1. YAZARLAR

  2. Kürşat Bumin

  3. İslamileşmenin paradoksu: İslamı büyük ölçüde depolitize etti
Kürşat Bumin

Kürşat Bumin

Yazarın Tüm Yazıları >

İslamileşmenin paradoksu: İslamı büyük ölçüde depolitize etti

15 Şubat 2011 Salı 00:09A+A-

Dün söz ettiğim Olivier Roy'nın "Post-İslamcı Devrim" başlıklı yazısına göz atmayı bugün de sürdürelim. Tunus ve özellikle Mısır'da yaşanan isyanın anlaşılması yönünde aydınlatıcı bir yazı bu. "İslamcılık" hakkında yıllardır ortada dolaşan pek çok önyargıyı elekten geçiren, "İslam ülkeleri"nde toplumların geçirmekte olduğu dönüşümü anlamaya çalışan bir yazı.

"İslamcılar" söz konusu olduğunda İslam'da toplumun bütün problemlerini çözebilecek güçte bir politik ideoloji bulanları anlıyorsak, Roy, 80'li yıllarda karşımıza çıkan bu akımdan bugün söz etmenin yersiz kaçtığını anlatmaya çalışıyor.

Roy'nın tezi bu akımın en radikallerinin "uluslar arası cihat" için Ortadoğu'daki "İslam ülkeleri"nden çekildiği yönünde. Onlar artık El-Kaide olarak Mağrib'in çöllerinde, Pakistan'da, ya da Londra'nın banliyölerindedir. Bu akımın söz konusu ülkelerde sosyal ve politik temeli kalmamıştır. "Küresel cihat" fikri sosyal hareketlerden ve ulusal mücadelelerden tamamen kopmuştur. El-Kaide'nin kendisini Batı'nın baskısı karşısında Müslüman ümmetinin öncü hareketi olarak sunan propagandası artık işlememektedir. El-Kaide " mücahitleri"ni çevreleri ve aileleriyle bağını koparmış, yani sosyal bağı olmayan gençler arasından seçmektedir. Kendisini "olaylı propaganda" mantığına hapseden bu hareketin Müslüman toplumlarda politik bir yapı inşa etmekle gibi bir meşguliyeti hiçbir zaman olmamıştır.

Roy'nın bu en radikal İslamcı harekete ilişkin yaptığı bu değerlendirme, hiç şüphesiz, "İslam ülkeleri" bahsi açılınca her şeyden önce El Kaide'nin hatırlanması şeklinde cereyan eden toplumsal ruh halinin bir kenara atılması açısından özellikle önemlidir. Yazar okurlarını, her şeyden önce karşılarında duran gerçeği anlamaya davet etmektedir. Benzetme yerinde ise yazar okurlarını "İslam" ya da özel olarak "İslam ülkeleri" hususunda "teolojik" tartışmalardan sıyrılıp "sosyolojik" ve "politik" temelde bir bakış açısına yerleşmeye çağırmaktadır. Bize hiçbir şey açıklamayan bir tartışmadan (ve propagandadan) sıyrılıp, söz konusu toplumları anlamaya çalışmaya bir davet yani.

Roy'nın konuya ilişkin söz ettiği bir başka "optik illüzyon" da dikkate değer. Bu "illüzyon" bizi (yani Türkiye'yi) de ilgilendirdiği için ayrıca dikkate değer. Bu "yanılma-yanılsama" da, "İslamileşme"nin son otuz yıldır Arap dünyasının toplumlarında gözlenen yoğun etkisini "politikanın radikalleşmesi"ne bağlamaktır. Yazar burada soruyor: "Arap toplumları eğer bugün otuz-kırk yıl öncesine nazaran daha İslami ise, bugünkü (Mısır) gösterilerde İslami sloganların yokluğunu nasıl açıklayacağız?" Ve buradan hareketle benim yazının başlığına taşıdım şu tesbit: "İslamileşmenin paradoksudur bu: İslamileşmek büyük ölçüde İslam'ı depolitize etmiştir." Çünkü yazara göre sosyal ve kültürel İslamileşme (başörtüsü, çok sayıda cami, vâiz sayısının ve dini televizyon kanallarının artışı) İslamcı militanların dışında gerçekleşmiş ve kimsenin tekelinde olmayan bir "dini pazar" açmıştır. Özetle, İslamcılar kamusal alanda "dini söz" edebilme tekelini yitirmişlerdir. Söz konusu toplumlarda yaşanan bu İslamileşme beraberinde depolitizasyon ile birlikte bir "banalizasyon"u (sıradanlığı) da getirmiştir. Bu süreçte her şey İslamileşmiştir. "Fast-food'dan kadın giyim kuşamına kadar." Çok önemli olarak bu süreç dindarlığın "bireyselleşmesi"ni de beraberinde getirmiştir.

Roy'nın Mısır özelinde Müslüman Kardeşler'e ilişkin yorumu da önemli. Bu grubun artık farklı bir ekonomik-sosyal modelin savunucusu olmadıklarını, görenekler söz konusu olduğunda muhafazakar, ekonomi söz konusu olduğunda ise liberal olduğunu belirtiyor. 80'li yılların İslamcılarında gözlenen "zenginliğin bölüştürülmesi", "ekonominin devletleştirilmesi" gibi talepler geride kalmıştır artık. Yazar bu çerçevede Müslüman Kardeşler'in Mübarek tarafından tarım alanında yürütülen karşı-reformunu kabul ettiği bilgisini de veriyor. (Bu nedenle Müslüman Kardeşler'in Nil deltasında yaşanan sosyal hareketlerin dışında kaldıkları için, bu alanın "sola dönüş" çerçevesinde sendikalara kaldığı da hatırlatılıyor ki, "sosyal"in başını kaldırması açısından hiç de fena bir haber değil bu!)

İşte böyle... Uzun yıllar bir taraftan ABD'nin, diğer yandan Sovyetler Birliği'nin desteklediği diktatörler tarafından yönetilen, son yirmi yıldır da yok "medeniyetler savaşı" yok "radikal İslamcılar" yok "tarihin sonu" denilerek halkları ağır baskıya, savaşlara, sefalete mahkûm edilen Ortadoğu'nun "İslam ülkeleri", yepyeni bir dalgaya kapılmış olarak nihayet "sosyal" ve "politik"i keşfederek demokrasiye doğru yelken açmaktadır... Bu gelişmelerin bu ülkeleri-toplumları yakın zamanda bile eskisinden çok daha özgür ve zengin kılacağını söyleyebiliriz. Bu ülkelerin bağrından çıkmış yüz çeşit askeri "cunta"nın Batı'nın ve bir dönem Sovyetler Birliği'nin himayeleri altında bölgeyi nasıl bir cehenneme çevirdiği hepimizin bilgisi dahilinde. Bu ülkelerin bu makûs talihi –nihayet- son buluyor gibi. Önce sosyal ve politika ile tanışan gençleri sayesinde tabii ki... Kendisi öyle bir niyet taşımasa da (!) "küreselleşme" sayesinde de tabii ki...

Bugünlük de bu kadarı yeter herhalde.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum