1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Değişen Ortadoğu’da Türk baasçılığı
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Değişen Ortadoğu’da Türk baasçılığı

16 Mart 2025 Pazar 16:36A+A-

Herakleitos, "Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" derken, muhtemelen değişimin kaçınılmaz ve sürekli olduğunu vurgulamak istemişti. Ancak ne Herakleitos’un yaşadığı Antik Yunan'da ne de tarihsel süreçlerde, hayat hiçbir dönemde şu anki kadar hızlı bir değişim geçirmemiştir. Bu değişimi yalnızca bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemelerin ortaya çıkardığı sosyolojik sonuçlar anlamında söylemiyorum.

Günümüzde, küresel düzeyde ve özellikle Ortadoğu coğrafyasında, son derece hızlı ve köklü değişimlere tanıklık ediyoruz. Öylesine büyük bir ivmeye sahip ki, baş döndürücü şekilde yaşanan bu değişimin dinamiklerini anlama çabası;  bizi bu değişimin yönünü, rotasını ve nihai hedeflerini doğru bir şekilde analiz etme imkânından alıkoyarak bu dönüşümün temel nedenlerini, potansiyel sonuçlarını ve gelecekteki olasılıklarını sağlıklı bir şekilde değerlendirmemize engel oluyor. Hâlbuki söz konusu gelişmelerin sağlıklı bir analizinin yapılması, yalnızca günümüzün değil, yakın ve uzak geleceğimizin şekillenmesinde kritik bir öneme sahiptir.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın ardından galip devletlerin şekillendirdiği küresel düzen, bu düzeni sürdüren kurumlar ve onlara hayat veren fikri ve felsefi altyapılarda yaşanan aşınma; maddi değişimlerle sınırlı olmayan,  aynı zamanda politik ve kültürel düzeyde değer temelli bir değişimin eşlik ettiği bir belirsizliği beraberinde getiriyor. Geleneksel ittifak ilişkilerinin bozulduğu, rekabetin farklı boyutlara taşındığı tarihsel bir süreçten geçiyoruz.

Coğrafyamıza gelecek olursak; Suriye’de Esat diktatörlüğünün yıkılmasıyla gerçekleşen halk devrimi ve akabinde Öcalan’ın "İki dünya savaşı, reel sosyalizm ve soğuk savaş" ürünü olarak nitelediği PKK’nin, miadını tamamladığını ve kendisini feshetmesi gerektiğini ifade etmesi; Arap Baasçılığı ve Kürt Baasçılığının neredeyse eş zamanlı olarak siyaset sahnesinden çekilmesi anlamına geliyor. 
Arap ve Kürt Baasçılığının tasfiye olması ve Suriye Devrimi İslami kesimin önüne büyük bir ufuk koymuştur. Özellikle Suriye'deki devrim, zaten anlamsız olan aramızdaki sınırları daha da anlamsız hale getirdiği bir süreçte; eski Türkiye’nin kafa kodlarına dayalı bir paradigma olan Türk Baasçılığıyla (Kemalist ideoloji ve ulusalcı devlet anlayışı) bu yeni süreci karşılamak veya yönetmek mümkün değildir. Kürtlere Türklüğü, Türklere Batılılaşmayı, Alevilere Sünniliği, Sünnilere Sekülerleşmeyi dayatan fıtrat karşıtı, ırkçı ve despotik bir anlayışın toplumsal hayatın gerçekliği ve sözünü ettiğimiz bu gelişmeler karşısında bir hükmü ve sürdürülebilir olma vasfı kalmamıştır. 

Türk Baasçılığı, sadece iç siyasette değil, bölgesel ölçekte de halklar arasındaki ayrımcılığı derinleştiren bir zihniyetin tezahürüdür. Bundan yüz yıl öncesine kadar Osmanlı’nın birer vilayeti olan; dini, kültürel ve coğrafi olarak et ve tırnak gibi olan merkezlerle ilişkilerin “terör/güvenlik” sarmalından çıkamamasının sebeplerini şimdi çok daha iyi anlıyoruz. 

Yeni bir Ortadoğu’nu kurulduğu bu süreçte değişen güç dinamikleri, eski devlet anlayışını ve bu anlayışa dayanan ideolojik ve felsefi temellerin yeterliliğini sorgulamayı gerektirmektedir. ‘Ne Şam’ın şekeri, ne Arabın yüzü’ diyerek yönünü Batı’ya çeviren ulusalcı bir anlayışla ne Batı’daki, ne de coğrafyamızdaki gelişmeleri bırakın etkin bir aktör olarak yönetebilmek, sağlıklı bir değerlendirmesini yapmak dahi mümkün değildir. Bununla Türkiye’nin karşılaşacağı muhtemel risk ve belaları savuşturma kabiliyetinden söz etmiyorum. İmkân boyutu üzerinde çok daha düşünülmeyi ve değerlendirilmeyi gerektiren devasa bir ufuk karşımıza çıkmıştır. Bu aynı zamanda tarihi bir fırsattır. Zira, bir devletin gücü ve istikrarı; tüm fertlerinin kendilerini huzur ve güven içerisinde hissederek toplumsal destek sağladıkları “makbuliyet” şartlarını haiz bir devlet mekanizmanın tesis edilmesiyle sağlanabilir.

Kendisine ve coğrafyasına yabancılaşmış, zihin kodları dumura uğramış, dış siyasette Batı’nın ileri karakolu olmak dışında bütün üretkenliğini ve hayati melekelerini yitirmiş, ufuk anlamında Misakı Milli’ye hapsolmuş bu zihin yapısını ciddi bir revizyona tabi tutmak gerekiyor.

Sykes-Picot’un çizdiği sınırlara hapsolmuş bu zihin yapısı, devletin ideolojik ve baskı aygıtlarını da seferber ederek, etnik, mezhebi ve dini farklılıkları baskılayıp anayasal yurttaşlık lehine asimile etmeye çalıştı. Ancak, “anayasal vatandaşlık” temelinde formüle edilen eşit yurttaşlık tezleri, İslami kimlik ve değerler dışlandığı ve yok sayıldığı için farklı etnik kimliklerden toplulukların birlikteliğinin bir formülü de üretilememiş ve daha derinde yitirilmiş olan ortak payda eksikliğini telafi etmeye yetmemiştir. 

Ortadoğu’nun huzur ve istikrarı, etnik ya da mezhebi sınırlar ötesinde, ortak bir kültür, değerler ve inanç sistemi etrafında şekillendirilebilir. Türkler, Kürtler, Araplar ve diğer tüm etnik topluluklar için tek seçenek, İslam’ın kardeşlik anlayışı ve ortak tarihsel tecrübelerimiz üzerinden yeni bir paradigma inşa etmektir. Bu, sadece bölgesel barışı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda gelecekteki nesiller için daha sürdürülebilir, adil ve huzurlu bir dünyanın temellerini atar.
 

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum