1. YAZARLAR

  2. RECEP ARDOĞAN

  3. İnanç ve Özgürlük -II-
RECEP ARDOĞAN

RECEP ARDOĞAN

Yazarın Tüm Yazıları >

İnanç ve Özgürlük -II-

18 Nisan 2017 Salı 14:17A+A-

2000 yapımı bir Holywood filmi var: "İyilik Bul, İyilik Yap (Pay it Forward)". Film, elbette farklı bir inanca ve farklı bir kültüre ait, ama ana fikir olarak, dikkat çekici. Film, “Birey olarak bir başımıza, dünyayı değiştirebilir, daha iyi bir dünya inşa edebilir miyiz?” sorusuna cevap veren bir öykü içeriyor.

Filmde, rehberlik öğretmeni bir ödev verir ve öğrencilerinden Trevor, bir proje üretir. Zor durumda kalmış üç kimseye gerçekten bir iyilik yapıyorsunuz ve onların her birinden bu iyiliğin karşılığı olarak başka 3 üç kişiye iyilik etmesini istiyorsunuz. İyilik gören üçer kişi kişinin her biri de zor durumda kalmış başka üç kimseye gerçek bir iyilik yapacak… 11 yaşında olan Trevor, iyilikte dünyayı değiştirmek istiyor. Bunun için dünyayı saracak bir iyilik hareketi başlatıyor.

Bir iyilik hareketi başlatma, iyiliğe öncülük etme, İslam’da da vurgulanan bir haslettir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili bir ayette “Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse ona da o kötülükten bir pay vardır.“ (4/Nisa, 85.) buyrulmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bu konuda “Hayrı gösteren, hayrı yapan gibidir.” (Tirmizî, İlm, 14.) demiştir. Yani insanlara bir iyilik yolu göstererek onların o hayra yönelmesini sağlayan, iyilik yapılmasına vesile olan kişi, o iyiliğe yapan gibi Allah katında mükâfatını görecektir. Nitekim, bir başka rivayette de “Kim bir hayra sebep olursa o hayrı yapanın sevabı kadar ona sevap vardır.” (Müslim, İmara, 27; Ebu Dâvûd, Edeb, 17.) denilmektedir.

Hz. Peygamber’in bu hadisleri, iyilik yapmak kadar iyiliğe öncülük olmanın, İslam dinindeki değerini ve uhrevî mükâfatını ortaya koymaktadır. İslam Peygamberi (s.a.v.), ümmetini, iyilik hareketi başlatmaya, iyilik yolunda çığır açmaya da ayrıca teşvik etmiştir:

Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa ona bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey eksilmez. Kim de İslam’da [İslam toplumunda] kötü bir çığır açarsa, ona bunun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim, Zekât, 69.)

Burada insan özgürlüğü konusuna geçersek, aslında ne şekilde özür olacağı ve ne derece özgür kalacağı da insanın kavrayış ve bilincine, akıl ve iradesine bağlıdır. Allah, insanı akıl ve irade sahibi olarak yaratmıştır. O, potansiyel bir özgürlükle dünyaya gelir; onun bir imtihan için dünyaya gelmesi, yeryüzüne varis ve halife kılınması. dirayet ve irade sahibi olması, onun mukadderatıdır. Ama onun gerçek anlamda özgür kalması ve özgürleşmesi, onun duyuş, duruş ve hayat tarzına, tarzına, seçimlerine ve yaptıklarına bağlıdır. O, kendini, içinde yetiştiği, kültür, geleneğe hapsedebilir. İçinde bulunduğu toplumu ve tarihi kendisi için âdeta bir zindana dönüştürebilir. Toplumun tüm sapmalarını sorgulamadan izler, her yaygın kötülüğü meşru gibi addedebilir, şikâyet ettiği her haksızlığı fırsatını buldukça kendisi de yapabilir. “Böyle gelmiş, böyle gider.” Bu gurupta yer alan insanların yaşam felsefesidir. Bunlar, sanal bir özgürlük içinde yaşarlar. Gerçek bir özgürlük dirayeti yoktur bunlarda.

Oysa insan, aslında, gelenek ve topluma yön verebilecek bir özgürlük potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel en çok da topluma ve tarihe yön verme dirayetiyle, İslam’da çığır açma erdemiyle tezahür eder. Burada, İslam’ın “iyi bir çığır açma” ilkesi bağlamında, Müslüman siyasetçinin büyük bir dirayet örneği olduğunu ve olması gerektiğini vurgulamak gerekir. Güncel bir örnekle ifade edersek, Kutlu Doğum Haftası’nda şiir okuyan kız çocuklarının laisizm adına askeri muhtıraya gerekçe teşkil ettiği bir dönemin ardından, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde 30 Ağustos Resepsiyonu’nda şehitlerin ruhuna Kur’an tilavet edilmesi, kanaatimizce bir çığırdır. Çığır açmak, insana verilen özgürlük potansiyelinin ne denli büyük ve önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Burada, Kelebek Etkisi, üzerinde de durmak gerekir. “Kaos Teorisi’yle ünlenen matematikçi Edward Lorenz’in Kelebek Etkisi, karmaşık sistemlerde gerçekleşebilecek en ufak bir oynamanın çok büyük ve öngörülemez etkiler doğuracağını söyler. Örneğin, Amazon Ormanları’nda bir kelebek kanat çırpacak olsa, buradan başlayan zincirleme etkiyle dünyanın bambaşka bir yerinde fırtına kopabilir. Özetle gelecek, oldukça hassas bir terazi gibidir çünkü sistemi etkileyen parametreler çok fazla ve değişkendir. Bu parametrelerin değişken oluşu ve aralarındaki etkileşim, sistemin kendisinden bile daha karmaşıktır. ...Tüm parametreleri biliyor olsaydık kısa vadeli tahminleri tam bir kesinlikle yapabilirdik. Ancak söz konusu uzun vadeli tahminler olunca değişkenleri bilmek de hesaplamak da mümkün değildir.” (Emren, “Özgür İrade Gerçek mi Yoksa Yanılsama mı?”, 76.) Bu görüş, insan iradesinin sayısız ve öngörülemez etkenler altında şekillendiği, dolayısıyla insan özgürlüğünden söz etmenin güç olduğu şeklinde yorumlanabilir. Ancak, tek bir ferdin ortaya koyduğu iradenin çok güçlü etkiler yapabileceği, tüm toplumun ve tüm dünyanın yeniden şekillenmesi için öncü bir dalga oluşturabileceğini söylemek daha doğru olacaktır. Buna göre, bir insanın tüm dünyayı değiştirme, büyük bir toplum da tam bir etki altında kalma olasılığına sahiptir. Dolayısıyla insan iradesine ne tam bir belirleyici olarak görülmeli gibi önemsizleştirilmelidir. İnsan, bilinçli gayret yanında dua ve tevekkül ile yaşamalıdır.

İslam açısından, insanın bu dünyadaki seçimleri, ahiret hayatındaki ebedî mutluluk ya da bedbahtlığa yol açacaktır. Bir bakıma, insanın cüz’î iradesi, sonsuz bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla, insan iradesinin küçültülmesi, önemsizleştirilmesi, İslam açısından doğru değildir. İrade bir yaratılış harikasıdır. Öyle ki sadece insana emanet edilen irade potansiyeli, kendisine yeni imkânlar açabilme kabiliyetine de sahiptir. İnsanı daha özgürleştirecek bir güç merkezidir.

Evrenin tek bir ekosistem olduğunu biliyoruz. Öyle ki, sufiler bunu fark etmiş ve “İnsan küçük evren, evrende büyük insandır.” diyerek aradaki ilişkiye işaret etmişlerdir. Bu ekosistemde işlevi bilinmeyen nice varlıklar olsa da hepsinin Allah’ın sonsuz ilmi ve hikmeti ile yaratıldığını da biliyoruz. Anlaşılıyor ki, evren, âdeta iradesini kullanacak olanlar ile iradesini pek çok konuda başkasına devretmeye hazır olanları ayırt etmek için tasarlanmıştır.

Ancak bu konunun, İslam nazarında, ihmale gelmez bir yönü daha vardır: Dua ve Allah’ın yardımı. Her şeyi maddi sebeplerde aramak, Allah’ın imtihanını, intikamını, şefkatini,  rahmetini ve yardımını unutmak, yanlıştır. Yine, sadece maddi sebepleri hesaplamaya odaklanmak, her şeyi salt kendi bilgi ve iradesine bağlamak da açık bir sapmadır. Çünkü, insanın önünde pek çok bilinmeyen vardır. Bu nedenle Kârun’un, bencil ve dar bakışı olumsuz bir örnektir. Bu konu başka bir yazıda ele alınacaktır.

YAZIYA YORUM KAT