1. YAZARLAR

  2. Kürşat Bumin

  3. İki 'Ankara havası'
Kürşat Bumin

Kürşat Bumin

Yazarın Tüm Yazıları >

İki 'Ankara havası'

21 Ekim 2008 Salı 06:20A+A-

Tarhan Erdem'in Dengir Mir Fırat ve üç DTP milletvekili ile Ankara'da bir akşam yemeğinde buluşmasına ilişkin Hürriyet gazetesinin patlattığı habere getirdiği şu yoruma katılamayacağım doğrusu:

"Bana göre Cuma akşamki yemek, iktidar partisiyle Kürt partisinin ilk resmi teması olması özelliğiyle önemlidir. Hürriyet'in haberi, bu özelliği nedeniyle manşetine çektiğini sanıyorum."

Katılmıyorum, çünkü söz konusu manşetin ve devamında ortaya düşen haberlerin Radikal yazarının yorumuna hakim olan "çözüm arayışı" niyetini paylaşmadığını sanıyorum.

Hatta tam tersine bu manşet ve haberlerin yemeğin AK Partili misarifinin şahsında muhtemel bir AK Parti-DTP diyaloğunun önünü kesme amacını taşıdığını düşünüyorum.

İnanılır gibi değil gerçekten. Her oturumda aynı çatının altında bir araya gelen dört siyasetçinin başkentin göbeğinde (yani öyle Kızılcahamam'da filan da değil) bir yemek masasının etrafında bir araya gelmesi, neredeyse gizli ya da son derece münasebetsiz bir buluşma olarak yorumlandı.

İnternette bu olaya ilişkin haberlerin bir dökümü çıkarılmış. Şöyle şeyler bu haber başlıkları:

"Tesadüfen karşılaştık", "Fırat: DTP'lilerle yemek tesadüftü", "Balık lokantasında Kürt sorunu sohbeti", "İmralı'yı konuştular", "AKP'li Fırat DTP'lilerle yemek yedi", "Sürpriz yemek", "Kebabçıda kritik AKP-DTP buluşması", "Dengir Fırat-DTP görüşmesi 1 yıldır sürüyordu diyen de var","Barzani gibi bizi de dinleyin","Kafa karıştıran yemek", "Balık lokantasında ne konuştular?" vs.

Görüyorsunuz; medyanın dünyanın en tabii bir yemeğini bile nasıl eğip bükmeye çalıştığını, yemeğin AK Partili misafirini (ve tabii AK parti'yi) nasıl "terörize etmeye", milleti yediğine-içtiğine nasıl pişman etmeye uğraştığını görüyorsunuz.

Yeme-içme lokantanın yöneticini bul ve rezervasyonun kim tarafından ve kaç kişilik yapıldığını öğren; terörize olmuş misafirin kendisini lokantanın garaj kapısından dışarı atmasını sağla; ve de sonunda Fırat'a olayın tamamen "tesadüf" olduğunu itiraf ettirmeyi başar...

Medyayı sonuç olarak birkaç kişinin bir yemek masasında biraraya gelmesinden ibaret olan bu "buluşma"ya ilişkin bu derece "eforik" kılan refleksin münasebetsizliği ya da saçma sapanlığı bir yana, son derece "kötücül" olduğunu da söyleyebiliriz. Aman kimse kimse ile bir araya gelip durum değerlendirmesi yapmasın... Aman böyle "sürpriz"lerle ağzımızın tadı kaçmasın... Sanırsınız ki ülkenin başbakanı İmralı'ya gizli bir ziyarette bulundu...

Bu da böyle bir medya işte... Her cenahın ancak ve ancak kendi içindekilere yemek vermesini arzulayan bir medya... Nedense?

* * *

İkinci "Ankara havası" yaklaşan yerel seçimlere ilişkin.

Ankara belediye başkanlığı için CHP'den adaylığı kesinleşen Murat Karayalçın'ın birkaç kez tekrarladığı şu tespitin yanlışı yok doğrusu:

"1994 yılından bu yana seçimi kazanan Gökçek değil, seçimi kaybeden Ali Dinçer, Doğan Taşdelen, Yılmaz Ateş ve Murat Karayalçın değil. Biz seçimi Melih Gökçek'e armağan ettik."

Gerçekten de, 1994-2004 arası Ankara belediye başkanlığı seçim sonuçlarını önünüze koyduğunuzda bu tespitin doğruluğu apaçık olarak ortaya çıkıyor.

2004'de CHP'den aday olan Ali Dinçer, aldığı 30 bin küsur oyla SHP'den aday olan ve 387 bin küsur oy alan Korel Göymen'in yolunu kesmişti. Gökçek'in bu seçimi 393 bin küsur oyla kazandığını unutmayalım.

Benzer bir yol kesme starejisi ile 1999 seçiminde de karşılaşmıştık. Bu kez de, DSP adayı Doğan Taşdelen, 169 bin küsur oyla, 512 bin küsur oy alan Murat Karayılçın'ı yenilgiye uğratmıştı. Gökçek'in skoru ise 541 bin küsürdu.

Gökçek, ancak 2004 seçiminde -AKP'nin oyuna dahil olmasıyla- CHP, SHP ve DSP'nin topladığı oyların toplamını neredeyse ikiye katlamayı başararak rakiplerini ele geçiren "hırs stratejisi"nin sonucu etkilemediği bir zafer kazanmıştı.

Gökçek, Karayalçın'ın CHP'den adaylığı söz konusu olur olmaz - "İzmir'in zehirli suyu" meselesinde olduğu gibi- yine "karşı tarafla" uğraşmaya başladı. Şehrinin suyu konu edilir edilmez vakit geçirmeden İzmir suyunun tahlili için seferber olması gibi, şimdi de kendi adaylığını –ya da kendi partisinin aday adaylarını- bir yana bırakarak Karayalçın'ın adaylığı dolayısıyla CHP'deki muhtemel genel başkan değişiklikleri konusuyla uğraşıyor.

İnsana "korkulur bu siyasetten" dedirtebilecek bir siyaset bu doğrusu... Durduk yerde, "Seçimi kaybedersem siyaseti bırakırım, kendine güveniyorsa o da bu sözü versin" gibi gerçekten tuhaf iddialarda bulunmaya başladı. Şu sözleri de benzer nitelikte: "Karayalçın'ın gerçek amacı CHP genel başkanı olmak". Hadi diyelim ki gerçek amaç bu; bu amacın Gökçek'in kafasını bu derece meşgul etmesi de bir "fantezi" değil mi?

Bu sözlerim bir aday tercihimi açıklıyorum gibi anlaşılmasın. Ben sadece bir başka örneği ile bugüne kadar karşılaşmadığımız tuhaf mı tuhaf bir "siyaset"i, bir "Ankara havcası"nı hatırlatıyorum.

Ayrıca şunu da unutmamak lazım: Siyasetin yereli söz konusu olduğunda da "alternans", yani "münavebe" yararlı bir şeydir. Münavebe olacak ki, yarış içinde daha elverişli siyasetler ortaya çıkabilsin. Yanlış mı söylüyorum? AK Parti hükümetinin en büyük eksikliği karşısında iktidara ciddi olarak aday olan ciddi bir muhalefet partisi bulamaması değil mi?

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT