1. YAZARLAR

  2. AHMET MARUF DEMİR

  3. Bugün Bir Hikaye Yazacaktım. Ya da Ölmek Bir Çeşit Susmaktır!
AHMET MARUF DEMİR

AHMET MARUF DEMİR

Yazarın Tüm Yazıları >

Bugün Bir Hikaye Yazacaktım. Ya da Ölmek Bir Çeşit Susmaktır!

12 Kasım 2015 Perşembe 18:22A+A-

Yeminle söylüyorum. Bugün bir hikaye yazacaktım. Özlediğinizi biliyorum. Ben de özledim. Sadece hikaye mi? Elbette değil! Şiir ve öykü yazmayı da özledim.

Fakat olaylar, olaylar…

Hatta öyle ki “Bir İslambul Masalı” öykü kitabımın baş karakterleri, kendilerini bir Diyarbekir gezisine çıkarmamı istediler de olaylardan dolayı eve tıkılıp kaldılar. Çıkarırsam eğer başlarına bir şey gelecek, bir hendeğe düşecek, polis aracına atılan bir roketatar araçtan sıyırıp kendilerine değecek ya da bu roketatara karşılık veren bir polisin mermisi, bağırlarını delip de geçecek diye ödüm kopuyor!

Yazamıyorum işte. Ne şiir, ne hikaye ne de öykü. Kitap desen o da orada öylece bekliyor işte.

Bugün bir hikaye yazacaktım. Yeminle yazacaktım. Evden iş yerine doğru gelirken, otobüste, telefonumun not bölümüne yazdığım hikayenin ana hatlarını iş yerindeki bilgisayarımın başına geçince temize çekecektim.

İş yerine geçtim. Masama oturdum. Bilgisayarımı açtım. Haberler, makaleler, köşe yazıları derken sosyal medyada neler var diye bir bakayım dedim. “Bakmaz olaydım” derler ya; hah o kabilden işte…

O da ne! Zevatların biri Silvan’da yaşananlara aitmiş gibi daha önce tıpkı Rojava’da, Cizre’de de yapılanın aynısı başka bir yerdeki yani Afganistan’daki acının fotoğrafını Silvan’da olmuş gibi yansıtmış.

Tam da burada (Yapmayın! Allah aşkına yapmayın! Peygamber aşkına yapmayın! İnandığınız ne varsa onun adına yapmayın! Yalan fotoğraflar ile varsa eğer olan hakikatin de önüne geçiyorsunuz. Gerçeğe ulaşma hakkını da bir başkasının elinden almış oluyorsunuz. Bir de diyorsunuz ki; neden insanlar sessiz kalıyor. Bunca yalan ve bilgi kirliliğinden olabilir mi acaba?) Parantezini açmak gerekiyordu.

Ve yetmemiş Müslümanları da yerden yere vurmuş. Niye mi? Silvan’a sessiz kalıyorlar diye!

Bugün bir hikaye yazacaktım. Yeminle yazacaktım. Fakat yine yazamadım.

*

Müslümanlarının Silvan'a, Suriçi'ne, Sliopi'ye, Cizre'ye sustuğunu söyleyen zevatlar ve bu zevatlara inananlara…

Müslümanlar konuşuyor. Konuştukça da tehdit ediliyor, sürgün ediliyor. Yetmiyor katlediliyor. Konuşmadığından değil; Söyledikleri ve de yazdıkları birilerinin hesabına gelmediğinden/gelinmediğinden görmezden, duymazdan geliniyor.

Adil olmaya çalıştıkça paylarına hem kötülük düşüyor.

Google denilen illet bir tık kadar ötenizde. Bir sorgulayın bakalım; diğer partiler, hareketler, dernekler, vakıflar, cemaatler... Ve diğerleri bölgede bunca yaşananlar ile alakalı neler demişler, neler yazmışlar ve nasıl da yapmayın, etmeyin yakarışında bulunmuşlar!

Allah'tan korkun.

Buralarda sadece YDH-G, PKK/KCK, HDP/BDP'liler yaşamıyor. Müslümanlar da yaşıyor. Neyin ne olduğunu görüyor ve biliyor. Bu yüzden kimse çocuktan al haberi gibi bir atarlık ve "aha açıklarını yakaladım… Bak nasıl da suskun kalıyorlar ölümlere… Dur dur, alınlarının çatısından bi vurayım bunların" gibi hadsizliğe düşmesin.

Şahsım adına söylüyorum. Yüz defa söyledim. Yüz birinci defa yine söylüyorum. Öcalan'ın 21 Mart Newroz'undaki “silahlı unsurlar miadını artık doldurmuştur” açıklamasının dışında bir hakikat kalmamıştır.

Avamından alimine, bunu bütün bölge insanı biliyor. YDG-H gibi unsurlar, yani daha çocuklar, boylarından büyük silahlara güvenip hendek kazmaya, mayın döşemeye, halkı bezdirmeye devam ederlerse bu operasyonlar da devam edecek.

Madem devlet zalim. O zaman sen de zalime fırsat verme kardeşim! Silvan’da siviller ölüyor. E peki o zaman sivilleri kalkan yapana ne deniyor? Biri bana bari bunu açıklasın!

1 Kasım seçimlerinden sonra evinin önüne hendek kazılan kadının biri itiraz ediyor. “Niye kazıyorsunuz?” diye. YDG-H’lılardan biri de şöyle cevap veriyor: “Siz Erdoğancı olmuşsunuz. O yüzden!”

Yani kurtuluşu yok. “7 Haziran’da HDP’ye oy verdiğimizde o zaman neciydik? Diye sorsa… Uzatmasa herhalde daha iyi!  

YAZIKTIR!

Daha fazla geç olmadan, elbette devletin halka yapmış olduğu bu zulümlerin önüne geçilmeli. Geçmeliyiz. Fakat bu zulümlerin oluşmasına neden olan diğer zulümlerin de, zalimlerin de önüne geçilmeli, geçmeliyiz değil mi?

Ayrıca sizlere de Yasin Börü/ler, Aytaç Baran/lar, Abdullah Biroğul/lar öldürülürken neredeydiniz? Diye sitemde mi bulunulmalı yani. Neyse!

Daha dün biri ile konuştum. Şöyle diyordu: “Hendekler daha önce azdı. 1 Kasım’dan sonra daha da fazla oldu. Bütün mahalle göçtü. Bir ben ve ailem kaldık. Onları da yakında İstanbul’a, akrabalarımın yanına göndereceğim. Çocuklarımın psikolojisi alt üst oldu. Ben de bir hal çareme bakacağım artık.”

Bütün mahalle göçmüş. Düşünebiliyor musunuz?

7 Haziran’dan sonra dokuz bin ailenin Suriçi’ni terk ettiği bilgisine sahiptik. Bu sayı, hendeklerin daha da fazla kazılmasıyla, bu demek ki çatışmaların daha da fazla yaşanmasıyla artıyor ve artacak gibi.

Dün Twitter hesabımdan Silvan’daki sokağa çıkma yasağı ile alakalı Silvan hastagına aynen şunları yazmıştım. Allah aşkına! 8 gün bu... Ne içerler ne yerler... Bunun önlemi alınıyor mu? Suriçi'nde bu denli bir yasak olduğunda geceyi ailesiyle aç geçireni biliyorum.

İnsan olan üzülmez mi? Vicdanı olan sızlamamız mı?

Kim olursa olsun ve nasıl olursa olsun ölümün kendisi bile acının en soğuk yüzü.

Kalbi olan nasıl görmezden, bilmezden, duymazdan gelebilir ki! Hele bu kalbin sahibi bir de Müslümanlar ise…

Suskun filan değil kimse. Sadece adil olmaya çalışıyorlar o kadar.

Sadece Müslümanlar mı? Kesinlikle hayır!

Müslümanlar derken de, diğerlerini ötekileştirme anlamına gelmesin sakın bu.  Örgütsel anlamdaki birlikteliğini sağlayan yapılardan bahsediyorum.

Daeş’in Kobanê’ye saldır(tıl)dığı günleri hatırlıyorum da, sosyal medyadaki tüm hesaplarımın ana sayfalarında bir infial söz konusuydu. Her kesimden insan, farklı düşünceler sahip arkadaşlarım Kobanê’deki zulme müthiş derecede hassasiyet gösteriyorlardı. Şuan için ise ne Suriçi’ne ne Silvan’a ne de başka bir yere aynı tavrı gösterdiklerini söyleyemem.

Bu da gösteriyor ki, oturulan yerde Müslümanları suçlamak yerine özellikle bölge insanı artık neden “sokağa çıkın, tencere tava çalın, evlerinizi boşaltmayın, direnişe sahip çıkın..” gibi çağrılara kayıtsız kalıyor? Sorusunun sorulmasını gerekli kılıyor.

Artık herkesin yeter artık/edi bese demesi gerekiyor.

Dedim ki; Yalvarıyorum size / Kaç zamandır ne şiir yazabiliyorum ne de hikaye / Bunun ne anlama geldiği âh bir bilseniz / Ki bilseniz savaşmazdınız zaten / Bir kez daha öldüm / Tamam o zaman / Sustum!  

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum