1. YAZARLAR

  2. Fahrettin Altun

  3. Değişim ve statüko kıskacında Ak Parti
Fahrettin Altun

Fahrettin Altun

Yazarın Tüm Yazıları >

Değişim ve statüko kıskacında Ak Parti

23 Mart 2009 Pazartesi 03:44A+A-

AK Parti, Türkiye'de siyasetin adeta kilitlendiği, ekonomik kriz ortamının yaşandığı ve uluslararası bir siyasi krizin kapıda olduğunun düşünüldüğü zor bir dönemde tek başına iktidara geldi. AK Parti, siyasete "adalet" ve "kalkınma" gibi iki kurucu kavramla girdi. Kendisini siyasete bir ahlak kazandırmayı ve klasik ideolojik kutuplaşmaların ötesinde politika üretmeyi hedefleyen bir parti olarak takdim etti.

AK Parti, ilk döneminde özellikle "ekonomik iyileşme" yönünde adımlar atmış, ancak "temel haklar ve özgürlükler" alanında AB üyeliği sürecindeki iniş çıkışlara paralel olarak erteleyici bir politika izlemeyi tercih etmiştir. AK Parti, ikinci döneminden itibaren yeni anayasa, Kürt sorunu, Alevilik meselesi, din ve vicdan hürriyeti, azınlık hakları gibi alanlarda bazı adımlar atmışsa da, bu adımları kısmen sistematik bir siyaset felsefesine dayandıramadığı için, kısmen de bürokratik oligarşinin engellemeleri dolayısıyla yeterince ilerletemedi..

Siyasette yeni eksen: AK Parti ve karşıtlığı

AK Parti, kurulduktan kısa bir süre sonra bir çekim merkezine dönüştü. Bu dönemde AK Parti, medya, sermaye ve bürokrasinin müesses nizamı tarafından Türkiye'nin çalkantılı bir döneminde kendisinden yararlanılabilecek, yeni yüzü ve toplumla kurduğu iletişim sayesinde devletin hareket alanını genişletebilecek ve ülke ekonomisindeki aksaklıkların giderilmesine hizmet edebilecek bir siyasi aktör olarak görüldü. Ne var ki, AK Parti üzerindeki bu geniş mutabakat uzun süre varlığını koruyamadı. Özellikle 28 Mart 2004 yerel seçimlerinden sonra "AK Parti'nin alternatifsizliği" tartışmaları ile birlikte, CHP, ana akım medya, bürokratik oligarşi ve kimi büyük sermaye çevresince temsil edilen ve giderek güçlenen bir muhalefet ortaya çıktı. Yapılan muhalefetin temel özelliği, AK Parti'yi "gizli gündem sahibi", "gayri meşru" bir siyasi güç olarak takdim etmesiydi. Bu muhalefetin içinden AK Parti karşıtlığı temelinde çerçevelenmiş bir "siyasal kimlik ve pozisyon" ortaya çıktı. 27 Nisan Muhtırası, Cumhuriyet mitingleri, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinin engellenmesi gibi süreçlerle bu pozisyon daha da tahkim edildi. Buradan 22 Temmuz erken seçimlerine gidildi ve bu seçimden AK Parti, muhaliflerinin beklentilerinin aksine kayda değer bir başarı ile (yüzde 47 oy alarak) çıktı.

Seçim başarısının ardında AK Parti'nin beş yıllık iktidarı boyunca uyguladığı ekonomik ve sosyal iyileştirme politikaları kadar, hatta belki onlardan çok daha fazla, toplumda, gerilim üreten politikalara, değişim karşıtı devletçi zihniyete ve siyasetteki bürokratik vesayete duyulan tepki yatıyordu. AK Parti, bu tepkinin siyasal temsilini üstlenebilecek yegâne politik oluşum olarak görüldü. Bu durumun bugün için de varlığını koruduğunu söylemek mümkün. Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta da, AK Parti'nin 22 Temmuz'daki seçim başarısını bir mağduriyet söylemi ile değil, bir mücadele söylemiyle yakaladığıdır. AK Parti'nin 27 Nisan Muhtırası karşısındaki hızlı ve net tepkisi, onun Türkiye'de siyasetin alanını genişletecek bir siyasal özne olarak algılanması sonucunu doğurmuş, Türk siyasal geleneğinde "askerin son sözü söyleme" geleneğinde açtığı gedik, ciddi bir toplumsal teveccühle karşılanmıştır.

Her ne kadar AK Parti, 22 Temmuz seçimleri sonrasında Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayarak, cumhurbaşkanını halkın seçmesini oylayan bir referandum gerçekleştirerek ve yeni anayasa çalışmalarına hız vererek politik yolculuğuna, mevzisini tahkim ederek devam etse de, ideolojik zeminde işleyen AK Parti karşıtlığı sahneden çekilmedi. Bu karşıtlık, Başbakan'ın başörtüsünü temel alan açıklamasından sonra bir kez daha görünür bir hal aldı. MHP bu süreçte AK Parti ile ortak hareket edeceğini açıkladı, MHP–AK Parti işbirliğiyle yapılan anayasa değişikliği, CHP'nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Söz konusu "Anayasa değişikliği", bir buçuk ay sonra AK Parti aleyhine açılan kapatma davasının ana gerekçelerinden biri oldu. Beş ay süren kapatma davası sadece siyaseti bir süreliğine kilitlemedi, aynı zamanda Türk siyasal yaşamının gidişatına da temel bir müdahalede bulundu. Çünkü Türk siyasal yaşamı, bir süredir değişimci güçler ve statükocu güçler arasındaki mücadeleye tanıklık etmekteydi. Esasında, kapatma davası ile birlikte AK Parti'nin hareket kabiliyeti sınırlandırılmak ve parti içindeki değişimci güçler sindirilmek suretiyle geleneksel Türk sağında konumlanan bir merkez partisine dönüştürülmek istendi. Bu noktadan itibaren karşımızda duran soru, AK Parti'nin, kapatma davası sonrasında modern Türk siyasetinin yapısal açmazlarına, tarihten bugüne gelen sistemik sorunlarına dair dinamik açılımlar gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği sorusudur.

Kapatma davası sonrası AK Parti

AK Parti, uyguladığı politikalar ve bünyesinde ihtiva ettiği kimi kadroların siyasal söylemleri göz önünde bulundurulduğunda, bu müdahaleden etkilenmiş bir görüntü vermektedir. Bugüne kadar yaşanan siyasi sürece baktığımızda AK Parti'nin Türkiye ve dünya siyasetinin dinamiklerinin ve toplumsal yapıların nasıl dönüştüğünü temel alarak "içinden konuştuğu zihinsel çerçeveyi" inşa edemediğini, özellikle "temel haklar ve özgürlükler" alanında bir "siyaset felsefesi" üretemediğini görebiliriz. AK Parti, hâlâ hangi siyasal çerçeve ya da çerçevelerin içinden konuştuğunu netleştirebilmiş değildir. Bu nedenle de, özellikle ülkenin gerilimli ve hassas konularında gündelik politikalar üretmekle iktifa etmektedir. Bu konumunu ülkenin bütün hassas konularındaki tavırlarında izlemek mümkündür. Asker–siyaset ilişkilerinden Kürt sorununa, başörtüsü meselesinden azınlık haklarına kadar birçok olayda, AK Parti'nin politikalarından kamuoyuna yansıyan görüntü, uzun vadeli bir stratejiden çok gündelik pozisyon alışların varlığıdır. Bu durum, onun hareket kabiliyetini ciddi şekilde kısıtlamakta, her engelde sarsılan ve yalpalayan bir görüntü vermesine neden olmaktadır. AK Parti, bürokratik ve iktisadi elitlerin kendisine gösterdikleri teveccühten ya da eleştirilerden bağımsız bir siyasi strateji ortaya koyamamakta, bu da AK Parti'nin yargı reformunun gerçekleştirilmesi, katılımcı demokrasiyi tahkim edecek düzenlemelerin hayata geçirilmesi, sivil anayasa tartışmalarının canlı tutulması, hak ve özgürlükler önündeki engellerin kaldırılması gibi Türkiye'de devlet–toplum dinamiğinin yönelimini belirleyen konularda AK Parti'nin ısrarcı olamaması sonucunu doğurmaktadır.

Bütün bunlarla birlikte AK Parti, Türk siyasal alanında sıhhatli bir değişim programı oluşturabilmek için önemli imkânlara da sahiptir. AK Parti, günümüz Türkiye siyasi ortamı içerisinde hiç kuşkusuz toplumla en dolaysız, en yakın ve en uzun süreli ilişkiyi kurabilen parti konumundadır. AK Parti, Türk siyasal yaşamının geleneksel sınır çizgilerinin birçoğunu yok sayabilecek şekilde politika üretme imkânına sahiptir. Türkiye'nin bütün bölgelerinde örgütlenen AK Parti, kentli–köylü, doğulu–batılı, zengin-yoksul, Türk–Kürt, müslim–gayrimüslim düalitelerini aşabilecek bir potansiyel taşımakta, toplumun bütün kesimlerinden destek alabilmektedir. Bu noktada partinin "toparlayıcı bir lider" figürüne sahip oluşu da önem arz etmektedir.Bunun yanı sıra, halen Türkiye'deki siyasal polarizasyon, "AK Parti ve diğerleri" olarak teşekkül etmekte, siyasal alanda AK Parti iktidarının bir alternatifi oluşamamaktadır. Partililer, çoğu zaman bu durumun yarattığı olumlu durumlara dikkat çekmekte, yaratacağı dezavantajlar üzerinde durmamaktadırlar. AK Parti iktidarının hâlihazırda alternatifinin olmayışı, onun açısından iki düzlemde dezavantaj oluşturmaktadır. Birincisi, bu durum partililerde bir motivasyon eksikliği oluşturmakta, seçim çalışmalarından topluma dönük hizmet politikalarının örgütlenmesine kadar her alanda rekabet koşullarının oluşmaması dolayısıyla, nitelik üretimi birinci sırada yer almayabilmektedir. AK Parti iktidarının alternatifsiz oluşu, bir başka sonuç daha doğurmaktadır ki, bu, ülke açısından da endişe verici bir boyut taşımaktadır. Alternatifi olmadığı düşünülen bir siyasi partiye karşı, olağanüstü siyasi müdahalelerin özendirilmesi ve zor araçlarıyla demokratik siyasi sürecin durdurulmasına çalışılması bir "çözüm" olarak takdim edilebilmektedir. Nitekim yakın dönem Türk siyasi tarihi, AK Parti'ye karşı bu tür birçok girişime tanıklık etmektedir. Yukarıda işaret edilen "367 kararı", bunlardan bir tanesidir.

AK Parti toparlayıcı bir lider figürü mü?

Toplumsal anlamda statükodan duyulan rahatsızlığın ya da mevcut siyasi aktörlere ilişkin toplumsal yılgınlığın AK Parti'yi daha ne kadar iktidarda tutacağı önemli bir tartışma konusudur. AK Parti özgürlükçü bir politika sürdürmediğinde, partiye dönük olarak açılan toplumsal kredinin de geri alınacağını bilmek durumundadır. Türkiye'nin siyasal yapısı içerisinde AK Parti'nin bir alternatifinin olmadığı tespiti, geçerliliğini hâlâ korumaktadır. Fakat bu durum, AK Parti'nin siyaset üretip üretmemesine bağlı olarak değişecektir. AK Parti'nin toplum önünde sınanma kriterleri ise oldukça yüksektir ve parti yönetiminin bunun ne kadar farkına vardığı belirsizdir. AK Parti, siyasete dair giderek tırmanan toplumsal güvensizliği ortadan kaldırmak ve siyasetteki "iyi-kötü" standartlarını yeniden tesis etmek talebi ile varlık bulmuştur. Aynı zamanda, Türkiye'deki klasik ideolojik bölünmelerin ötesinde bir siyaset yapacağını ilan etmiş ve "kimlik siyaseti" yapmadan bir politik mücadele vereceğini belirtmiştir. Bu süreçte AK Parti, iki hedefi olduğunu açıklamıştır ve bunlar ismine de yansımıştır; adalet ve kalkınma. Bir başka deyişle, ülkedeki haklar ve özgürlükler sorununu çözmek ve ekonomik açıdan bir iyileşme sağlamak, AK Parti'nin iki temel hedefi olarak ortaya konulmuştur. Tam da bu nedenle, AK Parti'ye dönük performans değerlendirmesinin yapılması gereken alanlar bunlardır.

Toplumsal farklılıkların, tartışma ve gerilimlerin uzlaşma ile aşılabileceği düşüncesi önemlidir fakat tek başına yeterli değildir. AK Parti, sivil ve demokratik siyaset savunusunu, bireysel ve kolektif özgürlükler vurgusunu, halkın egemenliği ve hukuk devleti yaklaşımını sıhhatli bir çerçeve içerisinde savunabildiği oranda, Türk siyasi hayatının gerçek bir aktörü olmaya devam edecektir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT