1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Maziden Âtiye: Son Kürt İsyanı
Maziden Âtiye: Son Kürt İsyanı

Maziden Âtiye: Son Kürt İsyanı

Mesut Yeğen’in Son Kürt Siyanı adlı kitabını Asım Öz, Haksöz Haber için değerlendirdi.

31 Mart 2011 Perşembe 15:14A+A-

ASIM ÖZ / HAKSÖZ HABER

Fırtınalı zamanlardan başlamak üzere Kürt meselesi etrafında devasa bir literatür oluştuğunu yayımlanan ve el an yayımlanmakta olan kitaplara bakarak anlamak mümkün. Bunlar içinde gazete dili ile yazılmış "hafif" metinler yanında orta düzeyde olanlar da var. Meseleyi tarihi içinde ele alan çalışmların ise genel olarak Kürt milliyetçiliği ile özdeşleşen yayınevleri tarafından yayımlanmakta oluşu ise yayın dünyası üzerinden oluşan bilinç halleri düşünüldüğünde tek boyutluluğun bir handikap oluşturduğu söylenebilir.Öte yandan şöyle bir düşünce de ileri sürülebilir ki bunu da tümüyle yadsıyamayız: Böyle de olsa Kürt meselesini konuşmaya katkıları bakımından iyi zamanlarda oluşumuzun bir göstergesidir bu kitaplar.

Yerleşik devlet aklı karşısında meselenin bir asayiş meselesi olmadığını,Kürler'i müstakbel-Türkler olarak değerlendirmenin sıkıntılı bir bakış olduğunu yazmış olduğu kitaplarla ortaya koyan Mesut Yeğen'in mesele ile ilgili güncel yazılarından oluşan Son Kürt İsyanı kitabı yayımlandı. "Kürt meselesi: Niye var?" Mesut Yeğen'in kitaptaki sorgulaması, bu basit ve temel soruyla başlıyor. Yıllarca etrafında dönülüp durulan ve bir türlü içinden çıkılamayan bir meseleyi ilk defa karşılaşıyormuşçasına yalın, açık seçik ortaya koymak zihin açıcıdır. Mesut Yeğen, bu 'sadeleştirmeyi' yapıyor. Fakat orada kalmıyor, aynı zamanda Kürt Meselesinin somut görünümlerine, zorlu ayrıntılarına giriyor. Kürtçe eğitim, demokratik özerklik gibi en hararetli tartışma başlıkları masaya yatırılıyor kitapta. Bu konular, reel politika aktüalitesine sıkışmadan, kavramsal bir berraklıkla ele alınıyor. Sarılmamış yaralar, tarihsel arka plan: Dersim, Şark Islahat Planı da görüş ufku içinde. Yazar, kitapta Kürt meselesinin mahiyetine ilişkin yazıularını tespit ve tasvir, 2007 sonrasında olup bitenleri gidişat, 2003 sonrasını evveliyat, Kürt meselesinin 1925 ve 1938 gibi kimi kritik uğraklarını mazi bölümlerinde ele alıyor.

Hal ve Gidişat

Kitabın içine doğduğu ortam devlet aklının klasik bakış açısının bir yandan değişme eğilimine girdiği bir yandan da çeşitlendirdiği ikibinli yıllar. Devlet aklı seksen yıl boyunca Kürt meselesinde en zorlandığı durumlarda bile Kürtler'i müstakbel Türkler olarak görmeye devam etti. Bu geleneksel akla ikibinli yıllarda egemen olmaya başlayan başka bir akıl da eşlik etmeye başladı. Irak'ta yaşananlardan hareketle devlet aklı iyiden iyiye tedirginleşti. Çünkü artık Kürtler'in müstakbel Türkler olarak görülmesi düşüncesi kesnliğini yitirdi. Kürtler de zamanın yeni sadakatsizleri olarak kodlanmaya başlandı. Mesut Yeğen bu yıllarda yaşanan kırılmayı şöyle özetliyor: "2003'ü takip eden birkaç yıl boyunca, Kürt meselesini asayiş meselesi, Kürtlerinse müstakbel-Türkler olduğu önermeleri kesinliğini yitirmeye, Kürt meselesini yeni sadakatsizlik meselesi, Kürtleri de zamanımızın yeni sadakatsizleri olarak görmeye başlayan bir akıl güçlenmeye başladı. Kürtler, devlet nazarında ilk kez müstakbel- Türkler oldukları kadar, belki bundan daha fazla sözde-vatandaşlar, Kürt meselesi de tenkille hallolunacak bir asayiş meselesi olduğu kadar tehcirle,mübadeleyle hallolunabilir bir sadakatsizlik meselesi, olmya koyuldu. Devlet aklındaki bu yenilenme ahaliye de sirayet etti. Seksen sene boyunca devletle eşkiyalar arasında bir mesele olmuş olan Kürt meselesi, Türkler ve Kürtler arasında bir mesele olmaya yüz tuttu. Ayrımcılık, linç ve pogrom Kürt meselesiyle, Kürtlerle baş etmenin yeni ve sivil araçları olmuştu". İşte bu toplumsal boyut Yeğen'in kitabının adının niçin Son Kürt İsyanı olduğunu da ortaya koymakta. Son büyük Kürt kalkışmasını 1930'da bastıran Cumhuriyet, 1960'ların ortasında bir kez daha kitlesel bir Kürt huzursuzluğuyla karşı karşıya kaldı. Ancak bu huzursuzluk öncekilerine benzemedi. Cumhuriyetin dindirmeyi beceremediği bu son huzursuzluk 1990'a eriştiğinde artık düşük yoğunluklu bir iç çatışmaya evrilmişti. Kürt huzursuzluğunun bu yeni biçimi inkâr siyasetini iflas ettirecekti. Terimin her manasıyla bir isyan olarak olarak 1960'ların ortalarından başlayaıp ikibinlere uzanan zaman dilimini kapsayan son Kürt isyanı üzerinden şu düşüncelerini gündeme taşıyor yazar: Bu isyan Kürtler ayrılmadanm, tehcir ve mübadeleye tabii tutulmadan çözülmek isteniyorsa mevcut yapı bu haliyle sürdürülmemeli siyasal olarak değişiklikler yapılmaldır.Yeğen 2007 sonrası süreci 2003 sonrasından ayırarak ele alıyor. Süreklileşmiş son isyan halinden çıkılmasa da ayrılma, mübadele/tehcir vs kötü ihtimallerden eni konu uzaklaştık ona göre. Ama siyasal olarak yapılması gerekenler kamilen yapılamadığından bir süre daha bu süreklileşmiş son isyan hali ile siyasal ufuk arasında salınımlar yaşanacak.

İnkârdan İkrara

Tarihi arka plan çalışmanın güncelliği içinde sürekli olarak gündemde tutuluyor. Yeğen, Cumhuriyet döneminde diğer Müslüman etnik grupların Türkleşmelerine karşın Kürtler'in bizlik bilinçlerinin bu topraklarda daha eskiye dayanıyor olmasından dolayı asimilasyon politikalarına direnebildiklerini vurguluyor. Ayrıca Osmanlı siyasi birliğine uzlaşmayla dahil olmuş olmalarının da Kürtleri cüretkâr kıldığını düşünüyor.Bilindiği üzere, Kürtler on altıncı yüzyılda yaptıkları uzlaşma sonucunda edindikleri ayrıcalıklara bağlı olarak uzun sğre Osmanlı merkezi yönetimiyle gevşek bir ilişki yaşadılar. Kürtlerin devlet merkeziyle yaşadıkları bu gevşek ilişki onların bizlik bilincine de katkı yaptı. Yeğen'in bu tarihsel arkaplan meselesi üzerindeki düşünceleri onun özerklik, yerinden yönetim vb konulara yaklaşımında da etkili. Bundan dolayı yerinden yönetimin tarihsel ve cari boyutlarına odaklanmayı önemli bulmakta.

Devletin Kürt meselesi ile cebelleşme biçiminin ağırlıklı olarak baskı siyasetiyle biçimlenmesine karşın, baskı siyasetinin ötesinde başka siyasetlerin de egemen eylem biçimine eşlik ettiğini belirtirken üç büyük dönem üzerinde durur: "İmparatorluğu takip eden ve Cumhuriyeti önceleyen birkaç çetin yıla denk düşen ilk dönemde, Kürt meselesi kültürel ve siyasi haklarla ilgili bir mesele olarak algılandı. Bu dönemde Kürt meselesiyle, tanıma siyaseti vasıtasıyla meşgul olundu. 1924'ten 1990'lara kadar uzanan ikinci dönemde ise, Kürt meselesinin kültürel ve siyasi mahiyeti inkâr edildi. Kürt meselesi, devlet nazarında artık sosyal ya da iktisadi bir mesele ya da bayağı bir asayiş meselesiydi. Bu dönemin favori siyasetleriyse inkılâp, baskı ve asimilasyon oldu. Kürtlerin tabi olduğu 'geri' sosyal ilişkiler inkılâplarla, Kürt başkaldırıları da tedip ve tenkille hallolunmak istendi. Mesainin büyüğüyse asimilasyon siyasetine hasrolundu. 1990'larla açılan ve halen tecrübe ettiğimiz üçüncü dönemde, devlet, Kürt meselesinin kültürel ve siyasi mahiyetini ikrar etti. Zikzaklarla döşeli bu son dönemde devletin siyaset repertuarı genişledi: Baskı siyaseti devam etti, asimilasyon siyaseti çeşitlendi ama en önemlisi ayrımcılık siyaseti peyda oldu ve tanıma siyaseti geri döndü." Kürt meselesini bir iki ufak ıslahatla çözümlemeyi düşünen İttihat Terakki yönetiminden bu günlere uzanan bu üç dönem aynı zamanda yüz senede olan bitenin hikayesidir bir bakıma.

1920'li yıllarda hem İstanbul hem de Ankara hükümetlerinin Kürtlerin siyasi ve kültürel haklarını teslim ederek, İttihat Terakki politiklarınndan vazgeçerler. İstanbul hükümeti 10 Temmuz 1919'da Sadaret'te yapmış olduğu bir toplantıda Kürt aydın ve ileri gelenlerine Kürdistan'a Kürt bir valinin ve Kürt memurların atanacağı sözü verilir. Ayrıca, İstanbul hükümetinin özerk bir Kürdistan fikrine yakın durduğu da ifade edilir. Bu yıllarda Cumhuriyetin müstakbel kurucuları olarak Ankara hükümeti de Kürt meselesiyle tanıma siyasetiyle meşgul olunacağını beyan eder. Çünkü Birinci Dünya savaşı sonrasında Türklerle birlikte ortak bir gelecek kurmaya meyyal sadece Kürtler kalmıştır. Örneğin Araplar ve Arnavutlar imparatorlukla yollarını ayırmıştır. Bu veriler şunu gösteriyor: 1918'i takip eden birkaç çetin sene boyunca hem İstanbul hem de Ankara hükümeti, Kürtleri kültürel ve siyasi hakları tanınması gereken bir kavim olarak görüyordu. Öte yandan da imparatorluğun tasfiyesinin ardından devletin Kürt meselesinde takip ettiği siyasetin inkârla başlamadığını gösteriyor Yeğen'e göre. Bu bakımdan Cumhuriyet'i kuranlar "Kürt realitesini" Süleyman Demirel'den yetmiş sene kadar önce tanımışlardı. Cumhuriyeti kuracak kadronun, 1918'i takip eden birkaç çetin sene boyunca 'Kürt realitesini' tanıması tıpkı İslam'la ilişkiler de olduğu gibi araçsal bir tanımaydı bir bakıma. Tanıma siyasetinden Türkleştirmeye uzanan süreci ise şöyle temellendiriyor Yeğen: "Lakin, Yunanistan ordusunu Anadolu'dan çıkarmaya muvaffak olup da Lozan'ı imzalayınca, Cumhuriyetin kurucuları çetin zamanların geride kaldığına kani oldular. Kazanılan başarının sağladığı meşruiyet ve özgüvenle olsa gerek, Kürt meselesinde önce tanıma siyasetinden vazgeçtiler, ardından da meselenin kültürel ve siyasi mahiyetini kabul etmekten. 1924'te ilan ettikleri anayasa, ülkede Türklük haricindeki etnik kimliklerin yaşamasına izin vermeyeceklerini gösteriyordu.

Cumhuriyetin Medeniyeti ve Huzursuzluk

1924 Anayasası, "memleket dâhilinde hukuku mütesaviyeyi (hukuksal eşitliği) haiz başka ırktan gelme kimseler bulun[duğunu]" kabul etmekle beraber, devletin "Türkten başka bir millet tanıma[yacağını]" duyurdu. Anayasa açıktı: Kolektif hakları Lozan'la tanınan gayrimüslim azınlıkların haricindeki yurttaşlara düşen behemahal Türkleşmekti." Ardından inkılaplarla çözülecek bir mesele olarak görülmeye başlanır Kürt sorunu. Cumhuriyetçi kadronun Türkleştirme politikalarına karşı gelişen itirazları nasıl anlamlandırdığı noktasında ise şunları ifade ediyor yazar: "Cumhuriyeti kuranlar şuna inanmaya başlamıştı: Kürtlerin huzursuzluğu, memnuniyetsizliği, bizzat Cumhuriyetçe temsil olunan şimdinin altetmeye koyulduğu geçmişin huzursuzluğundan ibaretti. Bu inanca göre, Kürt ayaklanmaları vesilesiyle kendisini gösteren şey, Cumhuriyetçilerce kurulan yeni ulusal çerçeveye yönelik kültürel-siyasi bir itiraz değil, olsa olsa geçmişin şimdiye, geleneğin modernliğe itirazıydı. Cumhuriyetçilere göre, karşılarındaki mesele Kürt meselesi değil, Kürt meselesiydi ya da geçmişin tasfiyesi meselesi. Kürt meselesi inkâr edilmişti.

Kürtlerin huzursuzluğuna etnik bir mahiyet yakıştırmayı uygun görmeyen bu akla göre, Kürtleri isyana sevk eden, Kürtlüklerini koruma arzusu değil mürtecilerin, eşkıyaların, şeyhlerin ve ağaların kışkırtmalarıydı; ya da Kürtlerin aşiret ve eşkıyalık gibi geri toplumsal yapılara hapsolmuşluğu. Lakin, geçmişin bütün bu 'fenalıkları' şimdinin temsilcisi Cumhuriyetin inkılâplarınca ortadan kaldırılacaktı; çünkü, medeniyet bunu emrediyordu! Cumhuriyetin kurucularına bakılacak olursa, rejimin Kürt ayaklanmalarını bastırırken "yaptığı şey, askeri bir sefer değil, medeni bir yürüyüştü". Meseleye, inkılap,tenkil ve asimilasyondamn oluşan bir siyasetle yaklaşan Cumhuriyet elitleri gerçekleştirmek istediği tasfiye siyasetinde başarılı olamaz.Bir süre sonra mevcut yapılarla ve bu yapıların taşıyıcılarıyla uzlaşmayı seçererek inkılap siyasetinden vazgeçer. Bu uzlaşma bugün dahi sürmektedir. Kimi aşiretlerin koruculuk sistemi ile özdeş hale gelmiş olması bunun bir örneğidir. Tenkil siyaseti ise aralıklarla da olsa sürekli uygulanır. Her ayaklanma sonrasında uygulanan katı sindirme politikaları hatırlanabilir hatta bu konuda Genelkurmay'ın samimiyetini yansıtan Reşat Hallı tarafından yazılan 1972'de yayımlanan Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938) kitabına bakılabilir. Efsaneleştirilen Fevzi Çakmak 18 Eylül 1930'da Başbakanlığa sunduğu raporda, bazı Kürt köylerinin havadan bombardıman yoluyla tahrip edilmesini önermekteydi Yeğen, Hallı'nın kitabından şunları aktarır: "Erzincan ilindeki incelemelerim sırasında ekonomiyi önemli surette zarara sokan ve bu il dahilindeki aşayişsizliğin en önemli amillerinden olan Aşkirik, Gürk, Dağbey, Haryi köylerinin tedip ve tenkiline zorunluluk gördüm. (...) bu bölgede çok şımarık bir durum almış olan bütün Kürt köylerine bir etki yapmak ve devlet nüfuzunu hakim kılmak için Erzincan'a nakledilecek bir hava kıtası ile bu köyleri tahrip etmenin uygun olacağı düşüncesindeyim."

Cumhuriyetin Türk olmayan Müslümanları Türkleştirmek için kuruluşundan bu yana uyguladuığı en sistematik ve sürekli olan uygulama asimilasyon politikalarıydı kuşkusuz. Cumhuriyetin rehber metinlerinden olmuş olan Şark Islahat Planında ve Umumi Müfettişlik raporlarında bölgenin nüufus yapısının değiştirilmesi için neler yapılacağı ayrıntılı olarak anlatılır. Bunun yanında kapsamlı iskan siyaseti nedeniyle 1925 sonrasında Batı bölgelerine önemli oranda Kürt nüfus nakledilir. Türklerin de Türk olmayan bölgelere yerleştirilmesini hedefleyen 1934 tarihli İskân Kanunu bu politikaların devamıydı. Asimilasyon sürecinin bir başka aracı Kürtçe'nin kullanımının kısıtlanması oldu. Şark Islahat Planı uyarınca 'açıkta' Kürtçe konuşmak da yasaklanmaya çalışıldı. 1983 yılında çıkarılan ve 1991 yılında kaldırılan 2932 sayılı yasa Kürtçe'nin kullanımı üzerindeki kısıtlamayı daha da artırdı. Yer adlarının ve soyadların Türkçeleştirilmesi de aynı amaca dönüktü. 1934 yılında kabul edilen 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun üçüncü maddesi "[r]ütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleri[nin]" soyadları olarak kullanılmasını yasakladı. 1949 yılında çıkarılan İl İdaresi Kanunuysa, yer adlarının değiştirilmesi yetkisini, İçişleri Bakanlığı'na verdi ve ardından binlerce yerin ismi Türkçeleştirildi. 1972 yılında çıkarılan 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nun 16. maddesi de çocuklara Kürtçe isim konmasını yasakladı. İnkılap, tedip ve tenkil ve asimilasyon alaşımı bu siyasetin doksanlı yıllardan itibaren iflas ettiği açıkça görüldü.

Bu iflasın ardından sıkıntılar yaşayan Türk milliyetçiliği ise farklı angajmanlar üzerinden fanteziler üretti. 1990'ların sonuyla birlikte Türk milliyetçiliğinin söz dağarcığına eklenen Yahudi-Kürtler ya da yerli-Loizidular benzeri terimler bunun sonucudur.

Toparlarsak, Kürt meselesinde "nispeten iyi, sakin" bir dönemden geçerken, Kürt Meselesinin ağır tarihsel mirasının ve yaşanan onca "kötü zamanların" bilgisini unutmayan yazılardan oluşuyor Son Kürt İsyanı. "Nispeten iyi"nin değerini bilmek ve iyimser kalabilmek için...

Mesut Yeğen, Son Kürt İsyanı, İletişim Yayınları, 2011, 173 sayfa.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum