1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Kapitalizmi sorgulamayan “tesettür” mücadelesi...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Kapitalizmi sorgulamayan “tesettür” mücadelesi...

22 Kasım 2010 Pazartesi 04:23A+A-

“Şule Yüksel’in Yazı Masası” adlı yazımı mahsusen şöyle bitirmiştim:

“Şule Yüksel’in yazı masası; gelenekle modernin arasında köprü kurmuştur.” Tesettürlü kadınların 1968’den bu yana devam ettirdiği, eğitim ve istihdama yönelik adalet mücadelesinin son yirmi yılında uğraş vermiş birisi olarak, “birikim” hakkında ne söyleyebilirim?

 Dünya Bülteni’nden Aynur Erdoğan imzasıyla yayımlanan mülakat ve değerlendirme yazısında Abdurrahman Arslan’ın ciddi eleştirilerini samimiyetle paylaşıyorum. İçeriden ve eleştiri konusu “birikim”den olduğum halde... Tesettürle kamusal alana girmek, ne olursa olsun içeride’lik, adaletsizliğini tenkid ettiğimiz paradigmaya tersinden dahil olmak şeklindeki sığ kıyılara vurmuş durumda ne yazık ki... Abdurrahman Arslan şöyle diyor: “Modern kamusal alan zaten kapitalizmin rahmidir. O alana, fakat en önemlisi o alana hakim sosyal ilişkiler ağını sorgulamadan, tesettürlü veya cübbeli olarak katılmayı başarı şeklinde görmekten çok, geç kalınmış bir modernleşmenin tecellisi olarak görüyorum. İslamın giderek gündelik hayatın yaşanan değil kültürel diline dönüşerek “avamileşmesi”, Müslümanların en azından büyük bir kısmının emin sıfatını her geçen gün biraz daha kaybetmesi kanımca buna işaret ediyor”...

Cidden bugünden baktığımızda, Müslümanların kapitalist sistemin ilişkiler biçimini hiç de gözden geçirmeden kabul etmiş olmaları; kariyere, başarıya, haksız rekabete ve varsıllığa endekslenmiş hırsları, para-banka ilişkilerimiz, sosyal güvenlik algımız, emek-hak ediş ve tüketim alışkanlıklarımız üzerinden konuşacak olursak... Başta işaret ettiğim “köprü”nün çoktan aşılıp, geç-modernizm otobanında son sürat koştuğumuzu fark etmek işten bile değil... Bununla birlikte Arslan’ın “avamileşme” üzerinden tesbitine katıldığımı söyleyemem. Dinin “yaşanan” ve “kültürel” olan şeklinde kolaylıkla ve dikine yarılabilecek bir sosyal olgu olduğunu düşünmediğim için. Kültürel olanın, yaşanan’lara dair (sahih ama gayrı sahih tüm zaman hülasası üzerinden) olanı da kapsayacağı için, bu iç içe geçmişliği yarmanın belki zihinsel ve teorik olarak makulleştirilebileceğine karşın, dünyada ve insan olmanın kaderinin pürüzsüz matematik bir ayrıştırmaya gelemeyeceğini düşündüğüm için... Bahsettiği “avamileşme”nin tam da eleştiri konusu edildiği; insani ve dünyaya dair olma bağlamında, eksikli, kusurlu, zayıf, asabi, aceleci olduğumuz üzerinden feveranla söylerim ki; insan ve çağ elbette hüsran içindedir... Avamileşmek, entropik genişliği artarak devam edecektir, çünkü kıyamet ya da dünyanın zevali mukadderdir. İnanan, salih amel üzerinde olan, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerse, iyi ki var. Abdurrahman Arslan’ın değeri de kuşkusuz bu bağlamda....          

Abdurrahman Arslan, kendi ifadesi ile inşallah yanılmıştır: “Çünkü bunları kapitalizme karşıt bir çaba şeklinde görmüyorum; bu yüzden başarı hanesine yazılacak ortada bir şey olduğunu da düşünmüyorum.” Derken...  “Hatta tam tersine, başörtüsü özgürlüğü için verilen mücadelede elde edilen “birikimi” Müslümanların küresel sistemi içselleştirmekte oldukları bir “tecrübenin birikimi” olarak değerlendiriyorum. Bütün postmodern/neoliberal söylemler içselleştirilmedi mi? Modern kamusal alanı bütün yeryüzünü kuşatması altında tutan, onun açılımı sayacağımız küresellik hadisesini tahlil etmeden, İslam adına onu yeniden anlamlandırmadan böyle bir şeyden bahsetmek kanımca mümkün değil. Paradigma-içi bir muhalefeti temsil etmesine rağmen anti-küreselci hareketin bile gerisinde kalan bir düşünce birikimine sahip olduğumuzu düşünüyorum.” Şeklinde ağır eleştirel bir değerlendirme yapmış mezkur mülakatta.

Tesettür mücadelesinde geldiğimiz noktada; ciddi bir “emek-ürün yabancılaşması” yaşıyoruz dersek, çok mu Marksist bir kıyıya vurmuş oluruz? Bana hangi kıyıya vurmuş olduğumuzdan çok, kıyıya vurmuş olduğumuz gerçeği daha acı geliyor...

Peki ne yapmak lazımdı? Ümmetin anneleri için söylenmiş “vakarla evlerinde oturmak” teklifi, bugünün bizleri için neyi ifade ediyor? Susmak, çekilmek ve kaçınmak mı? Ya babalar ve erkekler? Onların vakarla oturacağı ev’ler nerede? Evsiz, gemisiz ve tufandayız hepimiz...

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT