1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Irak’ı Suriye’yi Kim Neden Bölüyor?
Irak’ı Suriye’yi Kim Neden Bölüyor?

Irak’ı Suriye’yi Kim Neden Bölüyor?

Star gazetesi yazarı Adnan Zentürk IKBY'deki referandumu analiz ettiği son iki yazısında Irak ve Suriye'nin bölünme sürecine girmesinde rol alan aktörlerin kimliğini irdelemiş.

02 Ekim 2017 Pazartesi 11:13A+A-

Adnan Zentürk’ün konuyla ilgili iki yazısını birleştirerek iktibas ediyoruz:

IRAK’I PARÇALAYAN BARZANİ DEĞİL, NURİ EL-MALİKİ’DİR... / 28 EYLÜL 2017 STAR

1950 yılında Şii orta sınıf bir ailenin oğlu olarak, Bağdat’ın güneyindeki Hindiya’da doğdu. Dedesi, Hasan Abdullah Muhassin, din adamı, şair ve aktivist olarak 1920’li yıllarda İngiliz işgaliyle mücadele etmiş önemli bir isimdi, onun etkisiyle siyasete çok genç yaşta girdi, 1960’lı yılların sonlarında İslami Dava Partisi’nin genç ve etkin elemanlarından biriydi.

Partinin Şii kesiminin gözüpek savaşçısı olarak Saddam Hüseyin liderliğindeki Baas hareketine karşı direnişin de önemli isimlerindendi. 1979 yılında Baas partisinin kendisini infaz edeceğini öğrenince Ürdün üzerinden Suriye’ye kaçtı, oradan, Baas’a karşı “İslami-Şii” gerilla direnişinin güçlenmesini sağlıyordu, 10 yıl sonra onu, İran’ın başkenti Tahran’da gördük...

1980 yılında Baas rejimi tarafından gıyabında idama mahkum edildi, bu durum, rejimin yıkıldığı 2003 yılına kadar sürdü, Saddam Amerikan-İngiliz ittifakı tarafından yıkıldı, o da ülkesine dönüp Irak siyasetinin en önemli ismi olarak göreve başladı...

Nuri el-Maliki, 2006-2014 yılları arasında Irak’ın kaderini çizen politikacıdır, onun yaptıkları, bugün ülkenin yaşadığı derin istikrarsızlığın ana nedeni olarak karşımıza çıkıyor.

DEAŞ’ı o güçlendirdi

Nuri el-Maliki,başbakanlığı süresince, Irak ordusunu “Şiileştirme” programı uyguladı, İran desteğindeki Şii milis teşkilatı Haşdi Şabi’nin güçlenmesinin yolunu açtı. Şii Bedir Tugayları komutanı Hadi el-Amiri bugün de sağ kolu olarak varlığını koruyor. Sünni toplum, büyük baskı altına alındı, Sünni lider, Tarık el- Haşimi düzmece nedenlerle idama mahkum edildiğinde Türkiye’ye kaçmıştı bile... Devamında Kürtler’in üzerine yürüdü...

Nuri el-Maliki, arkasında Washington ve Tahran’ın olduğunu gördü, pervasız davrandı, Sünniler ve Kürtler’in “Irak ile gönül bağlarının kopmasına” neden oldu.

2014’te DEAŞ, onun Irak’ta oluşturduğu bu kaos ve baskıcı ortamda kendine yol buldu, Sünni toplum, Şii baskısına karşı korunmanın yolunu bu kanlı terör örgütünün şemsiyesi altında bile buldu.

Irak ordusunun Şii askerleri açısından Musul “kendi toprakları değildi...” Bu nedenle DEAŞ’ın saldırısını göğüslemektense kaçmayı tercih ettiler, Ortadoğu denklemine bu kanlı örgütü sokan gelişmeler sonucunda ise ABD ve İran’dan gelen baskılara dayanamayıp yerini Haydar el-İbadi’ye bırakmak zorunda kaldı.

Bugün de güçlü adam

Nuri el-Maliki,perde gerisinde kalmış olsa da bugün siyasi olarak Irak’ın en güçlü adamı, “kingmaker” görevini sürdürüyor, onun onaylamadığı bir ismin başbakanlık koltuğuna oturması mümkün değil. Bu durum, doğal olarak Sünniler ve Kürtler açısından derin bir endişe kaynağı... Musul’a Haşdi Şabi’nin geldiği bir jeo-politik ortamda kendilerini güvende hissetmiyorlar ve her iki kesim de herkesi şaşırtan tercihler ortaya koyabilirler...

Barzani’ye kızmakta haklıyız ama

Erbil sokaklarındaki İsrail bayrakları rahatsız edici. “Bağımsız Kürdistan” serüveninin bir gün “Büyük İsrail” projesine dönüşeceğini biliyoruz. ABD-İsrail ittifakının ve Avrupa’nın yakın gelecekte bu projeyi zorlayacağının farkındayız.

Yani, Barzani’ye kızmakta haklıyız...

Bunu, çok yakın geçmişin, Irak’ta yaşayan Kürt ve Sünniler’in hafızalarına kazınmış trajedi yüklü anılarını göz ardı ederek değerlendiremeyiz.

İran’ın saldırganlığı, buna sırtını dayayan Nuri el-Maliki ve Beşar Esed gibi isimlerin yaptıkları karşımıza bu gelişmeleri getiriyor.

Ortadoğu’nun Sünni ve Kürtleri, emperyalizm tarafından Şii Haşdi Şabi (Hizbullah) ile Sünni radikal DEAŞ arasında sıkıştırıldılar ve kanlı bir oyunun kurbanı yapıldılar.

Bu, bir gerçektir ve Türkiye olarak stratejimizi gerçekler üzerinden yürütmek durumundayız.

Sünni ve Kürt coğrafyayı kaybetmek gibi bir lüksümüz yok, aksine, onlarla konuşma kanallarını açık tutarak bu kaostan birlikte kurtulmanın yollarını aramak zorundayız. Bu süreçte ne Beşar Esed’den ne de Nuri el-Maliki’den bize hayır gelir.

Büyük devletiz... İşi zamana yayarak emperyalizmin karşımıza çıkardığı bu tuzağı vakur duruşla ama sakin, aşabiliriz.

Dünya ve bölge ülkeleri net olarak bilmeli: Bizi çiğnemeden bu bölgede harita değiştiremezsiniz.

(BARZANİ’YE NOT: Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değmedi. Ama yaşamının en büyük hatasını Erdoğan’a yalan söyleyerek yaptın. O, yalanı affeden, çökmüş güveni tamir eden bir karakter değil. Hele Kerkük’e el atman bir siyasi intihardı. En iyisi, çekil, kırılmış vazoyu aklı başında muhataplarla tamir edelim, kendini ve çevreni değil, Kürt halkını düşünüyorsan bunu yaparsın.)

*

BIRAKIN, ABD VE RUSYA SURİYE’DE BATAĞA SAPLANDI... / 2 EKİM 2017 STAR

Ulusların anıları önemlidir. Kuşaktan kuşağa aktarılan acı ve tatlı anılar, giderek bir tarihi/siyasi genetiğe dönüşür. Tıpkı insanlar gibi, uluslar da, yaşadıkları deneyimlerin bıraktığı ve her fırsatta tazelenen anılar ile hareket ederler, karar verici mekanizmaları bu çerçevede yönlendirirler...

Örnek, Erdoğan’ın şu cümlesidir: Yeni Lawrance’lar başarılı olamayacak...

Bu kısa tek cümle, binlerce kitabın özetidir aslında... Türkler Lawrance adını duydukları anda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu coğrafyasında yıkılışını hızlandırmış, Sykes-Picot ile bir dönem dedelerinin kontrolündeki geniş ve zengin toprakları paylaşmış sömürgeci güçlerin oyunlarını hatırlarlar... “Bugünün Lawrance’ları” dediğin anda, Türkler için iş bitmiştir, “beka sorunu” ile karşılaştıklarını, anlarlar...

2008 yılında, Kuzey Irak’ta yaşayan Kürt gazetecilerle yaptığımız bir toplantıda, muhataplarımızın, “neden Türkiye gibi güçlü bir ülke, buradaki 4 milyon Kürt’tenkorkuyor” sorusunu şöyle yanıtlamıştım:Tabii ki, sizlerden korkmuyor, Türk toplumunun beyninin arkasındaki “Sevr Sendromu”nu bilmeden Türkiye’nin reflekslerini çözemezsiniz. Türkler, sizden değil, arkanızda durduklarına inandıkları yeni sömürgeci güçlerin yeni oyunlarından endişe ediyor...

Bu işler böyledir ve bütün toplumlar kendi genetikleriyle yürürler... Ben şimdi kalksam, “yahu benim bugüne kadar dile getirdiğim siyonist Yinon Planı, aslında bir komplo teorisiymiş, (ki değil)İsrail’in çevresindeki ülkeleri parçalama gibi bir de planı yokmuş”desem, bu ülkede buna kimseyi inandıramam, çünkü, Türk toplumu, İsrail’in kurulması sürecinde Payitaht İstanbul’da neler yaşandığını, bu yaşanılanların modern zamanlarda nerelere ulaşabileceğini çok iyi bilir...

Zaten, toplumların “bilge kimlikleri” zor zamanlarda ortaya çıkar, tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi, millet durumu kolay kavrar, sen burada “İsrail’in elini yıkamaya ne kadar çalışırsan çalış, millet bildiğini, kendi deneyimlerinden yola çıkarak” sürdürür...

Vietnam-Afganistan sendromu öne çıkıyor...

Rusya ve ABD’nin de deneyimleri var... Biri Vietnam, diğeri ise Afganistan’da unutulmaz deneyimler yaşadılar... Sonu hüsranla biten Vietnam savaşında Amerika’nın parlak bir kuşağı heba edildi, Sovyetler’in Afganistan serüveninde ise yalnız Rus değil, Sovyet halklarının gençleri büyük yıkımlarla karşılaştılar...

Bakmayın bu ülkelerin yöneticilerinin mevcut küresel güç rekabeti çerçevesinde “dışaskeri serüvenlere” kendilerini kaptırmış olmalarına, arkalarındaki halklarda ciddi rahatsızlık her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor...

Rusya’nın Afganistan gazileri, Suriye’de artan Rus askeri ölümleri karşısında fena halde homurdanıyor... Amerika’da ise, Trump’ın adım adım Suriye savaşının içine girmesine karşı ciddi direniş var...

Neden?.. Toplumun deneyimlerinden kaynaklanan o “bilge güç” orada da kendini göstermeye başlıyor, Amerikan ve Rus kamuoyları, bu işin giderek bir “bataklığa”dönüştüğünü görüyor...

Kamuoyu yoklamaları felaket...

Rus kamuoyu, hava kuvvetlerinin 2015’te DEAŞ’a karşı operasyonları başladığında harekata yüzde 72 oranında destek vermişti, bugün bu destek, yüzde 36’ya inmiş durumda, nedeni, harekatın başladığı günlerde 1.000 ile sınırlanan Rus askeri sayısının sürekli artıyor olması. Bu artış beraberinde Rus askerlerinin cenazelerinin de artmasına neden oldu. Toplum, Suriye’de savaşın sürmesi halinde bu toprakların yeni bir Afganistan olacağına inanmaya başladı...

ABD’de durum daha da vahim... Evet, Amerikan halkının “füze ve hava saldırılarına” desteği yüzde 62 düzeyinde ama, hepsi o kadar, halk, Amerikan askerinin Suriye cephesinde görev almasına yüzde 18 oranında destek veriyor. Bu rakam da zaten karşımıza ABD-PKK ittifakını çıkarıyor, Kürt gençleri, ABD bayrağı altında sonucunun ne olduğunu bile tam olarak anlayamadıkları bir operasyonda ölüp, gidiyorlar...

Rus ve Amerikan yönetimleri, “Vietnam-Afganistan sendromlarını” aşabilirler mi, hayır. Bu durumun 2 yıl daha uzaması halinde, toplumdaki homurtunun nereye varabileceğini de iyi bilirler...

Biz, sınır devletiyiz, evlatlarımız günü geldiğinde o coğrafyada “dedelerinin topraklarında savaştıkları” ruhla (tıpkı Kıbrıs gibi) görev yapıyorlar, “dış güçleri” biraz kendi haline bırakmakta yarar var, kapımıza gelirler, merak etmeyin...

(Rusya’nın İdlib’te yeniden sivil katliamına yol vermesi, ABD’nin Rakka ve Deyrzor’da düştüğü durum, bir çaresizlik alametidir.)

Sergiledikleri görüntü pek kibirli ama bakmayın, toparlayamıyorlar, batıyorlar...

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum