1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. İttihad Terakki Çetelerine Övgü: “Zeytindağı”
İttihad Terakki Çetelerine Övgü: “Zeytindağı”

İttihad Terakki Çetelerine Övgü: “Zeytindağı”

Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı anı kitabı yakın tarih okumaları yapanlar için önemli bilgiler içeriyor. Kitabı Ahmet Murat Kaya değerlendirdi.

04 Ocak 2010 Pazartesi 22:51A+A-

 

İttihad Terakki Çetelerine Övgü: "Zeytindağı" / Ahmet Murat KAYA

İlk bakış

Kitap Pozitifl yayıncılık tarafından yayınlanmış, 165 sayfadan oluşuyor. Her ne kadar kitap künyesinde belirtilmemiş olsa da, okuyucuda bu baskının günümüz Türkçesine uygun olarak sadeleştirildiği kanaati oluşuyor. Ömer Seyfettin'in hikâyelerinin bile sadeleştirilip günümüz Türkçesine uyarlandığını düşünürsek bu çok zorlama bir tahmin olmasa gerek diye düşünüyorum.

Kitap, Falih Rıfkı'nın Cemal Paşa'nın özel kâtipliğini yaptığı dönemlerdeki anılarını kaleme almasıyla oluşmuş. Yapısı itibariyle, parça parça alınmış notların birleştirilmesinden oluştuğu belli olan hatırat, bir bütünlüğe sahip değil. Bu haliyle hatıra okumaktan zevk alanlar için tatmin edici olamayacak, ama tarih araştırmacıları için küçük satır arası önemli bilgileri ihtiva edebilecek bir eser.

Çete

Falih Rıfkı Atay, Harbiye mektebinde öğrenimini tamamladıktan sonra kendine görev alanı seçmeye çalışır. Bu evrede, daha önce Fuat Dündar'ın "Modern Türkiye'nin Şifresi" kitabından öğrendiğimize göre, İttihat Terakki paşalarının yanlarında illegal faaliyet yürüten çeteler ile irtibata geçmek ister. Bugün bile tartışılan ve Ergenekon benzeri devlet içi yapılanmaların temeli sayılan bu çeteler, cezaevlerinde şartlı tahliye ile salıverilen suçluların, azınlıklar üzerinde baskı kurması ve suikastlar ile nam salmıştı.

Yazarın isteğini mercilere ilettiğinde aldığı cevap şudur:

"Yüzüme baktı ve güldü:

'Biz çetelere hapishaneden adam alıyoruz', dedi. 'Senin gibi genç arkadaşların yeri orası değildir.'

Bu katiler ordusundan bir şey anlamadım."(s:40)

İttihatçı gözüyle Araplar

O dönemlerde her devlet görevlisi birilerinin adamı olmak gibi yafta ile anıldığını hatırlatan yazar kendisinin yaftasını da Cemal Paşa'nın adamı olarak belirtiyor.(s:41) Daha önce Şevket Süreyya'da da gördüğümüz "her devrin adamı olma" karakterine Falih Rıfkı'da da rastlıyoruz. Hatıratını anlattığı dönemde Cemal Paşa'nın bir hayranı olan yazar, daha sonraları Mustafa Kemal hayranı olarak karşımıza çıkacaktır.

"Büyük Türk milleti" hayalleri ile Filistin topraklarına giden yazar, orada bulunan farklı ve güçlü kültürel yapı ile karşılaşınca şaşkınlığa uğruyor. Ve bir "Türk" olarak "Floransa ne kadar bizim değilse Kudüs de o kadar bizim değildi"(s:42), diye yazan Atay, sorduğu mantıksız sorulara da kendini tatmin edecek cevaplar aramakta ama bulamamaktadır.

"Suriye, Filistin ve Hicaz'da:

'Türk müsünüz? Sorusunun birçok defalar cevabı:

'Estağfurullah' idi. Bu kıtaları ne sömürgeleştirmiş, ne de vatanlaştırmıştık.

Osmanlı İmparatorluğu buralarda, ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi. Eğer medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğine şüphe yoktu"(s:43).

Anlaşıldığı üzere yazarımız Filistin, Hicaz ve Şam bölgelerini gezerken hem bir asilzade ukalalığı ile bu topraklara ve insanlarına bakmış, kendince damarlarındaki asil kanın dinamiği ile bu toprakları sahiplenmiş(s:44), hem de bu gereksiz sorumluluk bilincinden de kendini kurtarmaya çalışmıştır.

"İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi… Halep'ten Aden'e kadar süren o koca memlekette bir Arap meselesi var zannetmeyiniz. Arap meselesi denen şey Türk düşmanlığı idi."(s:45)

Yazar bölgede yaptı gezilere Mekke Medine olarak devam ediyor. Bize anlata geldiği şeyler ise, Medine de dinin ticari meta haline geldiği ve insanlarının da katlanılmaz kaba saba küfürbaz kişiler olduğudur(!)(s:59-63). Halkın, toprağın, kültürün ne kadar iğrenç ve dayanılmaz olduğunu anlatan yazar, bu topraklardan ve bu insanlardan kurtulmalıyız savının alt yapısını oluşturur gibidir. Dikkat çeken önemli noktalardan biri de, Osmanlı aydın ve bürokrasisinin bölge kültürüne olan yabancılığıdır. Aynı tarihlerde (sanırım 1917'ler idi)Hicaz'da gezen Muhammed Esed, Yahudi kökenli bir Avrupalı iken, sadece önyargısız bakışı ile bir çok vakıayı okuyabilmiş bir yazardır. Oysa batılı olmak ve batıcı olmak arasında derin farklar vardır ve nitekim Falih Rıfkı Atay bu derinliği bize hissettirmektedir.

Cemal Paşa

Falih Rıfkı Atay, Cemal Paşa'nın en yakınındaki kişilerden biri olması hasebi ile onun birçok kişisel özelliğine yakinen vakıf olmuş bir isim. Genel çerçeve olarak İttihat ve Terakki Partisini hayalperest bulan yazar, Enver, Talat ve Cemal Paşalar ortaklığında sürdürülen iktidarın aslında bir uyumdan yoksun, iç çekişmelere sahne olan bir yanının genel siyasetlerinde etkili olduğunu belirtiyor. Öte yandan bu üçlünün ihtilaf etmedikleri en temel hususun ise azınlıklara karşı takınılacak tutum olduğunun altı çiziliyor.

Cemal Paşa'dan bahsederken bazen vatansever ve fedakar bir portre anlatılırken (s:107), bazen de öldüreceği insanları karşısına dikip kendisine yalvarttıran ve bundan garip bir zevk alan(s:51), bir telgraf ya da inşaat gecikmesini bile idam vesilesi gören(s:86-87) bir portre karşımıza çıkıyor. Aslına bakılırsa bunlar birbiriyle çelişen unsurlar değiller. İttihatçı paşaların sert askeri önlem ve tutumları ile kurguladıkları ulusal vatanseverliklerinin bir sonucudur da denebilir.

Ermeniler

Kitabın bazı noktalarında Ermeni tehcirine değinilmiş. Fakat bu değinmeler son derece kısıtlı bilgi veriyor, verdikleri de Cemal Paşa'yı aklar nitelikte. Bunlara göre İttihatçılar, Arap bölgelerinde gelişen Arap milliyetçiliğini de dengelemek için Ermeni nüfusları buraya kaydırarak, demografik bir operasyon peşindedirler. Hatta yazara göre Cemal Paşa Ermenilerin onbinlercesine kendi eliyle hayat vermiştir(s:49). Bu bölümde en dikkat çekici unsurlardan biri de bir cümlede, Cemal Paşa'nın Ermenileri Müslüman yapmak için heyetler kurduğu bilgisidir(s:75). Daha çok Anadolu topraklarının demografik olarak homojenleşmesi amacını güden tehcirin, Cemal Paşa'nın yetki alanındaki Arap bölgelerine doğru gerçekleşmesi, Cemal Paşa'nın zihninde bir taşla iki kuş vurma cinsinden bir fikir yaratmış olabilir. Ama bu matematik hesaplar güderek, yerleşik halklara yeni tanımlar oluşturma ve bunu yaparken de bin türlü zulme sebep olma vakıasını ortadan kaldırmaz.

Kitabın bir başka kısmında da, Siyonizm ve Ermeni meselesini iç içe görüyoruz. Aktaracağımız bu tablo, hem bu konulara o dönemdeki İttihatçı bakış açısı hem de Cemal Paşa'nın siyasi sorun çözme yöntemi hakkında ipuçları taşıyabilir. Ermeni tehciri konusunda yayın yapan gazeteleri susturmak için bakın nasıl siyaset yapıyor Cemal Paşa:

"Fakat Cemal Paşa çiğ bir politikacı değildi. Siyonistlerin başlarının kimler olduğunu biliyordu. Reisleri çağırdı, dedi ki:

'İkiden biri: Ya sizi, Ermenilere yapıldığı gibi tehcir ederim. Evlerinizi, bağlarınızı, bahçelerinizi bırakıp yaya olarak buğdaya doğru (?) gidersiniz. Yahut evlerinize bağlarınıza ve bahçelerinize sizden heyetleri bekçi yaparım ve emirlerine jandarma ve asker veririm. Bir portakala dokunanı idam ederim. Sizi trenler ile yollarım. Ancak bu ikincisi olmamak için yarın sabah bütün Viyana ve Berlin gazeteleri susmalıdır.

…Karargâh telgrafhanesine gittiler. İki satırla iki büyük şehri, ondan başka Londra ve Paris'i susturdular."

Kitabın son bölümüne, Ateş ve Güneş adlı bir bölüm eklenmiş. Bu eklenti aslında bağımsız bir kitap, ama konu ile coğrafi bağı ile olsa gerek buraya eklenmiş. Yazarın bölgede bulunduğu zamanlarda, çeşitli askerlerle yaptığı söyleşiler, askerlerin dilinden aktarılmış. Bir takım askeri operasyonları ve İngilizlerle olan savaşı anlatan hatıralar hem inandırıcılık ve hem de samimiyet açısından daha sıcak görünüyor.

Değerlendirme

"Babanız Atatürk" ve "Çankaya" gibi tamamen resmi ideolojinin emrine amade, operasyonel kitaplar kaleme alan Falih Rıfkı Atay'ın siyasi pragmatizmi ve sosyal siyasal olaylar karşısındaki faşist tutumu kitapta çokça hissediliyor. Kitap içindeki andığımız birkaç satır arası bilgi dışında işlevsel değil, bir bütünlüğü yok. Ayrıca iddiaların aksine kitabı okuduktan sonra, okuyucuda Atay'ın kaleminin de güçlü olmadığı kanaati uyanıyor.

Yakup Kadri, Zeytindağı için, "Zeytindağı Cumhuriyet devri edebiyatının en büyük hadiselerinden biridir" diyor. Behçet Kemal Çağlar ise "..Ne kadar muhteşem; kimsenin dudağını bükmeye hakkı olamaz.Halep oradaysa arşın buradadır..Bu kitabı okumak adeta bir borçtur ve bir vazifedir" demiş.Benzer şekilde Nurullah Ataç ve Hüseyin Cahit Yalçın da, abartılı bir üslup ile övüyorlar kitabı. Bu övgüler karşısında hayretimizi gizlemeyelim ve övgülerin temelinde de "bizi arkamızdan vuran pis Araplar"(!) hakkında yazılanlar olduğunu düşündüğümüzü ekleyelim.

Haksöz Haber

HABERE YORUM KAT