1. YAZARLAR

  2. HAŞİM AY

  3. “Güvenlikli Bölgeler” Kimlerin Güvenliğini Sağlayacak?
HAŞİM AY

HAŞİM AY

Yazarın Tüm Yazıları >

“Güvenlikli Bölgeler” Kimlerin Güvenliğini Sağlayacak?

05 Mayıs 2017 Cuma 18:09A+A-

Halep’in düşüşü sürecinde Rusya, İran ve Türkiye devletlerinin garantörlüğünde Kazakistan’ın başkenti Astana’da start verilen Suriye görüşmeleri 3 Mayıs’taki oturumdan çıkan bir karardan ötürü uluslararası ölçekte gündem oldu. Garantör ülkelerin yanı sıra bu karar ABD tarafından da memnuniyetle karşılandı. Rusya’nın bir süre önce ipuçlarını verdiği “güvenlikli bölgeler” planının kabul görmesiyle birlikte İdlib’de gerçekleştirilen kimyasal saldırı sonrası Rusya-İran-Esed bloğunun aleyhine seyreden gelişmeler böylece yeniden normale döndü!

“Çatışmasızlık Bölgeleri” veya “Güvenlikli Bölgeler” Anlaşmasının Kapsamı

Anadolu Ajansı’nın konuyla ilgili bugün detaylarına yer verdiği habere göre Kazakistan'ın başkenti Astana'da imzalanan muhtıra kapsamında, Suriye'de muhalifler ve rejim güçleri arasında çatışmaların en yoğun olduğu alanlarda 4 "çatışmasızlık bölgesi" ve bu bölgelerin sınırları boyunca "güvenlikli bölgeler" kurulacak.

Değerlendirmeye geçmeden önce Suriye'nin 4 yerinde oluşturulması öngörülen “çatışmasızlık bölgeleri”nin çerçevesini özetleyelim:

-Proje kapsamında İdlib ve komşu illerin (Lazkiye, Hama ve Halep vilayetleri) bazı bölgeleri, Humus’un kuzeyindeki belli bölgeler, Şam'daki Doğu Guta, Suriye’nin güneyinin belli bölgeleri (Dera ve Kuneytra vilayetleri) “çatışmasızlık bölgeleri” veya “güvenlikli bölgeler” olacak.

-“Garantör ülkeler” tarafından iki hafta içinde kurulacak Ortak Çalışma Grubu, “çatışmasızlık bölgeleri”nin kesin sınırlarını ve sınırlar boyunca oluşturulacak “güvenlikli bölgeler”i belirleyecek.

-“Çatışmasızlık bölgeleri”nde, Suriye rejimi ile ateşkese katılan veya katılacak silahlı muhalif gruplar arasında, hava unsurları dahil olmak üzere her türlü silahlı saldırı durdurulacak.

-El Kaide ile irtibatlandırılan gruplar ve IŞİD ile mücadele “çatışmasızlık bölgeleri”nin içinde ve dışında sürecek.

-“Güvenlikli bölgeler” ise, “çatışmasızlık bölgeleri”nin sınırları boyunca çatışan taraflar arasında karşılıklı olayların ve çatışmaların engellenmesi amacıyla kurulacak.

-İdaresini “garantör ülke” birliklerinin sağlayacağı “güvenlikli bölgeler” ilk etapta 6 ay geçerli olacak.

-Silahsız sivillerin geçişinin sağlanması, insani yardımların iletilmesi ve ekonomik faaliyetlerin devamı için "kontrol noktaları"nın bulunacağı “güvenlikli bölgeler”de ayrıca ateşkese riayet edilmesinin sağlanması amacıyla "gözlem noktaları" yer alacak.

-Kontrol ve gözlem noktalarının faaliyet göstermesi ve “güvenlikli bölgeler”in idaresi, “garantör ülkeler”e ait birliklerce uzlaşı temelinde sağlanacak. Gerektiği hallerde “garantör ülkeler”in uzlaşmasıyla üçüncü taraflar konuşlandırılabilecek.

-Geçici bir önlem olarak belirlenen “çatışmasızlık bölgeleri” ve “güvenlikli bölgeler”in 6 aylık süreleri, garantörlerin uzlaşması halinde otomatik olarak uzatılacak.

-Ayrıca “çatışmasızlık bölgeleri”ne, insani yardımların en hızlı şekilde ulaştırılması sağlanacak. Sivillerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması ve tıbbi yardımın ulaştırılması için gerekli şartlar oluşturulacak. Su ve elektrik dağıtımı gibi temel altyapı tesislerinin tekrar işler hale gelmesi için önlemler alınacak. Mültecilerin ve ülke içinde yerinden olmuş kişilerin evlerine dönmesi için uygun koşullar oluşturulacak.

-“Garantör ülkeler”, 4 Haziran'a kadar “çatışmasızlık bölgeleri” ile “güvenlikli bölgeler”in haritalarının hazırlığını tamamlamak ve “silahlı muhalifler” ile “terörist gruplar”ı birbirinden ayrıştırmak için gerekli adımları atacak.

Değerlendirme

Bu projeye karşı güvensizliği besleyen temel faktör bugün karşımıza “garantör ülkeler” olarak çıkan İran ve Rusya’nın diplomasideki ikiyüzlü tutumları olmaktadır. 

Hatırlayalım; bugün “güvenlikli bölgeler” projesini dillendiren Rusya ve İran daha dün gerçekleştirilen İdlib’deki kimyasal katliamın zanlısı hükmündedir. Aynı blok bölgede uluslararası tepkiye neden olacak çapta imza attıkları her büyük kriz sonrasında buna benzer barışçıl maskeler taktı. Rusya’nın Suriye’yi parça parça kuşatma stratejisi sonuç olarak günbegün işgalin daha da katmerleşmesinden gayrı bir işe yaramadı. Muhaliflerin sahadaki etki alanını arttırdığı ve diplomaside çözümün ufukta göründüğü bir vasatta Türkmendağı’ndan başlayarak işgal ve kuşatma harekâtını genişleten Rusya, muhalifleri iyice sindirdikten sonra Cenevre'ye dönerek barış maskesini taktı. Bir süre sonra Halep’i kuşatan Rusya istediği sonuç hasıl olduktan sonra Türkiye'ye tahliye adı altında gelip cenazelerini toplama izni vermek suretiyle bir kez daha ne kadar insancıl olduğunu gösterdi! Sonrasında Astana isimli bir diplomasiyi canlandırarak barış yanlısı imajını kendince güçlendirdi. O Rusya ki Astana’da alınmış ateşkes kararlarını çiğneyerek ortakları Esed ve İran’ın ihlal ve saldırılarına göz yumdu. Aynı Rusya dünyanın tepkisini çeken İdlib’deki kimyasal katliamın zanlısı şimdi. İdlib'de ağır çekimde bir ölümün tetikçisi olan Rusya şimdi yine karşımıza barış havariliği maskesiyle çıkmakta!

Tüm bunlar doğal olarak temkinli olmamızı gerektiriyor.

Rusya birinci olarak kimyasal katliam gündeminin yol açtığı tepkinin yönünü saptırma, dikkatleri yeni bir barış sayfasına çekerek uluslararası toplumun gazını almayı amaçlıyor olabilir.

İkinci olarak nihai kertede silahlı muhaliflerin manivela alanını daraltacak ve onları birbirine düşürecek bu proje aracılığıyla nicedir gözüne kestirdiği İdlib’de muhalifleri “çatışmasızlık” adı altında sindirip bölgeden tamamen arındırmayı hedefliyor olabilir.  Bu güçlü bir olasılık çünkü adı geçen bölge büyük oranda muhalif bir direnç taşımakta ve bu dirence de Tahriru’ş-Şam gibi hareketler liderlik etmektedir. Nitekim bu sözleşmenin en kırılgan noktasını da bu husus oluşturmaktadır. Anlaşma, adı geçen harekete karşı operasyonların sürdürüleceğini garanti etmektedir.

Özetle “çatışmasızlık bölgeleri” veya “güvenlikli bölgeler” projesi İdlib’i merkeze alarak okunduğunda bölgedeki Suriyeli sivillerin durumunda kısmi bir rahatlama meydana getirebilir. Böylece ağır çekimde bir ölüme maruz bırakılan İdlib en azından bir süreliğine de olsa nefes alabilir,  Halep sendromuna sokulmaktan kurtulabilir. Halep kuşatması sonrası başlayan tahliyelerin son durağı olan İdlib’in yükü zaten ağırlaşmış olup adeta bir toplama kampına dönüşmüştür. Muhalifler de Türkiye de İdlib’in İran ve güdümündeki çetelerin hedefinde olduğunu ve Halep’in düşüşüyle girilen zafer sarhoşluğunun İdlib’in fethi (!) ile taçlandırılmak istendiğini biliyorlar. Dolayısıyla Türkiye’nin Astana’da bu anlaşmaya taraf olmasında rol oynayan temel faktörün İdlib’in Halepleşmesini önlemek olduğu söylenebilir.

Öte yandan İdlib’deki siviller açısından kısa vadede muhtemelen böyle bir olumluluğu ihtiva eden bu anlaşmanın orta ve uzun vadede sürdürülebilir olmasının önünde engeller olduğu da muhakkak. Nitekim bu projenin de daha önceki benzeri diğer birçok örneği gibi en kırılgan noktasını “Tahriru’ş-Şam” gibi hareketlerin konumu oluşturmaktadır. Tahriru’ş-Şam ve Rusya’sıyla ABD’siyle küresel güçlerin tümünce şeytanlaştırılan benzeri hareketlerin konumu bağlamında bu proje ne diyor? Hiçbir şey! Kaldı ki bu projede de mezkur hareketlere karşı operasyonların dur durak tanımadan devam ettirileceği söylenmektedir. Hatta bir adım daha ileri gidilerek muhalifler ile “terörist gruplar” arasında bir ayrıştırmaya gidileceği belirtilmekte ve “garantör ülkeler”in temel çalışma alanlarından birisini de bu hususun oluşturacağı kaydedilmektedir. Bu ise açık bir fitnedir!

Dolayısıyla “çatışmasızlık bölgeleri” veya “güvenlikli bölgeler” projesi tam da bu özelliği dolayısıyla İdlib’deki Suriyeli siviller için kısmi bir rahatlamayı mündemiç olmakla birlikte muhalifler arası büyük bir fitnenin de habercisi görünümündedir. Şayet uzun vadede Suriye’nin Irak sendromuna sokulması istenmiyorsa Tahriru’ş-Şam gibi "terör örgütleri" kapsamına alınmış hareketlerin temsil ve muhataplık hakları iade edilmeli, yol yakınken şer güçlerce dayatılmış ayrıştırıcı projelere alet olmak yerine muhalefet bir bütün olarak ele alınmalıdır. Keza IŞİD dışında bugün “terörist örgütler” kapsamında değerlendirilen Suriyeli muhalif dinamiklerin yarının Suriye’sinde yok sayılması en samimi barış çabalarını bile daha başlangıç aşamasında kadük kılacak, despot Esed sonrası Suriye’sini Irak sendromuna sokacaktır!

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum