1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Bir sığınağın yıkılışı
Bir sığınağın yıkılışı

Bir sığınağın yıkılışı

Saldırı günü El-Beka’nın yıkılışını izledim. Gördüğüm fotoğraftaki kan lekeleriyle dolu masada oturuyor olur muydum diye düşündüm. Ölüme çok yakın hissettim, tıpkı soykırımın ilk günlerindeki gibi bir korku hissettim.

25 Ağustos 2025 Pazartesi 21:18A+A-

Sara Awad’ın We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Zeynep Nursel Boyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.


Ya orada olsaydım? Bu soru devamlı kovalıyor beni, acımasızca, sessiz bir odadaki duvar saatinin tıkırdayıp durması gibi.

Gazze’nin batısındaki El-Beka adlı kafeye hava saldırısı düzenlenmeden 1 hafta önce en yakın arkadaşım Hud ile birlikte orada bir buluşma ayarladık. Haberler ve soykırımdan uzakta zaman geçireceğimiz için çok mutluyduk. Her şeyi planladık, günü, saati, hatta giyeceğimiz kıyafetleri. Denizin karşısında tertemiz havayı soluyacağımız için çok heyecanlıydık.

Oraya gittiğimizde politika veya füzeler hakkında konuşmama kararı kaldık. Sadece gelecek hedeflerimiz, planlarımız ve savaş biterse ne yapacağımızı konuşmak ya da sadece oturup dalgaları izlemek istedik.

Gazzeliler katlediliyor: yataklarında, cami kubbelerinin ve kiliselerin çan kulelerinin altında, dar sokaklarda, açık sokaklarda ve kum tanelerinin bir zamanlar kahkahalara, yalınayak oyunlara ve nice sevinç anlarına tanıklık ettiği kıyı şeridinde. Bir zamanlar sessiz bir sığınak olan Gazze denizi, şimdi sessizce geri çekiliyor. Gazze'de hiçbir yer esirgenmiyor. Hiçbir anı güvende değil.

El-Beka sıradan bir kafe değildi; bir sığınak haline gelmişti. O kafenin duvarları içerisinde, insanlar Gazze’de nadir olan bir şey arıyordu: bir mola. Kahve fincanlarının şıkırtısı, argeeleh meyveli tütün kokusu, konuşmaların kısık uğultusu, denizden esen tuzlu esinti; hepsi kısa bir süreliğine normallik yanılsaması sunuyordu.

Hava saldırılarının gürültüsünden, yerinden edilmenin yarattığı boğuculuktan ve savaşın bitmek bilmeyen gürültüsünden kaçan yüzlerce kişi için El-Beka, bir huzur köşesiydi. Kırılgan bir yuva hissi veriyordu. Aileler orada sadece yiyecek ve oturmak için değil, dalgaların sesi ve birbirlerinin varlığının verdiği huzurla dolu bir an için toplanıyordu. Yıpranmış sandalyeleri huzursuz bedenleri barındırıyordu; pencereleri Gazze'nin uçsuz bucaksız mavi denizinin manzarasını çerçeveliyordu.

Milyonlarca anı, doğum günü, buluşma, randevu, buharı tüten fincanlar eşliğinde yapılan sessiz sohbetler ve şimdi sirenler arasında kaybolan kahkahalarla doluydu. Medya çalışanları da, hikâyelerini kaydetmelerine ve çoğu zaman başka tarafa bakan bir dünyayla bağlantıda kalmalarına olanak tanıyan sağlıklı internet bağlantısı sayesinde buraya ilgi duyuyorlardı. Sessizliğe gömülene kadar, burası bir düşünce, hayatta kalma ve birliktelik alanıydı.

El-Beka, 30 Haziran 2025’de İsrailli işgalciler tarafından hedef alındı. Kahve fincanları, aile toplantıları, sevgi ve dalgaların yanında kahkahalar, sonunda İsrail'in soğukkanlılıkla hedef aldığı şeyler oluyor. Gazze'deki savaş atmosferinden kaçacak yer yok.

Saldırılar karşısında şaşkına döndüm, sosyal medyada paylaşılan ve takip edilen yürek parçalayıcı fotoğraflar ise beni daha da dehşete düşürdü. Yorgun gözlerle yerde oturan yaşlı bir adam, yanında şehit düşen karısı. O tek fotoğraf kalbimi milyonlarca parçaya böldü.

El-Beka Kafe'de onlarca sivil şehit edildi; aralarında iki gazeteci İsmail Ebu Hatab ve Ömer Zaino da vardı. Yetenekli bir sanatçı olan Amna El-Salmi de öldürüldü. Bunlar sadece bir manşetteki isimler veya bir ölenlerin sayısı değildi; onlar, tıpkı herkes gibi o sabah planları, sorumlulukları ve umutlarıyla uyanan insanlardı. Hayatlarını yaşıyor, bitmek bilmeyen savaş rutininden bir an olsun kaçıyorlardı.

İsrail'in neden hayatlarımızı olabildiğince anlamsız kılmaya çalıştığını merak ediyorum. Bir kafede bir masa onlar için bu kadar tehlikeli olabilir mi? Yoksa yaşadığımız her şeye rağmen mutluluğu yakalama çabalarımız onları rahatsız mı ediyor? Bir dizi sorum var ama kimse cevaplayamıyor.

Saldırı günü El-Beka’nın yıkılışını izledim. Gördüğüm fotoğraftaki kan lekeleriyle dolu masada oturuyor olur muydum diye düşündüm. Ölüme çok yakın hissettim, tıpkı soykırımın ilk günlerindeki gibi bir korku hissettim.

Binlerce kişi gibi ben de bütün bu yıkıntının fotoğraflarını gördüm. Ama çoğu kişinin aksine, daha derinlere bakmayı tercih ettim: yardım arayanlara, korkmuş yüzlere, saldırıdan sonraki kaosa. Görülmemiş hikâyeleri görmek için ayrıntılara baktım. Okuldaki sınıf arkadaşlarımdan ikisi göz açıp kapayıncaya kadar şehit edildi; onlar için başka hiçbir hayal mümkün değil. Sanırım Huda ve benim gittiğimiz sebeple kafeye gittiler: rutini bozmak ve bu sonsuz ölüm döngüsünden kısa bir süreliğine uzaklaşmak için. 21 yaşındayken, hayatlarını mahvetmeye karar veren bir askerin attığı roketle anında öldürüldüler. Bu şehit ruhlar ve onların basit umutları için yüreğim çok ağır ve kırgın.

Dünya ancak öldüğümüzde, kanlı bedenlerimiz toprağa verildiğinde ve acımızı hissetmeye başladıklarında bize dikkat ediyor. Sessizce izliyorlar, hiçbir şey yapmıyorlar, hiçbir şey söylemiyorlar; İsrail güçlü silahlarıyla bizi öldürmeye devam ederken kimse onları durduramıyor.

Gazze'de en sıradan anlar bile -denizin etrafında toplanmak, doğum günü mumu yakmak, sevdiklerinizle çay veya kahve yudumlamak- bir saniyede çalınabiliyor. Burada, yaşamın en basit eylemleri bile tehlikenin gölgesinde kalıyor.

Gazze’de sadece hayatta kalmak bile bir direniş, en küçük bir mutluluk bile tehdit olarak görülüyor.

 

Sara Awad, edebiyat ve edebiyatla ilgili her şeye tutkuyla bağlı bir İngiliz edebiyatı öğrencisidir. Derslerinin dışında yazmak, resim yapmak, fotoğraf çekmek ve yerel hayır kurumlarında gönüllü olarak çalışmaktan hoşlanır. Yurtdışındaki birçok ülkede Filistin'in elçisi olmayı hayal etmektedir. Ayrıca, memleketi Gazze'de Filistin davasıyla ilgili gerçekleri anlatabilmek için İngilizce gazetecilik yapmak istemektedir.

Sara, babasından ilham alarak, onun gibi Gazze İslam Üniversitesi'nde profesör olmak istiyor.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum