1. YAZARLAR

  2. AHMET MARUF DEMİR

  3. Bir Ülkenin Kabus Dolu Gecesi
AHMET MARUF DEMİR

AHMET MARUF DEMİR

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir Ülkenin Kabus Dolu Gecesi

08 Temmuz 2017 Cumartesi 12:22A+A-

1

Bak!

Artık korkmuyorlar
Hızlıca geçince dahi

Önlerinden

Yanlarından

Arabalardan

Uçmuyorlar
Kuşlar
göklerini uçakların
(ç)aldığı günden beri

"Homo homini lupus"

İnsan insanın

ne kurdu
ne de yurdudur

Azabı oldu o artık

Ve ben!
Kelimelerini giyotinde bırakmış
bir şairim

 

2

Zahid, bir daha sıçradı. Yatağından. Gördüğü kabustan. Hemen sonra, Hanımı da yeniden açtı gözlerini.

- "Bir gece de bu kaçıncı? Yine mi?" dedi.

- "Yine" dedi Zahid.

Hanımından bir bardak su istedi. Hanımı bir bardak suyu getirdi. Bardağı, Zahid'e uzattı. Bardağı alırken, hala titriyordu Zahid'in elleri. Karanlık olsa da oda, Hanımı, Zahid'in ellerinin titrediğini fark etti. Fakat bunu ona söylemedi. Belli etmedi. Belli ettirmedi. Bilirdi. Asıl şimdi nasıl titriyordur, Zahid'in yüreği.

Bir süre sonra, Zahid'in de alıştı karanlığa gözleri. Silkelendi. Kendine geldi. Suyu içip, boş bardağı yastığın kenarına bıraktı. Sabah ezanı okunmuş sandı. Kalktı. Lavaboya gitti. Abdestini aldı. Odaya geri geldi. Seccadesini serdi. Namaza durdu. Namazını kıldı. Bağdaş kurdu. Seccadesinde oturdu. Titreyen ellerine baktı. Ellerini semâya kaldırdı. Avuçlarını göğe doğru açtı. Dua etti. Beddua da etti. Ağladı. Yalvardı. Yakardı. Kadını düşündü. Kadınları düşündü. Çocuğu düşündü. Çocukları düşündü. Bebeği düşündü. Bebekleri düşündü. "Allah'ım!" dedi. Öyle bir "Allah'ım!" dedi ki. İçinden bir çığlık koptu. Çığlık, koca bir çığa dönüştü sonra. Faşistini, ırkçısını, sapığını... Önüne kattığını alıp da götürdü. Zahid'in, damarları sertleşti. Gözbebekleri şişti. Nefessiz kaldı. İki büklüm oldu. Alnı secdeye yapıştı. Kaldıramadı başını. Gözyaşları yanaklarından aktı. İçi kış kıyamet, dışı cehennem ateşi. Bir dondu. Bir eridi.

"Suçlu sadece onlar değil. Diğerlerini de kahret, Allah'ım" dedi.

"Kahret!" dedi. "Bu ülkede Jitemi kuranları." "Kahret!" dedi. "Bankaları boşaltanları." "Kahret!" dedi. "Siyasiler ile anlaşıp devalüasyonlar yapanları." "Kahret!" dedi. "Tecavüz edip, daha sonra Özgencan/larımızı yakanları." "Kahret!" dedi. "Zengin çocukları tarafından Münevver/lerimizin başlarını kesenleri." Bitmedi. Yetmedi. "Kahret!" demeye devam etti. "Kahret" dedi. "Her şehrin kendine has genel evlerini. Kadınlarımızı meta olarak kullananları." "Kahret!" dedi. "Mafyaları, çeteleri, haraç kesenleri, adam kaçıranları..." "Kahret!" dedi. "Kumarhaneleri, bahishaneleri, fuhuşhaneleri ve işletenleri."

"Darbeleri de kahret!" dedi, sonra.

"Kahret! "12 Eylülleri. 28 Şubatları. Ve işkencecilerini. 15 Temmuz'da şehitlerimizin müsebbiplerini..." Ve birde bütün bunları sanki bu ülkenin kimliğini taşıyanlar yapmadı, yapmamış salaklığına, puştluğuna, şerefsizliğine, adiliğine, onursuzluğuna, adaletsizliğine yatanları; 'Hepsi, kardeşleriniz geldikten sonra oldu... Hepsini, kardeşleriniz yaptı' diyenleri.. "Kahret! Kahret! Kahret Allah'ım!" dedi.

Hanımı dişlerini sıkmaktan, daha fazla dayanamadı. Parmak uçlarına basa basa odadan çıktı. Zahid'te, ağlamaya, yalvarmaya, yakarmaya bir müddet sonra son verdi. Elleriyle ıslanmış yüzünü mesh etti. Seccadesini toparladı. Avuçlarının içini dizlerine dayayıp, dizlerinden de destek alarak yavaş yavaş kalktı. Pencereye doğru yöneldi. Her zaman ki gibi sandalyesine oturdu. Birazdan da kuşların sesi geldi. Başını hafifçe kaldırınca karşı binanın pervazlarından yükselen bir Yusufçuk Kuşu gördü. Yusufçuk Kuşu göğe doğru kanat gerdi. Kanatlarını çırparken tüylerini serpti. Tüyleri o kadar çoktu ki, Zahidlerin sokağını bütünüyle kapladı. Zahid, buna çok şaşırdı. Pencereden dışarı başını sarkıttı. O sırada bir tüy de, Zahid'in parmaklarını ucuna kondu. Efil efil esen rüzgar tüyü uçurmadan daha, Zahit onu yakaladı. Parmaklarının arasına aldı. Bakındı. Bakındı.

Rüyasında, "Bak!" dediği şiiri hatırladı.

Sokağa bir daha baktı. Sokağı kaplayan tüyler artık yoktu. Birden kaybolmuştu. Bir daha şaşırdı. Bir ses duydu sonra. Başını göğe doğru kaldırdı. Konuşan Yusufçuk Kuşu'ydu:

"Sen!" dedi.

Hafif hafif esen rüzgar şiddetlendi. Karabulutlar göğü kapladı. Yıldırımlar ardı ardına çaktı. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağdı. Başını odaya doğru çevirdi. Yastığın kenarına baktı. Bardak yoktu. Yastık da yoktu. Hanımıda. O da bomboştu.

Yusufçuk Kuşu, "başka yere değil, bana bak, beni dinle!" dedi. "Ey Zahid! Sen, Yusuf'un öyküsünü hiç mi bilmezsin?"

"Sen!" dedi, Yusufçuk Kuşu. "Sen, Zahid! Yusuf'un öyküsünden hiç mi ibret almazsın?"

Utandı Zahid. Yüzü kızardı. Aynı anda, Zahid'in içinde bir rahatlama hissi de belirdi. Yüreği sakinleşti. Hemen ardından tebessüm etmek istedi, edecekti. Kendisini tahrik eden haber cümleleri geldi nedense zihninin ucuna. Sinkaflı sözcükler belirdi dilinde. Tutamadı kendini. Savurdu bir iki tanesini. Bilemedi. "Allah'ım..." dedi.

3

Gamzeleri belirdi. Gözlerini bir daha açtı. Sabah ezanı okunuyordu. "Rüya içinde bir rüya daha." dedi. Rüyadan da öte. Kabus dolu bir gece!

"Hayrolsun inşaAllah..." dedi. "Hayırdır inşaAllah..." dedi. Yusufçuk Kuşunu hatırladı. Nebi Yusuf'u anımsadı. Sonra dedi ki; Umudumun ırzına asla geçemeyecekler! Umudunun canına asla kastedemeyecekler!

Bu kez ne rüyalarda, ne de kabuslardaydı. Sahiden uyanmıştı.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum