
Gençliği kaybeden toplum geleceğini kaybeder
Yaşar Değirmenci, modern çağın; gençliği zihinlerden başlayan bir işgalle kuşattığını ve “biz” olmanın yolunun manevi bağlar ve adil bir diriliş medeniyeti inşasından geçtiğini belirtiyor.
Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
Gençler Olmadan BİZ Olamayız!
Günümüzde işgaller yalnızca fiziki sınırlarımızda değil, çok daha sinsi bir biçimde zihinlerde, kalplerde ve kültürlerde yaşanmaktadır. Fiilî işgal, görülebilir ve dolayısıyla karşı konulabilir bir tehlikedir; ancak zihnî işgal, modern dünyanın görünmez ağları içinde bireyin ruhuna sızar. Bu durum özellikle gençlik üzerinde derin izler bırakmakta; inanç, kimlik ve aidiyet duygularını aşındırmaktadır. Dolayısıyla gençlikle maddî ve manevî bağ kurmak artık sadece sosyal bir sorumluluk değil, bir millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir.
Bugünün gençliği, dijital çağın “hız-haz-hırs” üçgeninde biçimlenmektedir. Sosyal medya platformları, diziler, oyunlar ve yapay gerçeklik evreleri, gençlerin düşünme biçimini dönüştürmekte, onları görünmez bir kültürel kuşatma altına almaktadır. Bu süreç, gençleri yalnızca dinî kimliğinden değil, kendi tarihî köklerinden ve millî aidiyetinden de uzaklaştırmaktadır. Bu tablo, yalnızca ahlaki bir sorun değil; aynı zamanda bir medeniyet krizidir. Çünkü bir milletin geleceği, gençliğinin yönüyle belirlenir. Gençliği kendi kimliğinden kopan bir toplumun geleceği, dış müdahalelere açık hale gelir.
Bu yozlaşmanın temelinde gençler değil, onları koruyamayan sistemler, eğitimi araçsallaştıran politikalar ve örnek olamayan yetişkin kuşaklar vardır. Gençliği yalnızca biyolojik bir varlık olarak yaşatmak, fakat kültürel ve ruhsal bağlamda ihmal etmek, geleceğin temellerini çürütmektir.
Bir ülke, kendi gençliğini kaybederse, önce değerlerini, sonra da geleceğini kaybeder. Bu yüzden çözüm, gençleri suçlamakta değil, onlara yön gösterecek yeni bir dil, yeni bir metodoloji geliştirmektedir.
Dönüşüm kaçınılmazdır; önemli olan bu dönüşümün yönünü belirlemektir. Modern dünyayla çatışmadan, onun teknolojik ve entelektüel birikiminden faydalanarak, fakat öz değerlerimizi kaybetmeden bir denge kurmak mümkündür. Bu bağlamda “Biz kalarak değişmek; değişerek biz kalmak” ilkesi, yeni nesil bir eğitim ve kültür anlayışının omurgasını oluşturmalıdır.
Sekülerleşmenin panzehiri, dogmatizm değil; İslam’ın evrensel adalet, merhamet ve hikmet ilkelerinin yeniden hayata taşınmasıdır. Gençliğin yeniden inşası, sadece ders kitaplarıyla değil, insanın üç dünyasının zihin, kalp ve ruh, birlikte inşasıyla mümkündür.
Bu noktada yeni bir metodolojiye ihtiyaç vardır:
Okuma seferberliği: Kısa ama nitelikli okumalarla düşünme alışkanlığı kazandırmak.
İrade terbiyesi: Sanat, spor ve gönüllülükle sorumluluk duygusunu pekiştirmek.
Manevî-fikrî halkalar: Gençleri değerlerle buluşturacak küçük topluluklar oluşturmak.
Aile eğitimi: Anne-baba okullarıyla ebeveynlerin bilinçlendirilmesi.
Ahlaki ekosistem: Harama giden yolları kapatan, iffeti ve adaleti teşvik eden toplumsal sistemler.
Medya okuryazarlığı: Kültürel kuşatmaya karşı eleştirel bilinç geliştirmek.
Bu adımlar, sadece bireyleri değil, toplumun ruhunu da onaracaktır.
Müslüman dava insanının görevi, sadece kınamak ya da protesto etmek değildir. Asıl hedef, zulmün, sömürünün ve ahlaksızlığın kökünü kurutacak adil bir sistem kurmaktır.
Bu sistem, insanın onurunu koruyan; emeği, merhameti ve adaleti merkeze alan bir düzendir. Mücadelemiz; modern dünyanın araçlarını reddetmeden ama onları anlamlandırarak, yeni bir diriliş medeniyetini inşa etmektir.
Bilginin değişim hızı baş döndürüyor. Teknoloji ilerledikçe insan, kalbinden uzaklaşıyor. Artık “göz teması kurmak”, “omuz hizasında konuşmak” bir erdem haline geldi. Bu yüzden maddî kalkınmadan önce insanî derinlik inşa edilmelidir.
Gençlerle kurulan samimi bir ilişki, milyon dolarlık projelerden daha kalıcı bir yatırımdır. Onları anlamadan, hiçbir dönüşüm gerçek anlamda başarıya ulaşmaz. Bugün insanlığın sancısı, aslında İslâm’a ve hakikate yaklaşma ihtiyacının sancısıdır. Gençleri anlamak, sadece bir kuşağı kurtarmak değildir; bir medeniyeti yeniden diriltmektir.
Sezai Karakoç’un “Diriliş”i, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”su bugün bizden sadece hatırlanmayı değil, eyleme dönüşmeyi bekliyor.
Unutmayalım: “Müslüman, bulunduğu ortama uyan değil; bulunduğu zamana mührünü vuran insandır.”
Gençler olmadan “biz” olamayız. Ve biz, gençlerimizi yeniden kazandığımız gün; sadece bir kuşağı değil, bir geleceği, bir umudu, bir medeniyeti de kazanmış olacağız.











HABERE YORUM KAT