1. YAZARLAR

  2. Orhan Miroğlu

  3. Aşılmaz duvarlar ve Ergenekon
Orhan Miroğlu

Orhan Miroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Aşılmaz duvarlar ve Ergenekon

17 Mart 2011 Perşembe 17:23A+A-

Pazartesi günü kaldığım yerden devam etmek istiyorum, ama kimse gereksiz polemiklere girmesin diye peşinen söyleyeyim. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasını haklı göstermek gibi bir niyetim asla olamaz. Tutuklanma çoğu kez telafisi mümkün olmayan zararlara yol açıyor ki, 12 Eylül’de bu zararı üç yıl fazladan hapis yatarak yaşamış biriyim ve ne olduğunu da iyi biliyorum. Ayrıca bir yazarın kitabına şu veya bu adı vermesi herhalde tutuklama sebebi olamaz. Yazarın bu özgürlüğüne kimsenin bir şey dediğini sanmıyorum. Bana kalırsa bir yazar bugün Ergenekon örgütüne üye olmadan da, Ergenekon’un basın-medya piyasasından yararlanmayı düşünebilir. Bunun için gidip örgüte üye olması gerekmez. Bir kere çok ciddi ve büyük bir pazar söz konusu; ve Ergenekon fikrine meyledenlerin yazar-gazeteci olduğu bu pazarda, her biri yüz binlerce baskıya ulaşan kitaplar önemli bir ‘kültürel’ ihtiyacı karşılıyor. Bütün bunlar çok normal. Ama tutuklamalara yönelik protestolar, tutuklanan insanların benimsedikleri ideolojiler veya siyasi ‘kimlikler’ öne çıkarılarak yapılıyor ki, bunun doğru olmadığı kanısındayım.

Kimileri, hakikatin ortaya çıkması için bir takım kitaplar yazmış ve devletin yol açtığı insan hakları ihlalleri konusunda aydınlatıcı haberlere imza atmış olmalarını hatırlatıyor, sosyalist kimliklerine vurgu yapıyor, dolayısıyla Şık ve Şener’i Ergenekon’la ilişkilendirmeyi muhalifleri sindirme politikası olarak yorumluyorlar. Bu fikre katılmıyorum. Çünkü Ergenekon iddianamelerinden yargılanan herkesin Ergenekon’dan önce bir geçmişi, bir mesleği ya da siyasi kimliği var, kimse uzaydan fırlatılmış değil Ergenekon’un içine.

Ve bu geçmiş- Veli Küçük, Levent Ersöz, Arif Doğan, Cemal Temizöz gibi bazı istisnalar dışında- kanlı ve içinde sayısız cinayet barındıran referanslara işaret eden bir geçmiş de değil doğrusu.

Sanıklar arasında Bedrettin Dalan gibi, Haberal gibi, Balbay gibi, daha önce herhangi bir ihlale, suça karışmamış, mesleklerinde ve kendi uğraş alanlarında başarılı olmuş birçok sanık bulunuyor. Sanıklar arasında, ordu kademesinde, kuvvet komutanlığına kadar yükselmiş generaller, ayrıca adı, bir zamanlar sosyalist hareket içinde ‘lider’ ve ‘düşünür’ düzeyinde anılanlar var.

Aslına bakarsanız, siyasi fikirlerimiz ve tercihlerimiz ne olursa olsun, Ergenekon sürecinden sonra bu fikirlerin ve kanaatlerin değişmeden kalması mümkün olamazdı. Kişisel olarak, Ergenekon süreci, benim, Kürt sorununda sahip olduğum fikirlerin büyük ölçüde değişmesine yol açtı. Düşünüyor ve muhasebe yapıyorum. Vardığım sonuç şu: Kürt siyasetiyle aramıza giren mesafenin yegane müsebbibi, Ergenekon süreciyle fikirlerimde meydana gelen esastan değişimdir. Bu değişim beni hiç rahatsız etmiyor. Çünkü Türkiye’de tarihsel ilerlemenin Ergenekon süreci üzerinden yaşandığına inanıyorum. Buna inanmadan bu ülkede ilerlemeyi, barışı ve demokrasiyi savunmanın mümkün olmadığını düşünüyorum.

Tabii Türkiye’deki tarihsel ilerlemenin merkezine koyduğum Ergenekon sürecine rağmen; ‘vaziyeti idare eden’ ve ‘suya sabuna’ dokunmayan yazılar yazmayı tercih etmek suretiyle, siyasi hikayemin ve kimliğimin içinde yer aldığı Kürt meselesiyle alakalı olarak, daha dört yıl öncesine kadar sahip olduğum fikirlerle köklü bir kopuş yaşamayabilirdim.

Ama böyle bir tutumu benimsesem, yazı yazmanın benim için bir anlamı kalmazdı ve yazmayı da bırakırdım.

Lakin bu yolu seçmemenin bedeli ağır oldu. Korumalarla devam eden yaşamın zorlukları bir yana, Kürtler’ in bir kısmı-özellikle silahlı olanları- beni anlayamaz hale geldi. Ve anlayamayanlar, etkiledikleri halk kesiminin de anlamaması için çaba gösteriyorlar.

Belli bir merkezden yönetilen bu çabayla beraber; doğrusu benim ölüm tehdidinden ve ölümün kendisinden, daha beter ve daha önemli bulduğum, şey başlıyor: Kişilik katli. Kürt aydınlarını yaşarken öldürmeyi böyle başarıyorlar. İmkanları ve sahip oldukları kurumlar bu bakımdan çok güçlü.

Anlaşmazlığı diyalogla çözme üzerinde duramıyoruz pek. Çünkü devreye muhtemel bir diyalogu bir anda imkansız hale getiren başka metotlar giriyor. Ve benim o metotlarla baş etmem mümkün değil. Çünkü beni ve diğer dostlarımızı ‘ulusun bu zor zamanlarında ihanetle’ suçlayıp ölümle tehdit edenlerle, eşit şartlara sahip değiliz. İmkanları sınırsız.

Ayrıca, bu yetmezmiş gibi, sosyalist dostlarımla Ergenekon sürecinden sonra, aramızda fazlaca paylaşacak bir şeyim kalmadığını görmek de yeterince hüzün veriyor. Ne var ki, içtenliği bir yana bırakarak ve hakikatlerden köklü bir kopuşu göze alarak, bu hüzünle baş etmenin ve temelleri sarsılan dostlukları sürdürmenin mümkün olmadığını da görüyorum. Bütün bunlar bir yana Ergenekon’un toplumun her alanına nüfus etmesi, her meslekten insanı biraraya getirebilme kabiliyeti, bu örgütün, savunduğu fikirlerin toplumda bir hayli alıcısı olduğunu gösteriyor.

Ergenekon’u kuranların, insanları biraraya getirmedeki örgütsel kabiliyetini ve gücünü yok sayanlardansanız ve dolayısıyla insanları böylesine lanetli bir örgütte biraraya getirme başarısının bir savcıya, yani Zekeriya Öz’e ait olduğunu düşünüyorsanız, bu yazıyı okumasanız da olur. Çünkü Ergenekon, teröre başvurmaktan çekinmeyen, neo-ittihatçı siyasi referanslara sahip bir hareket, siyasi bir akımdır. Ergenekon’un bu siyasi karakterini göz ardı ettiğinizde, bir zamanların muteber işadamının, yazarın, gazetecinin, akademisyenin, siyasetçinin ve omzundaki yıldızları kalabalık askerin, tutuklanmasının nedenlerini anlayamazsınız.

Annelerinin gördüğü gibi, onları sadece gazeteci, yazar, işadamı, akademisyen, siyasetçi ve askeriyede komutan olarak görürsünüz. Ne olursa olsun annelerin hissiyatına saygı duyulur elbette. Ama Ergenekon’u annelik kalbi ve hissiyatıyla anlamak mümkün değildir. Anlayamadığınız zaman da özgürlükler elden gidiyor diye, durumu protesto etmek için sokağa çıkar, bilumum Ergenekon kitlesiyle saf tutarak, ‘yılın ırkçısı’ ödülüne layık görülmüş birileriyle omuz omuza yürümek zorunda kalırsınız. Neticede, demokratlık/sosyalizmle, ve Kemalizm/İttihatçılık arasında aşılmaz diye düşünülen bir duvarı daha, böylece aşmış olursunuz. Bu durumda, aşılmaz diye düşünülen bu duvarların bir bir aşıldığını görenlerin de, Marks’a inanmaktan başka çareleri kalmaz: ‘Tarihte ne olmuşsa, başka bir şey olamadığı içindir.’

TARAF

YAZIYA YORUM KAT