1. YAZARLAR

  2. Akif Emre

  3. Bir 'sürgün şairi': Mehmet Akif
Akif Emre

Akif Emre

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir 'sürgün şairi': Mehmet Akif

27 Aralık 2012 Perşembe 19:19A+A-

Gönüllü sürgününden memleketine dönüşünden hemen sonra, 76 yıl önce bugün vefat etmişti Mehmet Akif. Gönüllülük bir görüntüydü aslında, zira o sürgüne zorlanmıştı. Milli şairi olduğu ülkesinden sürgüne zorlanmıştı. Mehmet Akif'in sürgünlüğü, kırgınlığı, dışlanmışlığının üstüne adeta perde örtülmüştür. Şiirinin milli marş olması bu sürgünü unuttursa da bu durum sadece onun şahsi hayat tecrübesi, hayal kırıklıklarıyla sınırlı değildi. Kendi hayat tecrübesiyle sınırlı olmadığı içindir ki özellikle sürgünlüğünün üstüne yaşadığı dönemde sünger çekilmişti ve bu durum bugün de devam edecektir.

Mehmet Akif'in sürgünlük durumunu hatırla/t/mak onu sürgüne zorlayan şartlarla yüzleşme cesareti göstermek demektir. Bu nedenle milli tarih açısından Mehmet Akif biyografisi İstiklal Savaşı'nda yaptığı fedakârlıklar, verdiği destek ve Çanakkale Destanı gibi şiiriyle sınırlıdır. İstiklal Marşı ise cumhuriyetin Müslüman kitleler nezdinde meşruiyetini sağlayan hem popüler hem resmi metindir.

Mehmet Akif'i sürgüne zorlayan şartlar her şeyden önce onun dünya görüşünden kaynaklanıyor. Artık resmen mahkûm edilmiş bir düşüncenin, hayattan sürülmüş medeniyetin temsilcisiydi. Şiiri memleketinin istiklalini temsil ederken kendisi ve düşünceleri sürgüne gönderilmişti.

Diğer taraftan Mehmet Akif'in düşünce ikliminde sürgünlüğü misakı milli için geçerli bir konumdu belki de. Savunduğu ittihadı İslam düşüncesi, ümmet çizgisi, yereli aşma, evrenseli yakalama imkânı veriyor idiyse bu anlamda sürgünlüğü de yeniden tanımlanmayı gerektiriyor. Doğup büyüdüğü, istiklal mücadelesi verdiği topraklardan uzaklara savrulmuştu ilk bakışta. Ancak sürgün hayatını geçirdiği coğrafya da çok kısa süre önce vatan toprağı değil miydi? Yahya Kemal'in Balkanlar için yazdığı şiirlerinde dile getirdiği yitirilmiş vatan toprakları kadar yakındı. Akif için ceddinin geldiği Balkanlar tam anlamıyla yitik olsa da yaşadığı sürgün coğrafyası siyasi olmasa da soluklandığı havası, ezanı, insanı, aidiyet duyduğu medeniyetin iklimi açısından vatanın bir parçasıydı.

Ulus devlet sınırlarını aşan bir idealin peşinde koşarken yeni bir ulus devletin 'milli şairi' olmanın dayanılmaz çelişkisini yaşadı Mehmet Akif. Yeni oluşuma kan ve can veren bir neslin ruhunu terennüm ederken bedeni ve fikriyatı sürgüne gidecekti. Bu yönüyle de milli şairini sürgüne gönderen yegâne ulus olmak payesi de bize düşecekti. Sahiplenmek adına ilan edilen 'Mehmet Akif Yılı' nedeniyle onun hakkında her şeyin konuşulur gibi yapılıp da bu zamana kadar üzerinde konuşulamayan ve daha bir müddet konuşulmaya cesaret edilemeyecek olan konu da bu olsa gerek.

Akif'in sürgünlüğünü sürgün olmaktan çıkaran, ulus devlet sınırlarını aşan ideali bakımından karşılaştırılabilecek bir başka şair Muhammed İkbal olsa gerek. Biri İslam coğrafyasının merkezi alanını tutan Osmanlı devletinin çöküşünü durdurmak için çırpındı. Diğeri aynı medeniyetin doğu yakasında sömürge yönetimi altında, Hindistan'da kendi sesini yeniden bulmaya çalışırken benzer düşler kuruyordu. İkbal de Hind İslam coğrafyasında ırk, milliyetçilik ayrıştırmasına karşı evrensel bir çizginin renklerini şiirine aksettirirken Akif İslam'da milliyetçilik düşüncesine karşı benzer şuuru dile getirecekti. Ne var ki her ikisi de ulus devlet şartlarına razı olmak zorunda kalacaktı. Akif yenilmiş bir imparatorluktan elde kalan son parçayı kurtarmanın davasındayken, İkbal sömürgeleştirilmiş bir imparatorluktan yeni bir devlet çıkartma davasındaydı. Akif parçalanan imparatorluğun başka bir köşesine savrulurken İkbal yenilmiş imparatorluktan ulus üstü ulus devlet hayali kurdu; ömrü hayalinin gerçekleştirmeye yetmedi

İkbal 'Hicaz ve Şamlı olmaktan, mekâna bağlılıktan vaz geç' derken şiirinde coşkuyla beraber düşünürce bir eda taşır. Akif 'Müslümanlık'ta anasır mı olurmuş ne gezer/Fikr-i kavmiyeti telin ediyor peygamber' derken benzer kaygıyı 'isyan ahlakı' içinde dillendirir. Biri daha filozofça diğeri sanki sosyal gözlemci edasında. Ama her ikisinde de fikir ve öfke baskın özellik. Hemen hemen yaşıt olan İslam coğrafyasının iki kanadından yetişen bu iki isim, şiir dilindeki coşkuya karşılık biri düş kırıklığı içinde sürgündedir diğeri gelecek umuduyla yaşamaktadır.

Farklı İslam coğrafyasının iki coşkulu şairi, alt üst oluşları yaşarken şiiri aşan bir perspektif sunmaya çalıştılar. Şiire yansıyan bu bakış tarzı dönemlerinin sorunlarını, umutlarını yansıtmakla sınırlı kalmayan, çağdaşı İslami düşünürlerinin zaaflarını da taşıyan ve bu yönüyle de bugünkü ufuk çizgimizin belirlenmesinde önemli izler sunar… Bugün için dile getirdikleri idealler ve tecrübe ettikleri pratiklerle hesaplaşmak hem yerel hem küresel ölçekte içinde yaşadığımız durumla yüzleşmeye cesareti gerektiriyor. 

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT