1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Ceran, Fetih 1453'ü Değerlendirdi
Ceran, Fetih 1453ü Değerlendirdi

Ceran, Fetih 1453'ü Değerlendirdi

Popüler sinema ile tarihi sorumluluk arasında... Süleyman Ceran, Fetih 1453 filmini değerlendirdi.

20 Şubat 2012 Pazartesi 14:05A+A-

Epik sinema, tarihin belli bir dönemini içine alması, süresi, konu genişliği ve yüksek beklentileri ile gerçekleştirilmesi hayli zahmetli olan bir tür. Bu nedenle olsa gerek sinemamızda bu alana uygun bugüne kadar çok ciddi örnekler verilemedi. Şimdiye kadar yapılmış filmlerin, bu türün etrafında dolanan, izlenimler barındıran, kişisel karizmalarla öne çıkmış, iyi niyetli ama zayıf yapımlar olduğunu belirtmekte fayda var.

İslam dünyasının en etkileyici epik sinema konularından biri de elbette İstanbul’un fethedilmesidir. Halkımız, destanlaştırdığı, hafızasına kazıdığı bu büyük tarihi olayı, yıllardan beri hemen her kentinde canlandırarak adeta “özlem” gidermektedir. İstanbul, Anadolu’da her 29 Mayıs’ta zayıf da olsa, sinematografik olarak fethedilmektedir.

Şimdilerde ünlü yapımcı ve yönetmen Faruk Aksoy, yaklaşık 17 milyon $’lık Türkiye’nin sinema tarihinin en büyük bütçesi ve 160 dakikalık süresiyle de en uzun metraj filmi olan “Fetih 1453” (Conquest 1453, Завоевание 1453) ile yıllardan beri beklenen prodüksiyon sonunda beyaz perdede. Gösterimden önce kısa görüntüleri bile milyonlarca kişi tarafından izlenen filmin, gişede de birinci olarak çıkması kimseyi şaşırtmayacak.

Binlerce metrekarelik platolar, bir ilçedeki insan sayısından fazla figüran ordusu, eğitimler, teknik donanımlarla oluşturulan film, bir gövde gösterisi niteliğinde. Fethin gerçekleşmesinde büyük payı olan devasa büyüklükteki Şahi Topu’nun birebir yapılması ve sağlanan gerçekçi ortam oldukça iyi. Karşılıklı dövüş sahnelerinde koreografi yabana atılır cinsten değil, oldukça kaliteli. 20 saniye gösterilecek bir flashback sahnesi için koca bir köyün inşa edilmesi, gösterilen titizliğin de büyüklüğünü ifade etmeye yetiyor. Buna karşın, abartılan dijital sahnelerin göze battığını, doğallığın zorlandığını söyleyebiliriz.

Fatih Sultan Mehmet’i canlandıran kişinin tanıdık bir sima olmaması yerinde bir tercih olmuş. Devrim Evin, bu rolün hakkını vermeye çalışsa da biraz sırıtmış, bir beden büyük gelmiş sanki. Belki de izleyicinin beklentisinin yüksekliğinden kaynaklanıyor bu algı. Ulubatlı Hasan (İbrahim Çelikkol) ise tam kıvamında. Ulubatlı’nın en büyük rakibi olan Şovalye Guistiniani’yi oynayan Cengiz Coşkun da hiç fena değil. Ama iki karakterlerin imaj olarak birbirlerine çok benzemeleri dezavantaja dönüşmüş; kılıçla dövüş sahnelerinde birbirlerine karışıyor karakterler. Yine Hasan’ın kale burcuna bayrağı dikme sahnesi fevkalade hazırlanmış. Lağımcıların dünyası, çabaları ve fedakârlıkları çok güzel işlenmiş, izleyicinin içine işleyebiliyor.

Fetih 1453’ün senaryosunda gereksiz yüklerin atılmaya çalışıldığı göze çarpıyor. Medine sahnesi ve Sultan Mehmet’in çocukluk dönemi hızla geçiliyor. Küçük yaşta Haçlı saldırılarının başlaması nedeniyle Çandarlı Halil Paşa tarafından tahtan indirilip babası çağrılan Mehmed’in daha sonra tekrar tahta çıkması da hızla kotarılan sahnelerden. Padişahın aldığı mühendislik ilimleri ve bildiği diller ifade edilerek geçiştirilmiş ama özellikle top imal edilirken Hünkârın hiç devreye girmemesi bir eksiklik olarak belirmekte. Ayrıca karadan kadırgaların yürütülmesi fikrinin nereden ortaya çıktığı anlaşılmıyor, her ne kadar bu sahneler güzel çekilse de bu olayın İstanbul’un alınmasındaki önemi filmde atlanmış; önemsiz bir detay gibi görünüyor. Aynı zamanda Sultan Mehmed’in yıllar boyunca bu fethe hazırlandığı halde melankolik duruşu, günlerce çaresiz kıvranması filmin zaaf noktalarını oluşturuyor.

YAPIMCI FARUK AKSOY’UN POPÜLİZMLE İMTİHANI

Bu coğrafya üzerinde yaşayan insanların genel ahlak kurallarını zorlayan filmleriyle tanınan bir insan Faruk Aksoy. Recep İvedik, Avanak Kuzenler, Karışık Pizza, Ayakta Kal ve Çılgın Dersane gibi popüler kültür namına halka dayatılan yapımlarla elde ettiği parayı İstanbul’un fethini anlatan bir sinemaya yatıran yapımcının samimiyetine inanmamız bekleniyor. Yönetmen, son elli yıldan beri yapılmamış bir sinema konusuna yönelirken bunun ekonomik, teknik güçlüğünün altından kalkmaya çalışırken tarihi sorumluluk tarafında gereken dikkati göstermiyor, geçmişin yanlışlarına bir kez daha düşüyor. Örneğin, “Kara Murat” serisinde görünen “çapkın Türk” imajı devam ediyor. Ulubatlı Hasan figürü gerçeği tartışmalı olsa da bu durum o dönem savaşan insanların “mücahit” olma hissiyatlarını değiştirmez. İstanbul “cihad” ruhuyla alınmış bir şehir. Bu kuşatmaya dâhil olanların, peygamberimizin isteğini yerine getirme arzusu taşıdıkları da düşünülünce Ulubatlı Hasan’a reva görülen uygunsuz ilişkinin, gayrı meşru çocuğun korkunç yanlışlığı daha bir ortaya çıkmakta. Bunun dışında gereksiz çıplaklıkların, karikatür tipteki Bizanslıların, çirkin rahiplerin bulunduğu film, uzun yıllar izlenebilecek bir yapım olmak yerine günü kurtarmaya çalışan, tüketim kültürüne yeni bir veri olma tuzağına düşmekte.

GÜÇLÜ PRODÜKSİYON ZAYIF SENARYO

Müslümanların ürettiği en büyük epik sinema örneğinin “Çağrı” (The Message/ Mohammad: Messenger of God) olması sürpriz değildir. Çağrı’nın bu denli başarı kazanmasında Mustafa Akkad’ın halisane girişimleri ve üstün yönetmenlik yeteneklerinin yanında, hafızalarda kalıcı senaryosunun da bir o kadar önemi vardır. Tevfik el-Hekim, H. A. L. Craig, Jawdat Al-Sahhar, Muhammed Ali Maher ve Abdurrahman Şarkavi gibi kıymetli insanların ortak emeği ile hazırlanan metinde çetrefilli pek çok konunun zorlu yükü taşınmıştır.  Elde edilen gelirin büyük kısmının hayır amaçlı kullanıldığı Çağrı, 35 yıl sonra bile hâlâ aşılamadığı gibi diriliğini de muhafaza etmektedir.

İstanbul’un fethi gibi mitler, efsaneler, yanılgılar, yanlışlar ve bol ayrıntılarla dolu bir alanda senaryo çalışması yapılırken konuya duygusal olarak yaklaşabilecek kişilerin de işin içine dâhil olması gerekirdi. Lise düzeyi tarih kitaplarında yer alan kronolojik bilginin ötesine gidemeyen ve tarihi ayrıntıları o dönemin pazarlarındaki sebze ve meyvelerin ötesine geçemeyen yapımda izleyici kendini filmle özdeşleştirememektedir.

Filme dönük eleştirilerde bir yandan ansiklopedik tarihi verilerle ilgili hatalar olduğu ya da köşeli gerçeklerin olmadığına dair eleştiriler de yer alabilir. Yönetmen birebir gerçeğe yaslanmak zorunda değildir ama oluşturduğu kurgu var olanla çatışacak veriler taşımamalıdır. Üç yılı bulan çekim sürecinden dolayı kurgu kopuklukları taşıyan Fetih 1453’ün yıllar boyu izlenmesini sağlayacak orijinal bir senaryosu ne yazık ki yoktur. Varolan metni canlandıran oyuncuların samimiyeti de perdeden izleyiciye akmamaktadır.

TÜRKİYE’DE SİNEMA İÇİN MAZERET DÖNEMİ SONA ERMİŞTİR!

Yıllardır söylenir, parasızlıktan, teknik imkânsızlıklardan eli yüzü düzgün film yapamıyoruz diye. Tüm bu mazeretler artık sona ermiştir/ermelidir. New York’ta Beş Minare, Labirent ve Fetih 1453 gibi yapımlarla uluslararası standartlarda filimler ülkemizde üretilmeye başlanmıştır. On milyonlarca dolarlık Hollywood yapımları düzeyinde teknik işler çıkarmak artık imkânsız değildir. Kalan tek sorun, kendi halkına, kitlelerin inanç değerlerine ve sembollerine saygı duymayan, bir avuç “soluk benizli” yönetmenden kurtulmakla alakalıdır.

Dini duygulara sahip kitlelerin, milliyetçi kesimin, aksiyon meraklısı gençlerin ağzına bir parça bal süren yönetmen Aksoy, salona gelen izleyici kitlesini bir şekilde memnun etmeyi başarıyor. Fetih 1453, eksikleriyle ve zaaflarıyla bütün bunlara karşın eli yüzü düzgün, kaliteli, dünya standartlarında bir yapım olarak sinemamızdaki yerini alıyor.

HABERE YORUM KAT

8 Yorum