1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi
Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi

Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi

Niall Ferguson’un İmparatorluk -Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi- adlı kitabını Haksöz-Haber için Hüseyin Usta değerlendirdi.

13 Haziran 2011 Pazartesi 17:53A+A-

HÜSEYİN USTA / HAKSÖZ HABER

Kendisini özgür sayan bir halk nasıl oldu da dünyanın büyük bir bölümünü boyunduruğu altına alma noktasına vardı? Özgür insanlardan oluşan bir imparatorluk, kölelerden oluşan bir imparatorluğa nasıl dönüştü? Gücünün doruğunda olduğu 1918'de dünya nüfusunun ve yüzölçümünün dörtte birini kapsayan Britanya İmparatorluğu'nun muazzam zenginliğinin baskı ve sömürüye dayandığı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Bugün dünyada işgücü, sermaye ve mal dağılımının önündeki başlıca engeller; bir yandan Sahra altı Afrika'da ve Asya'nın bazı kesimlerinde birçok ülkeyi yıllarca yoksulluğa mahkûm etmiş olan iç savaşlar ve hukuk tanımaz, yozlaşmış hükûmetlerle birlikte, ABD ve müttefiklerinin serbest ticareti öğütlemeleri, uygulamada veya geniş kaynaklarının cüzi bir kısmından fazlasını ekonomik yardım programlarına ayırmada isteksiz oluşlarından kaynaklanmaktadır. Bugün ABD'nin uyguladığı dünyayı dizayn etmeye yönelik projelerinin köklerinde devraldıkları Britanya İmparatorluğu mirasının izlerini görebilmekteyiz.

İmparatorluğun Temelleri: Korsanlık

Papa'nın 1493'te Amerika ticaretini İspanya'ya, Asya ticaretini de Portekiz'e bırakan fermanı yayımlamasından sonra diğer Avrupa ülkeleri de yıllardan beri altın ve gümüş ile o dönemin geçerli ticareti olan şeker, baharat ve köle ticaretinin hayallerini kurmaya başladılar.

İngilizlerin öteden beri hayalini kurdukları imparatorluklarını hayata geçirebilmeleri için dünyanın zenginliklerine olan istekleri her geçen gün daha da artıyordu. Reform hareketinden sonra imparatorluğun temellerini oluşturacak, Katolik İspanya ve Portekizlilere karşı dinî bir vecibe olarak Protestanlığı hayata geçirmeye karar verdiler. İmparatorluğun emperyal egemenliğini nerede kuracaklardı? Bu soruya cevap aramak için 1480'lerden başlayarak İspanya ve Portekiz hâkimiyetinde olmayan yakın ve uzak birçok kıyı bölgesine çıkarma yaptılar. Buralardan istedikleri sonuçları alamayan Britanyalılar kestirme bir yoldan hedeflerine ulaşmak için yeni bir yol tuttular: Korsanlık. Henry Morgan adlı Galli, İspanyollara ait Gran Grenada'ya baskın düzenleyerek 17. yüzyıldaki en büyük korsanlık faaliyetlerinden birini gerçekleştirerek korsanlığın önünü açıyordu.

Britanyalılar, İspanya ve Portekizlilere karşı yürütülen uzun süreli kapkaç ve korsanlıktan elde edilen sermayeyle Afrika'nın verimli bölgelerinden emlak satın aldılar. Refah seviyesinin yükselmeye başlamasıyla birlikte şeker, çay, kahve, tütün, uyuşturucu, alkol vb. bağımlılık yapan ürünlerin yanında kadınların da kullanılarak giyim kuşamın ve özel mekânların özendirilip reklamlarının yapılarak tüketim kültürü de yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Tüketim arttıkça ticaret yaygınlaşıyor, ticaret yaygınlaşınca da toplumun gelir düzeyi yükseliyordu. Bu durum Britanya yöneticileri ve tüccarlarını yeni yerler ve yeni ürünler keşfetmeye yöneltiyordu.

1700'lü yıllarda Britanya'nın yirmi katı nüfusa sahip olan Hindistan, aynı zamanda Britanya'nın toplam dünya üretimindeki yüzde 3 olan payına karşılık yüzde 24'lük paya sahip bulunmaktaydı. Yapılan ticaretin büyümesiyle birlikte yavaş yavaş Hindistan'a yerleşen Britanyalılar buralarda kendilerine özgü yerleşim birimleri de oluşturmaya başladılar. Doğu Hint Kumpanyası'nı kurarak Hindistan'da ticaretle birlikte hem ekonomik hem de siyasal alanda etkin olmaya başlayan Britanyalılar, buraları yerel halklara karşı varlıklarını koruyacak Avrupa silahlarıyla donatarak güvenlik birimleri oluşturdular. Emperyal emellerine ulaşmak için Hindistan'daki zenginliklere sahip olmak arzusu, Britanyalıların bölgede fitne tohumlarını ekerek karışıklıklardan faydalanmalarını sağladı. Doğu Hint Kumpanyası'nın Hindistan'da varlığını sürdürebilmesi için uzun süre devam eden şiddetli siyasi ve askerî çarpışmalardan sonra 1800'lere gelindiğinde Hindistan yavaş yavaş Britanya egemenliğine giriyordu. Kumpanya artık isminin çok ötesinde bir kurum olarak faaliyetlerini sürdürüyordu. Genel Vali'de Hintli yöneticilerin yerini alarak fiilen bölgenin imparatoru oluyordu. Britanyalılar geçmişte İspanyol ve Portekizlileri soymuş, Avrupalı birçok rakibini bertaraf etmiş, Hindistan'ı yağmalamış; şimdi de emperyal emellerini dünyanın diğer bölgelerinde sürdürmek isteyen üstün bir güç hâline gelmişti.

Beyaz Adam Göçü

1600'lerden başlayarak üç yüz yıl boyunca 20 milyonu aşkın insan Britanya adalarından ayrılarak yeni bir hayat kurmak için okyanuslar aşarak dünyanın farklı bölgelerine gittiler. Bunlardan çok azı hariç diğerleri geri dönmedi. Bu göçler dünya haritasının büyük bir bölümünü beyaza boyadı. Altın ve gümüş arayışı olarak başlayan bu göçlerin tarımsal boyut kazanmasıyla birlikte, tarımsal ürünlerin ve evcil hayvanların da okyanuslar ötesine taşınmasını beraberinde getirdi. Bu yer değiştirmeler sonucunda bulaşıcı hastalıkların taşınmasıyla azalan iş gücüne ihtiyaç duyulur hâle gelindi. İş gücünü karşılamak için de yine kıtalar arasında insan ticareti için gemiler gidip gelmeye başladı. Özgürlük ve ucuz toprak vaadiyle Yeni Dünya'da yerli halkın nüfusu hızla azalırken, yabancı nüfus hızla artmaya başladı. 1600'lerden başlayarak iki yüz yıl içinde üç buçuk milyon Afrikalı İngiliz gemileriyle Yeni Dünya'ya taşındı.

Britanyalıları Asya'ya çeken ticaret, Amerika'ya çeken ise toprak olmuştu. Hindistan'a ticaretle yerleşip iktidarı ele geçiren emperyal Britanyalı güçler, Yeni Dünya'da aynı başarıyı gösteremeyeceklerdir. Avrupa ve Afrika'dan Yeni Dünya'ya İngiliz gemileriyle taşınan insanlar, kendilerini yönetmeye çalışan Beyaz Adam'a karşı şiddetli çarpışmalar sonucunda kendi yönetimlerini kurmayı başardılar. 18. yüzyılın sonlarına doğru Yeni Dünya'daki etkinliğini yavaş yavaş kaybeden Britanyalılar kendilerine yeni araziler bulmak için okyanusları aşmak zorunda kaldılar. Bu da okyanuslar ötesine gemilerle yeni insan göçünü ve insan ticaretini beraberinde getirdi.

Diyet Ödeme Dönemi: Özgürleştirme

Dünyanın büyük bir bölümüne ulaşmış, okyanuslardaki ticareti büyük oranda ele geçirmiş ve elde etmiş olduğu zenginliklerle kendi refah seviyesini yükseltmiş bulunan Britanyalılar artık dünyayı sadece hükümranlıkları altına almayı değil, aynı zamanda doğru yola da getirmeyi hayal ediyorlardı. Artık sömürmek yeterli değildi, amaç onları ilerletmekti de. Yerli halklar sömürülmekten kurtulacak; yalnız batıl, geri, putperest kültürleri de ortadan kaldırılacaktı. Bu özlemle yeni hedeflerden birisi Kara Kıta idi. Yeni amaçlar doğrultusunda sömürgeciliği geri plana itip, öncelikle Hıristiyan karaktere sahip, çalışkanlığa ve tutumluluğa yönelik Kuzey Avrupa yaşam tarzı olan "uygarlık"ı Afrika'ya bir an önce ulaştırmaktı. Britanyalıları daha yakın zamana kadar emperyal amaçlarla sömürme ve köleleştirme rolünden onları dünyanın önde gelen "özgürlük"çüsü ve "iyilik meleği" yapan yeni yeni keşfetmeye başladıkları dinî uyanıştı.

Bu amaçla kölelik yavaş yavaş isim değiştirerek iş gücü ismini aldı ve milyonlarca insan yeni isimle tekrar okyanuslar ötesine taşınmaya başladı. Britanya mallarını, sermayesini ve insanlarını ihraç ettikten sonra yeni yeni kurulan misyoner derneklerle birlikte Britanya'da yetiştirilmiş misyonerler, şimdi de Britanya kültürünü geri ve batıl inançlı bölgelere ihraç etmenin peşine düştü. Projenin anlamı basitti: Misyoner merkezleri, Afrikalıları Hıristiyanlaştırırken aynı zamanda uygarlaştıracak, yani hem dinlerini hem de kültürlerini değiştirecekti.

Bu proje süreç içerisinde Afrika'da amacına ulaşacaktı. Yalnız Hindistan gibi kadim din ve kültüre sahip topluluklar karşısında kolay başarılabilecek bir şey gibi görünmüyordu. Buralarda çok daha fazla uğraş gerekecekti. Sırf ticaret yapıp kâr elde etmek için değil, uzun süre karanlığa, kötülüğe ve sefalete gömülmüş olan Hindistan ve bölge sakinlerine "Hakikat"in aydınlık etkilerini getirmeye geldiklerinde de "uygarlık" çatışması yaşanacaktı. Hindistan'a "hakikat" ve "uygarlık" getirmek isteyen Britanyalıların projeleri tutmamış; sonuçta kendilerini barbarlaşmaya sevk etmişti. İsyanların çıkmasının ve bu isyanların bastırılamamasının sebepleri arasında, Hıristiyanlaştırmanın yeterince hızlı yapılamaması ve gerekli tepkilerin verilmemesi yatıyordu.

Hindistan'da tökezleyen Britanyalılar, 1800'lü yılların sonlarına yaklaşıldığında Afrika'da 360 farklı dernek ve daha başka kuruluşlarca temsil edilen 12 binden fazla misyonerle faaliyet gösterir hâle geldi. İncil'in gücüyle kaba güce de inanan Britanyalıların Afrika'da hedefledikleri yeni şey kıtayı istedikleri şekilde bölmekti. Bunu da yeni fetihlerle başaracaklardı.

Üstünlük Düşüncesinin Sonucu: Irkçılık

18. yüzyılın sonlarından itibaren yeni teknolojilerin bir öncüsü olarak rakipleriyle arasındaki farkı açan Britanyalılar güç dengesini dönüştürmek için buhar ve demir gücünün kullanıldığı Sanayi Devrimi'nin ön saflarında yer alıyordu. Artık varlıklarını sürdürdükleri bölgelere ve okyanuslar ötesine ulaşmak için süre kısalmış, gemilerin tonajları artırılarak çok daha fazla yük taşınır hâle gelmiştir. Ellerinde tuttukları yerleri bırakmamak ve buralarda iktidarlarını sürdürebilmeleri için Sanayi Devrimi'nin teknolojik nimetlerini bu yerlere götürmeleri gerekiyordu. Dünyayı küçülten ve denetimi kolaylaştıran telgraf kablo hattı, buharlı gemi güzergâhı ve demiryolu ağını eş zamanlı olarak bu yerlere götürdüler. Götürülen bu hizmetler yeni pazar ekonomisini, yeni iş gücünü ve zenginleşmeyi de beraberinde getirdi. Oluşturulan bu şebeke ekonomik olduğu kadar stratejikti de.

Londra'dan gönderilen idareciler bulundukları bölgelerde yerli elitlerle iş görmek zorundaydılar. Bundan başka alternatifleri de yoktu. Yalnız bu durumu da bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. Sahadaki insanlar yerlileri gerektiğinde zorlayabilir, ama asla içlerine almazlardı. Bu davranış, onları aşağı konumda tutmayı tercih etmelerine sebep oldu. Şimdi Britanya etkisi altındaki bölgeler bu emperyal ikilemle karşı karşıyaydı. Bu yeni ikilem sonucunda Hindistan'da karşılaşılan sorun bu defa Afrika'da baş göstermeye başladı: İsyan. İngiltere yönetmeye çalıştığı halkları sosyal bakımdan geliştirmeye, siyasal bakımdan eğitmeye, maddi refah, eğitim ve ahlak bakımından daha ileriye götürmeye çalışırken, kendisini boyun eğdirenlere nefret besleyen ezilmiş durumdaki ırklar üzerinde istikrarsız bir iktidarı sürdürmeyi de amaçlamaktaydı.

Britanyalılar bulundukları bölgelerde Anglikanlaşmış elit yönetici sınıfları bir taraftan uzaklaştırmaya çalışırken, diğer taraftan yavaş yavaş kendi suretlerinde yetiştirdikleri canavara benzeyen yerli işbirlikçileri bunların yerlerine yerleştirmeye başladılar. Bu manevra yerli halklar tarafından kendilerine duyulmaya başlayan kinin ve nefretin bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Milliyetçiliği ateşleyen şey ise çoğunluğun yoksulluğu değil, ayrıcalıklı azınlığa yönelik tepkinin bir sonucuydu.

Bu bakımdan yeni yüzyıla girilirken İngiliz emperyal gücünün temel unsuru olarak dünyanın başka yerlerinde imparatorluğun ayakta kalması, yeni yüzyılın güçlüklerine ayak uydurması için yeni hedeflerle genişlemesi gerektiğine inanan insanların oluşturduğu yeni bir emperyalistler kuşağı yetiştirmekti. Bu yüzden yeni pazarlara sızmalı, yeni sömürgeler edinmeli ve gerektiğinde yeni savaşlara girmeliydi.

Aşk, Gurur ve Heyecan

20. yüzyıla girilirken emperyalizmin gurur duyabileceği bir tablo vardı ortada. Britanya İmparatorluğu dünyanın hem polisi hem de bankeri olarak benzeri olmayan coğrafi bir genişliğe ulaşmıştı. Ekonomik üstünlük olarak da rakiplerinin ulaşamayacağı bir seviyedeydi.

"Biz dünyadaki en iyi ırkız ve dünyanın ne kadar geniş bir kesiminde barınırsak, bu insan soyu için o ölçüde iyi olur." düşüncesiyle hâlen kontrolündeki toprakları bırakmamak ve kaybetmiş olduğu toprakları da tekrar kazanmak için harekete geçti. Devreye Almanya gibi yeni aktörler çıksa da İngilizler Hindistan'da gerçekleştirmiş oldukları –geleneksel yönetimleri yıkarak kukla hâline getirilmiş yöneticilerle İngiliz varlığını sürdürme– siyasal değişiklikleri Mısır'dan başlayarak bütün Afrika kıtasında ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kaybetmiş olduğu diğer bölgelerde uygulama yoluna giriştiler. Kabile şefleri kandırıldı, kabileler yurtlarından edildi, miraslar bir parmak damgasıyla ya da çarpı işaretiyle insanların elinden alındı ve her türlü direniş teknolojiyle yok edilmeye çalışılarak Afrika toplumları birbiri ardına boyunduruk altına alındı.

Mısır'da Urabi Paşa, Sudan'da Mehdi, Afrika'nın içlerinde Matabeleler, en güneyinde Boerler ve diğer direniş gruplarıyla plan akamete uğrar gibi olsa da sonuçta on bine varan Afrika kabile krallığı, 36'sı doğrudan Avrupa denetimi altında olan 40 devlete bölündü. Çok kötü bir biçimde yeniden çizilen Afrika Kapışması'nda aslan payı Britanya'ya düşmüştü.

Britanyalılar gayriresmî imparatorluklarını yalnızca yatırım yaparak genişletmediler. Ticari pazarlıklar da dünya ekonomisinin geniş kesimlerini serbest ticareti benimsemeye yöneltti. Emperyalizmin rağbet görebilmesi için sırf para kazandırması şart değildi. Birçok insan için heyecan verici olması yeterliydi. Bu amaca yönelik "harika Britanya malları" birbiri ardına piyasada yerlerini aldı. Devasa fuar alanları oluşturularak ve bu fuar alanlarında fantezi gösteriler sunularak toplumların heyecanları artırılmaya çalışıldı. Afrika ormanlarında av ve silah turizmi ticareti geliştirilerek zengin Avrupalılara heyecan verici yeni alanlar açıldı. Geniş kitlelerin rahatlıkla yapabileceği bir spor olmasından dolayı futbol, spor ihracının başını çekti. Kurallarını kendilerinin belirlediği, dünyanın birçok bölgesine yapılan turlarla futbol ve kriket sporlarıyla takım ruhu ön plana çıkartılarak galibiyet sevinçleriyle heyecan yaygınlaştırılmaya çalışıldı.

İngilizler Tanrı'nın dünyaya hükmetme hakkını bahşettiği efendi ırk olduklarına göre, bunun mantıksal sonucu da mücadele ettikleri insanların doğuştan aşağı konumda olmalarıydı. Gittikçe böyle konularda nihai otorite saydıkları Anglosaksonları en üste, geri kalanları da en alta yerleştiriyorlardı. Emperyalist gurur yaşanıp bitmiş, yerini de yavaş yavaş korkuya bırakmaya başlamıştı. İmparatorluğun gençlik ve orta yaşlılık dönemlerini geride bırakarak yaşlanmaya başladığı bu dönemde yaklaşmakta olan ve akıbetini belirleyecek son bir kapışma daha vardı: Avrupa kapışması.

Sona Doğru

İngiliz İmparatorluğu'nun gelmiş olduğu nokta başta Avrupa devletleri olmak üzere, Rusya ve Pasifik ötesinde ABD'yi ve okyanuslar ötesinde Japonya'yı de pastaya ortak olmaya itti. Bu yeni emperyal durum Rusları Orta Asya'ya hâkim olup sıcak denizlere inmeye zorluyordu. Almanlar öteden beri Rusya ve Fransa'yı yenip topraklarını her iki yöne doğru da genişletmek istiyordu. Bu da yavaş yavaş Avrupa merkezli bir dünya savaşının başlangıcı demekti. Herkes kendi plan ve hedeflerine göre ittifaklar kurarak savaşa girildi. Taraflardan Almanlar İngiliz emperyalizmine karşı İslam topraklarında bir "İslami cihadı" desteklemeyi amaçlayarak Osmanlı Hilafeti'ni de yanına alarak savaşı lehine çevirmeye çalıştı. İngiliz yönetimindeki diğer taraf ise "Araplar son esmer sömürgemiz değil, ilk esmer dominyonumuz olmalıdır." düşüncesiyle Arap kabilelerini Mekke Şerifi Hüseyin önderliğinde Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaya kışkırtarak savaşı galip bitirmeyi başardı.

Akıtılan onca kan, yakılıp yıkılan şehirler, talan edilen ülkeler ve harcanan paralar sonucunda "Ganimetler galiplerindir." mantığıyla yapılan antlaşmalarla bu durum "ahlaki bir örtü"yle kapatıldı. İngilizlerin verdiği sözlere rağmen Osmanlı'dan geriye kalan Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da birçok ülke "manda" haline getirildi ya da doğrudan Britanya nüfuzuna girdi. Britanya İmparatorluğu'nun en geniş nüfuza sahip olduğu Dünya Savaşı sonunda, savaş ve savaş sonrası nüfuz alanındaki harcamalarla ekonomi sendelemeye başladı. Ekonomiyle boğuşmalar ve ekonomik krizlerle geçen çalkantılı dönemin ardından İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğine gelindi. Bu dönemde "Tek Kral, Tek Bayrak, Tek Donanma, Tek İmparatorluk" parolasıyla Nazi Almanyasının başında Hitler de yavaş yavaş yeni bir dünya savaşına hazırlanıyordu. Savaşın büyük bir bölümünde üstün olan Almanya yine savaşın sonuna yaklaşırken, Birinci Dünya Savaşı'nın aksine bu dünya savaşına aktif olarak katılan Amerika'nın da yardımıyla bu dünya savaşından da mağlup olarak ayrılıyordu. Japonların Pearl Harbor'da Amerikalılara saldırmasından sonra Churchill'in "Hepimiz artık aynı gemideyiz" sözü durumu özetler mahiyetteydi. Savaştan mağlup ayrılan bir başka ülke ise Japonya idi.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tamamen iflas etmiş olan Britanya İmparatorluğu'nun nüfuz alanındaki yönetimler alacaklarına karşılık Amerika'ya bırakılıyordu. Artık yeni patron Amerika idi. Yeni patron yeni bir taktikle sahnedeki yerini alıyordu. Emperyalizm çağının sona erdiğini bildiren yeni patron, yeni planını da ortaya koyuyordu: Sömürgecilik yerine görmek istediğimiz şey, bütün Avrupa devletlerinin sömürgeleri için bağımsızlığa geçiş zemini hazırlayacak geçici "vesayet" yönetimlerine dayalı yeni bir sistem kurmak.

Sonuç

İmparatorluğun sona erişi halklarını sömürge yönetiminin boyunduruğundan kurtarmak üzere Dublin'den Delhi'ye oradan da Afrika kıtasının en güneyine kadar uzanan bölge açısından bir zafer olarak görülmeli mutlaka. Bunun yanında imparatorluğu sona erdiren en büyük amil Britanya İmparatorluğu'nu tehdit eden diğer imparatorluklardı kuşkusuz. Britanya İmparatorluğu sömürmüş olduğu ülkelerde başta İncil'e inanmaya zorlanmış topluluklarla, dünya nüfusunun her yedi kişisinden birinin İngilizce konuştuğu, düşünsel, siyasal ve kültürel olumlu olumsuz birçok miras bırakarak tarih sahnesindeki rolünü halefine devrediyordu. Halef de bu mirası koruyup devam ettirebilmek için benzer yöntemlerle bu erki devam ettirmeye çalışıyor.

Her insanın ve her milletin tarihi olduğu gibi her insanın ve milletin de bir tarih anlayışı vardır. Bu minval üzere Niall Ferguson'un tarihî perspektifinden ve tarih algısından son üç yüz yıllık dönemde Britanya İmparatorluğu etrafından dönen olaylara bakma açısından önemli bilgiler içeriyor kitap. Ayrıca hem geçmişi, hem yakın tarihimizi, hem de son zamanlarda Kuzey Afrika ile birlikte Orta Doğu'da yaşanan ayaklanmaları anlamamıza yardımcı olabilecek ipuçları veriyor bizlere.

İmparatorluk

Britanya'nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi

Niall Ferguson

(Çeviren: Nurettin Elhüseyni, YKY, İstanbul, Mart 2011)

 

HAKSÖZ HABER

HABERE YORUM KAT