıyor olmalarından dolayı Hacı Bektaş Mevlevilerle değil Ahilerle yakınlık içinde olmuştur.

Kuran'ı Türkmen halk kitlelerine dört kapı ve kırk makam anlayışıyla indirgeyen Hacı Bektaş-ı Velî'nin Kuran yorumunu sistematik biçimde işleyen çalışma müfessirlerin nakledegeldikleri İsrailiyyat kültürünü yansıtan nakillerde ve Hurufilik bahsinde Hacı Bektaş-ı Velî'yi eleştiren yaklaşımları biraz abartılı bulmaktadır. Hacı Bektaş-ı Velî'nin Horasanlı Fazlullah Esterebâdî' el-Hurufı'nin, Cavidan adlı kitabında temellenen Hurufilik anlayışının bazı Bektaşi tekerinde ve dervişlerinde birtakım etkiler meydana getirmiş olsa da  Bektaşiliği Hurufi bir yol olarak görmenin mümkün olmadığını özellikle de 15 ve 16. Yüzyılları değerlendirirken Ethem Ruhi Fığlalı gibi isimler de gördüğümüz devlet ve düzen endeksli yorumlara yaklaşır. Bektaşiliği Hurufilikten şöyle ayrıştırır: "Hacı Bektaş'ta ve Bektaşilik'te, Hurufilikte olduğu gibi dini hassasiyetleri hiçe sayan evreni ve insanı tamamen harflerle izah eden bir Hurufilik söz konusu değildir. Olsa olsa Hacı Bektaş'ta ve tasavvufî eserlerde gördüğümüz harflere bazı mistik manalar verme şeklinde ortaya çıkan ve bir müessese olarak tasavvufun da yakın bulunduğu bir "Hurufilik" vardır(…)Dolayısıyla İslâmî gelenekte yer alan ve kökeni Kur'ân'a dayanan bir Hurufîlikle İslâm'ın emir ve yasaklarını hiçe sayan, kendi arzularını harflere söyleten, kökeni Horasanlı Fazlullah el-Hurufı'ye dayanan bir Hurufîlik tamamen birbirinden farklı şeylerdir. Ancak 15. ve 16. yüzyılda bâtmî Hurufi zümrelerin Bektaşi tekkelerine sığınıp fikirlerini Türkmen kitlelerine yaymaları Ethem Ruhi Fığlalı'nın da ifadesiyle Hacı Bektaş'ın Bâtınî, Hurufi ve Şii vasıflı bir menfî edebiyata alet edilmesine sebebiyet vermiştir." Bektaşiliğin etkilenmelere uğradığını kabul etmekle birlikte onun özgün bir biçimleniş olduğunu hissettiren bu yaklaşım Bektaşiliğin Hurufiliğin bir uzantısı olduğunu düşünen F.W. Hasluck ve Kalenderiliğin uzantısı olduğunu söyleyen Ahmet Yaşar Ocak'ın aksini düşünen Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe(1998) yazarı Melikoff'un, şu sözleriyle paraleldir''... Bektaşiler tarikatı yönetime karşı (anarchique) ve cemaat dışı (heterodoxe) halk sufiliğinden gelişti, kendisini belirginleştiren Türk halk sufiliği biçimini almak üzere, kendi alt yapısından ayrılmaya başladı. Bu şüphesiz karmakarışık (composite) bir biçimleniştir. Fakat, ne bir Hurufi Bektaşilikten, ne de bir Kalenderi Bektaşilikten söz edilebilir. Bektaşilik, ayrıca bir bütün ve kendisi olarak incelenmesi gereken bir olgudur.''

 

Batıni Yorumlar

Efsanevi kültür kalıbı içerisinde bulunan rivayetleri Hacı Bektaş'ın ibret ve öğüt maksadıyla kullandığını belirtir. Bu tür rivayetleri yoğun olarak yer veren Hacı Bektaş'ın fikri kaynakları yönünden çok güçlü bir müfessir olmadığını esas olarak Batıniliğe yatkın olduğunu söyleyebiliriz. Bu yatkınlık bir bakıma sonradan üretilen yarı kutsal figürün de kaynağı olmuştur. Bundan dolayı velayeti nübüvvetin devamı olarak gören Hacı Bektaş-ı Velî'nin  ardından üretilen yorumların kaynağını sadece on altıncı yüzyıl sonrası siyasi çekişmelere bağlamak, hele hele Bektaşilik'le Sünnilik arasındaki farkı hicri ikinci ve üçüncü asırda ortaya çıkan mutasavvıflar ve fakihler arasındaki kavgaya benzetmek doğru değildir. Gizli anlamlara ve işaretlere göre ilahi vahyi yorumlayan Hacı Bektaş-ı Velî'nin tefsir yöntemi hakkında şunları ifade eder yazar: "Kökenlerini Kur'ân, Sünnet ve sahabeden alan Hacı Bektaş'ın Kur'ân'ı yorum yöntemi de işari ekol çizgisindedir. Onun eserlerinde karşılaştığımız yorumlar genelde işari / içsel yorumlardır. O'na göre, Kur'ân'a bakış hatta evrene ve eşyaya bakış temelde bâtını (iç bakış) olmalıdır. Hakiki manaya, gerçeğe ulaşmanın yegâne yolu da budur." İşari yorumlar kıssaların tefsir edişinde de yoğun biçimde kullanılmış ve zaman zaman lafzın tahammül edemediği es-Sülemi'nin Hakaiku't-Tefsir'inde ve el-Kuşeyri'nin Letaifu '1-îşarat'ında da karşımıza çıkan imkansız batini yorumlar yapılmıştır.

Kuran'ı yorumlamasıyla ilgili pek çok konuya değinen çalışmayı ilginç kılan bir başka özellik de Kuran yorumunda Hacı Bektaş-ı Velî'nin kullanmış olduğu şiirlere dair yaklaşımı. Kimi zaman yorumlarına şahit getirmek kimi zamanda onları süslemek için şiire başvuran Hacı Bektaş-ı Velî Kur'ân yorumunda geleneksel tefsirlerde başvurulan ve genellikle cahiliye şiiriyle sınırlı kalan gramer kaygılarıyla veya metne verilen anlamın desteklenmesi şeklindeki şiirlerden farklı olarak Türkçe yazılan tasavvufi şiirlere yer verir. Sultan Veled'in "Aşığın (mutasavvıfın) şiiri, kelami ilahinin tefsiridir" şeklindeki düşüncesinin açılımı gibi olan bu şiirler Batıni yorumların da kaynağı olmuştur. Yazar bu konudaki yorumlarında da Bektaşiliği otantik olan on altıncı yüzyıl Bektaşiliği olmak üzere ikiye ayırdığı göstermektedir: "Hacı Bektaş'ta şiir, ilahi kelamdan anlaşılan işari mananın edebi bir dille insan kalbine gönderilmesi yanında, bir başka açıdan da ulûhiyetin birliğini ifade eden "Vahdet-i Şuhûd", zaman zaman da varlığın birliğini ifade eden "Vahdet-i Vucûd", "Fenâ fi'İlah", "Bekâ billah", "cem'ı", "istiğrak" ve "vecd" gibi sufîlerin seyru-sulûktaki ruhî tecrübelerini yansıtan düşüncelerin âyetler bağlamında ifadelerinden ibarettir. Bununla beraber Hacı Bektaş'ta şiir, 16. yüzyıl sonrası dönemde Şiî-Bâtınî tesirlerle Alevi-Bektaşi şiirinde ortaya çıkan Allah, Muhammed, Ali üçlemesi, 12 imam ve Ehl-i beyt sevgisi temalarıyla dolu olan bir şiir türü yerine geleneksel İslâm çizgisinde gelişen sufîzmin tasavvufi coşkulu düşünce ve zevk halleriyle dolu olan tevhidi bir muhtevaya sahiptir."

Yazarın Hacı Bektaş-ı Velî'yi bir edebiyat tarihçisi olarak Makâlât'ı yayına hazırlayan ama içerik analizine girişmeyen Esad Coşan'ın yolundan giderek "Sünni İslâm tasavvuf geleneğinde yer alan bir Anadolu Türk sufisi olarak" ele alma biçimi en çok onun muazzam kültüne bağlı olarak onu takdis edenler tarafından reddedilecektir sanırım. Ardında da akademik reddiyeler anımsanacaktır. Ahmet Yaşar Ocak'ın Türk Sufîliğine Bakışlar'ı bu hatırlama siyasetinde ilk başta yer alacaktır.

Emrah Dindi'nin Alevi-Bektaşi Geleneğinde Kur'an Anlayışı adlı kitabı, kusurlarına ve sosyolojiyi ihmal eden çapaklı bakışına rağmen Alevi-Bektaşilerin İslâm'ı ve Kur'ân'ı anlama yöntemlerinin tartışıldığı, dini kimlik ve köken bulma çalışmaların yapıldığı bir dönemde kitabi kültürünü pek bilmediğimiz "otantik" Bektaşilik hakkında önemli ipuçları sunuyor. Bundan dolayı kitap ipucunun her şey olduğu düşünülmeden okunmalıdır.

Emrah Dindi, Alevi-Bektaşi Geleneğinde Kur'an Anlayışı, İz Yayıncılık, 2011, 248 sayfa.

Haksöz-Haber

HABERE YORUM KAT