Dijital dünyada mahremiyetin çözülüşü ve şehvete evrilişi
İnsanlık tarihinin belli dönemlerinde gündelik ve dinsel yaşamda köklü bazı sosyo-kültürel kırılmalar yaşanmıştır. Bu kırılmalar, uzun bir süreçte biriken sistematik değişimlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Toplumsal dönüşümler, adeta fay hatlarında biriken enerji gibi, zamanla kırılma noktasına ulaşmaktadır. Günümüz dünyasında dijital iletişim, modern insanlık serüveninin devinim/dönüşüm yaşamasındaki en güçlü araçlarından biri olmuştur. Bununla ilişkili olarak sosyal medya insan hayatını kuşatan en etkili haberleşme ve etkileşim mecralarından biri haline gelmiştir.
Dijital platformlarda, söz, metin, fotoğraf ve video gibi içerikler, bireylerin özel hayatlarındaki mahremiyeti silikleştirmiş, özel-kamusal alan arasındaki sınırları bulanıklaştırmıştır. Özel hayatın ayrılmaz bileşenlerinden olan şahsa münhasır pratikler artık sıradan bir şekilde sergilenmekte; bu durum, mahremiyet anlayışını kökten değiştirmektedir. Geçmiş dönemlerde belli kamusallaşma alanlarında sergilenen benlikler, sosyal platformların yaygınlaşmasıyla farklı bir evrede sunulmaya başlanmıştır. Nitekim dijital teknolojiler ve araçlar geliştikçe teşhir ve görünme duygusu, like/beğeni alma ve kabullenilme narsisizmiyle beslenerek geniş kitlere ulaşma hazzına dönüşmüştür. Benliklerin kamusal alana açılma ve onaylanma arzusu, bireyleri daha “görünür” hesaplara yönelmeye itmektedir. Örneğin, 2025 yılı araştırmalarına göre, kullanıcıların %75'i sosyal medya hesaplarında “gizlilik ayarlarını” değiştirmiş olsa da platformların “veri toplama ve hedefli reklam politikaları” nedeniyle mahremiyet ihlalleri artırmaktadır.
Sosyal medyanın denetlenemez ve akışkan yapısı fertlerin mahremiyet algılarında köklü değişimlere neden olmaktadır. Kapitalist ekonomik sistem bedenleri bir tüketim aracına dönüştürmekte, teşhiri “özgürlük” ve “insan hakkı” olarak sunmaya çalışmaktadır. “Benim bedenim benim kararım” algısının bir sonucu olan bu yaklaşımlar, mahremiyetin sınırlarını olabildiğince esnetmiştir. Gündelik hayatın normal akışı içerisinde uygun görülmeyen bazı tutum ve davranışlar sosyal medyada normal, hatta övülen olgular haline gelebilmektedir. 1960’larda geliştirilen teknolojik öngörüler, 1980’lerden itibaren internetin ve çoklu ortamların yaygınlaşmasıyla hayata geçirilmiştir. WhatsApp, Instagram, YouTube, Facebook, Telegram gibi platformlar, küresel ölçekte günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. İnsan, sosyal bir varlık olmasına rağmen, bu mecralarda kurulan “sanal gerçeklik”, sosyal ilişkilerin yerini alarak yeni davranış kalıpları oluşturmuştur. Günümüz dijital çağında ise sosyal medyanın toplum üzerindeki etkisi daha da belirginleşmiş; “bağlantı kurma, kültürel etkileşim ve reklam” gibi alanlarda hem olumlu hem olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Kapitalist kültür, megaloman insandaki sürekli beğenilme ve ilgi toplama arzusunu kullanarak kadın ve erkek bedenini istismar etmektedir. Spor salonları, diyet programları, estetik operasyonlar ve moda anlayışıyla tek tip bir beden algısı dayatılmakta, çıplaklık/teşhir “çağdaşlığın” bir nesnesi olarak gösterilmektedir. İlerlemeci Batı kültürünün bir yansıması olan bu nesnelleştirme projesi, beden üzerinden teşhiri modernlik adı altında işlemektedir. Beğeni kültürü ve arzusu zemininde inşa edilen bu sosyal mühendislik girişimleri, sosyal medya vitrinlerinde karşı konulmaz örneklere dönüştürülmektedir. Talep oldukça arz devam etmekte, teşhir kültürü güçlenmektedir. Bugün gelinen noktada, Batı toplumlarında görüldüğü gibi, nikâhın küçümsendiği, sadakatsizliğin sıradanlaştığı, aile yapısının zayıfladığı örnek “prototipler” artmaktadır. Özellikle Batı ülkelerinde sıkça rastlanan bir durum olan evlilik oranlarındaki belirgin düşüş ve evlilik dışı cinsel birlikteliklerdeki artış toplumsal haya ve iffet erdemlerini aşındırmaktadır. Bununla birlikte literatürdeki veriler, Avrupa’da bekareti kaybetme yaşının oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Tüm bu sonuçlar toplumsal dokunun şehvet arzusu etrafında şekillendiği çıkarımını yapmayı mümkün kılmaktadır.
Allah, insanı erkek ve kadın olarak iki ayrı cins şeklinde yaratmıştır. Cinsiyetler arasında doğal bir çekim gücü vardır ve bu, insan fıtratının bir parçasıdır, İnsandaki “haz duygusu” belli sınırlar ekseninde normal kabul edilse de bu duygu günümüz koşullarında şehvet ve tutku endeksli yaşam biçimlerinin belirleyici unsuru haline gelmiştir. Oysa insana bahşedilen “haya ve utanma” erdemi iffetin biçimlendiği olgulardır. Kamusal alandaki mahremiyet algısı da bu erdemler etrafında sosyal yaşamdaki İslami düzenin temel yapı taşlarıdır. Sözlükte “helâl olmayan, yasaklanan şey” manasındaki mahrem/iyet, “gizli olan, sırdaş, başkalarına söylenmeyen” anlamlarına gelir. Mahremiyet, dini, ahlaki ve toplumsal açıdan özel olanın dışarıya kapalı tutulması, bireyin hayatına izinsiz müdahale edilemeyecek sınırların korunmasıdır. Ancak iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler, bu anlayışı derinden sarsmıştır.
Yaratılış anlatısı İslam’daki mahremiyet düşüncesi hakkında pek çok önemli veriler içermektedir. İnsan yaşamının zorlu imtihan alanlarından biri olan mahremiyeti koruma emri, yaratılış kıssasında çarpıcı bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın şeytanın vesvesesine uyarak yasak ağaca yaklaşmaları, elbiselerinin alınmasına ve utanç içinde yapraklarla örtünmeye çalışmalarına yol açmıştır. Bu olay, tüm insanlığa bir ibret olmuş, takva libasının, yani haya, edep, iffet ve ahlakla korunan bir duruşun önemini göstermiştir. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın kıssası bizlere şunu hatırlatır; mahremiyetin kaybı, insanı utanca ve günaha sürükler. Nihai olarak mahremiyet, yalnızca bedenin örtülmesi değil aynı zamanda insanın ruhunu, onurunu ve özel alanını koruyan bir kalkandır.
Kur’an-ı Kerim, mahremiyetin korunması konusunda açık emirler sunar. Nur Suresi 30. ayette, “Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha nezihtir,” buyurulurken, hemen ardından kadınlara yönelik aynı uyarılar yapılır. “Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar” ifadesi, sadece çıplaklığın değil, dikkat çekici tavırların da mahremiyetle bağdaşmadığını vurgular. Hucurât Suresi 12. ayette ise, “Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın” buyruğuyla, kişisel gizliliğin korunması gerektiği net bir şekilde anlatılmaktadır. İşte tüm bu emirler doğrultusunda bedenin mahrem parçaları giyim ölçüsüyle sınırlandırılmıştır. Kadının ve erkeğin bedenlerini birbirlerine teşhir etmeyecek şeklinde bir tavır içinde olması emredilmiştir. Bu meyanda tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir toplumunda sınırsız teşhir kabul görmemiştir.
Sosyal medya bağımlılığı ve “Dijital Narsisizm” gibi olgular, bireylerde hem psikolojik hem de toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Bu sebeple “en seküler Batı” toplumlarında dahi sınırsız bir mahremiyet ve teşhir algısının olmadığı söylenebilir. Araştırmalar, sosyal medya kullanımının narsisizmle bağlantılı olduğunu göstermektedir. Dijital etkileşim platformlarındaki beğeni ve paylaşım mekanizmaları hem grandiyöz hem de kırılgan narsisizmi artırabilmektedir. İnsanlar, yüz yüze ifade edemeyecekleri duygu ve görüntüleri bu platformlarda rahatlıkla paylaşmakta bu da şehvetperest eğilimlerin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Özel alanın kamusallaşması, bireyleri yalnızlaştırmakta, toplumda yabancılaşma ve değerlerin yozlaşmasına sebep olmaktadır. Dijitalizm, derin psikolojik buhranlar yaratmakta, sonuç itibariyle tatmin olunmaz duyguların esiri ve bağımlısı olan hastalıklı-kırılgan toplum yapısı ortaya çıkmaktadır.
Bauman, dijital toplumda gözetlenme anlayışını görme ve gösterme üzerinden yaptığı tanımlamalarla açıklayarak mahremiyet algısına farklı bir boyut kazandırmıştır. Bauman, günümüz toplumlarının değişken bir görüntüye sahip olduğunu ve bu toplumların akışkan aşamada olduğunu söylemektedir. Bu akışkanlık içerisinde kontrol edilemez şehvet tutkusu, muhafazakâr fertleri de etkisi altına almaktadır. Dolayısıyla dinsel semboller ve kimlikler, şeffaflaşmış akışkan platformlarda tüketimin bir nesnesi haline gelmektedir. Selfie/özçekim paylaşımları, bride/bekarlığa veda partileri, nişan ve düğün merasimlerindeki içerik paylaşımları mahremiyetin bu kültürel erozyon etrafında buharlaştığını göstermektedir. Ancak mahremiyetin sosyal medyada korunması, kadınların sosyo-kültürel etkinliklerini bu mahremiyet sınırları içerisinde yaşaması, bu etkinlik görüntülerini herkese açık paylaşmamaları önem arz etmektedir.
Teşhir, şehvet ve beğeni kültürü karşısında bireysel olarak takva libasını kuşanmak, ardından toplumsal ölçekte mahremiyet bilincini diri tutmak zorundayız. Resulullah (s.a.v), elçi olarak gönderilmeden önce Mekke’de “iffetin çiğnendiği, hayasız ilişkilerin normal kabul edildiği ve şehvetin hayat nizamı olduğu” toplumsal bir düzen hakimdi. Ancak onun davet ve tebliğ mücadelesi neticesinde bu yozlaşmış yapı, haya, edep ve iffet libasını kuşanan örnek bir ümmete dönüşmüştü. Bugün de kurtuluşun yolu, aynı çizgide Allah’ın emirlerine, Kur’an’a ve sünnete yönelmekte gizlidir. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise indirdik. Takva elbisesi ise (bunların) en hayırlısıdır. İşte bu Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar.” (A‘râf, 26). Yine Nur Suresi’nde mümin erkek ve kadınlara hitaben:
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, iffetlerini korusunlar...” (Nur, 30-31) buyrularak mahremiyetin korunması emredilmiştir. Resulullah (s.a.v) da haya ile imanın ayrılmaz bir bütün olduğunu şu hadisiyle vurgulamıştır: “Haya imandandır. Haya gidince iman da gider.” (Beyhakî, Şuabü’l-İman, 7/78)
Bu sebeple, teşhir kültürünün yayılmasına destek olan sosyal medya hesaplarını takip etmemek, yanı sıra buralarda iffet ve hayâ ölçülerini muhafaza etmek en önemli görevlerimizin başında gelmektedir. Çünkü teşhir ve hayanın görünmez olduğu sosyal medya hesaplarına talep oldukça arz devam edecek, ilgi oldukça insanlar daha fazla yozlaşacaktır. Bunun panzehiri ise, Allah’ın bizlere bahşettiği en büyük nimetlerden biri olan bedeni örten takva libasını kuşanmaktır. Bedenimizi örten elbise bizi toplum içinde korur ancak asıl koruyucu olan, haya ve iffetle süslenmiş takva elbisesidir. Dolayısıyla hem bireysel hem de toplumsal düzlemde, hayâyı ve iffeti korumak, teşhir ve şehvet kültürüne karşı en büyük direniş olacaktır.
Allah Teâlâ bizleri iffet ve hayâ libasından ayırmasın, gözlerimizi haramdan, kalplerimizi fitneden muhafaza eylesin. Takva elbisesiyle kuşanarak hem dünyada izzetli hem de ahirette cennete nail olan kullarından eylesin. Âmin.












YAZIYA YORUM KAT