1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Jose Saramago’nun Politik Nobel Konuşması
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Jose Saramago’nun Politik Nobel Konuşması

18 Şubat 2009 Çarşamba 03:02A+A-

Portekizli yazar Jose Saramago (1922) 1998 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada politik göndermelerle dolu bir konuşma yapmıştı. Kuşkusuz Saramago politik bir yazar olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor. Saramago'nun politik tavrında hem köydeki, hem şehirdeki uzun süreli yoksulluğunun etkisi olmuştur. Bunu Nobel Edebiyat Ödülünü alırken yaptığı konuşmada da vurgumla gereği duyar:”Uyku vakti geciktikçe büyükbabam hikayeler anlatmaya başlardı. Efsaneler, hayaletler, hikayeler, eski ölüler, küçük kavgalar, atasözleri, bitmek bilmez dedikodular, bir yandan beni uyanık tutarken bir yandan da ninni gibi gelirdi. Ben uykuya daldığımda susar mıydı yoksa anlatmaya devam mı ederdi, bilmiyorum. Uzunca bir sessizlik olduğunda "Sonra ne oldu?" diye sorardım; hikayeyi belki kendi için, belki unutmamak için, belki de her seferinde daha zenginleştirmek için yeniden anlatırdı.

O yaşta, büyükbabam Jeronimo'nun dünyada her şeyi bilen tek kişi olduğunu düşünürdüm. Sabahın ilk ışıklarında kuş sesleriyle uyanırdım. Uyandığımda büyükbabam yanımda olmazdı. Beni uyandırmadan hayvanlarıyla tarlaya gitmiş olurdu. Battaniyemi katlar, çıplak ayak -köyde 14 yaşıma kadar çıplak ayakla dolaştım- saçlarımda saman parçalarıyla, evin yanındaki domuz ahırına giderdim. Büyükannem her zaman büyükbabamdan önce kalkar, önüme büyük bir fincan kahve ve bir parça ekmek koyarken akşam iyi uyuyup uyuyamadığımı sorardı. Eğer büyükbabamın hikayeleri yüzünden kötü bir rüya gördüğümü anlatacak olursam beni daima, "Büyütme, rüyalarda hiçbir şey gerçek değildir" diyerek rahatlatırdı. Büyükannem de bilge bir kadındı ama büyükbabam gibi olamazdı. O, incir ağacının altında yanında torunu Jose ile yatan ve bir sözüyle dünyayı yerinden oynatan adamdı. Sadece birkaç yıl sonra, büyükbabam bu dünyadan göçüp gidince ve ben bir yetişkin olduğumda anladım ki, büyükannem de rüyalara inanırmış. Bir gece halen yaşamakta olduğu kulübenin kapısında oturarak gökyüzündeki yıldızlara gözünü dikip "Hayat çok güzel. Ölmek zorunda olmam ne yazık" demesinin başka sebebi olamazdı. Ölümden korktuğunu söylemezdi ama ölüm için "Ne yazık" derdi. O evin kapısının önünde otururken düşündüğüm, o evde domuzlarıyla çocuklarıymış gibi birlikte uyuyan, bu dünyadan göçerken sadece "Hayat çok güzel" diye üzülen, öleceğini hissettiğinde bahçesindeki ağaçlarla tek tek vedalaşan, onlara sarılan ve onları bir daha göremeyeceğini bildiği için ağlayan domuz çobanı, hikaye anlatıcısı büyükbabam Jeronimo'ydu. Yıllar sonra ilk kez büyükbabam Jerenimo ve büyükannem Josefa hakkında yazarken fark ettim ki, ben sıradan insanları edebi karakterlere dönüştürüyorum ve belki de bu, benim onları unutmama yöntemim.”

Dünyaya, tarihe ve günümüze partili bir sosyalist olarak o pencereden bakıyor, romanlarını genellikle politika belirliyor. Ama bu doğrudan sınıf mücadelesi edebiyatı olarak karşımıza çıkmaz. Romanlarının kahramanları yoksul köylülerden, proleterlerden başka kahramanlar olduğu gibi, politika da somut gündelik politika değil, kavramsal düzeyde ve etik formunda başka öğelere yedirilmiş bir politikadır. Saramago, iyi bir edebiyatçı olmanın yanında duyarlı bir aydın. Dünyada gelişen olayları yakından takip ediyor. Gerektiğinde tavır almaktan çekinmiyor. 11 Eylül, ABD'nin Irak saldırısı gibi birçok önemli olayda dünya yazarlarıyla birlikte hareket ettiğini, bildirilere imza koyduğunu, çağrılar yaptığını biliyoruz. Hatta, Uluslararası Yazarlar Meclisi'nin girişimiyle Filistin sorununa karşı barış çağrısında bulunan yazarlar arasındayken, İsrail'deyken, Filistin'de yaşananların Auschwitz toplama kampını anımsattığını söyledi ve bunun üzerine hem İsrailliler hem kendi kitabının İsrail'deki çevirmeni Prof. Menahem Peri tarafından eleştirildi. Peri, kitaplarını bizzat İbraniceye çevirdiği ve tavrını/tarzını bildiği Saramago'nun bu ifadesi karşısında afallamış görünüyordu; zira "Onun, soykırımın ne olduğunu anlamaması beni şaşırttı," demişti. İsrail Barış Hareketi’nin kurucularından yazar Amos Oz da Saramago'yu eleştirenler arasındaydı. Oz, yazarı "korkunç ahlâki körlük" içinde olmakla suçladı; ki bu, yazarın toplumdaki ahlâki çöküntü nedeniyle bulaşıcı bir hastalık şeklinde yayılan körleşme durumunu anlattığı 'Körlük' romanı düşünülünce oldukça “manidar” bir suçlama bu. Jose Saramago seçimlerde söylediği ya da yazdığı herhangi bir sözden cayar ya da bu sözleri çarpıtırsa onu asla affetmeyeceği konusunda Barrack Obama’yı uyardı. Portekizli yazar Obama, önünde duran devasa problemleri çözecek ya da çözmeyi deneyecek ve bu yolda ya galip ya da mağlup olacak dedi. Saramago ayrıca “Obama’nın kimi hataları olursa, ki olacak, onu bağışlamalıyız, zira hata yapmak insanidir” dedi ve şunları ekledi: “Ancak söylediği ya da yazdığı herhangi bir sözden cayar ya da bu sözleri çarpıtırsa onu asla affetmeyeceğim.” “Obama, mesela, belki Orta Doğu’da barışı sağlayamayacak. Ancak böyle bir durumda yapması gereken sahtekâr nutuklarla başarısızlığını örtbas etmek değil. Attığınız adımlara dikkat edin Bay Başkan!”

Nobel konuşmasında “Tanıdığım en bilge adam ne okuma ne de yazma biliyordu. Sabahın dördünde, yeni bir gün Fransız topraklarına yavaş yavaş yayılırken yatağından kalkar, karısı ve kendisinin geçimini sağlayan yarım düzine domuzu otlatmaya giderdi. Annemin ailesi böyle bir fakirlik içinde, küçük bir üretme çiftliğindeki domuzlarını sütten kesildikten sonra komşulara satarlardı. Bu köy Ribatejo'nun Azinhaga köyüydü. İsimleri Jeronimo Meirinho ve Josefa Caixinha idi ve her ikisi de okur yazar değillerdi. Kış geldiğinde evdeki kaplardaki suları dahi donduran soğuk günlerde ağıla giderler, zayıf, çelimsiz domuzları getirip yataklarına alırlardı. Battaniyelerinin altında küçük hayvancıkları donmaktan ve hastalanmaktan kurtarırlardı. Her ikisi de kibar insanlar olmalarına rağmen, onları böylesi bir davranışa yönelten merhamet duyguları değildi. Onları ilgilendiren, duygusallıktan uzak, günlük yaşamlarını korumak ve idame ettirmekti” diyen Saramago önemli olaylar gelişmeye başlayınca halkın o olaylara ilgisinin azalacağını belirten bir kötümserlik içindedir de. Medyanın halkın zihnini biçimlendirdiği zamanlarda normal sayılabilecek bir gelişmedir de bu. Yönetimlerin insanlara karşı sorumlulukları noktasındaki ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmediğini bundan dolayı adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin arttığını da vurgular. Bu medyatik umursamazlıkla da birleşince acının yaygınlaşması da kaçınılmazlaşır. O bunu şöyle açıklar:”Başka bir gezegene kaya yapılarını incelemek için aletler gönderme kapasitesine sahip bu şizofrenik insanlık, milyonlarca insanın açlıktan ölmesini büyük bir vurdumduymazlıkla karşıladı. Mars’a gitmek komşuya gitmekten daha kolay geldi. Kimse üstüne düşen görevi yerine getirmedi. Hükümetler çalışmadı, belki bilmedikleri için, yapamadıkları ya da istemedikleri için,ya da dünyayı gerçekten yönetenler istemedikleri için:güçleri gittikçe azalan,demokrasi idealinden geri kalan boşluğa doğru giden-demokratik çizgiden tamamen uzaklaşmış-çok uluslu ve çok kıtalı şirketler sahneye çıktı.Bizlerde vatandaş olarak görevlerimizi yerine getirmiyoruz.”

Başka bir konuşmasında “Ben karamsar değilim, dünya çok kötü” diyen yazar.“Binlerce yıllık medeniyetin sonunda geldiğimiz noktaya bakın, insanoğlu gerçekten bu mu? Bütün çabamız buraya varmak için miydi? Biz hayatı hak etmiyoruz” diye de ekleme de bulunuyor.

Saramogo bir yandan her şeyin sınırına dayadığı bir karamsarlık içinden konuşmayı denerken diğer yandan bu karamsarlık sınırında insanın yani tekil bireyin sorumluluklarını hatırlatan sorumluluk ahlakına vurgu yaparak içinde yaşadığımız dünyanın daha düzelebilir bir yer olabileceğine vurgu yapar.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum