
Amr Bin Âs -2
.
AMR BİN ÂS'IN MISIR'A YENİDEN SAHİP OLUŞU
Hakem olayından sonra, siyasi gelişmeler Muaviye'nin işine yarayacak şekilde açımlandı. Irak'ta Haricilerle uğraşmak zorunda kalan ve bu konuda makul bir strateji izlemeye muvaffak olamayan Hz. Ali, süreç içerisinde Şam üzerine de yürüyemedi. Sıffin'de hezimetten hile ile son anda kurtulan ve tahkim neticesinde amacına ulaşan Muaviye, savunmayı bırakarak taarruza geçmeye karar verdi.
Muaviye'nin gözünü diktiği ilk bölge, Mısır oldu. Burası, birçok yönden stratejik bir öneme sahipti. Her şey bir tarafa, Mısır'a egemen olursa, bu büyük ve zengin ülkenin haracından elde edeceği gelir ile Hz. Ali'ye karşı üstünlük sağlayabilirdi.
Muaviye ile Amr, Mısır'la ilgilenmeye Sıffin savaşından önce başlamışlardı. Uyguladıkları politika sonucunda Mısır'ın sevilen kudretli valisi Kays bin Sa'd'ın Hz. Ali tarafından görevden alınmasını sağlamışlardı. Mısır'ın yeni valisi Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, ülkedeki Hz. Osman yanlılarına çok sert davranmış ve onların kendisine düşman olmasına yol açmıştı. Onun bu tavırları, Mısır'daki muhalif öbeklenmeleri daha da faal bir duruma getirmişti.
Taberî, İbnü'l Cevzî, İbnü'l Esir gibi müellifler; Muaviye'nin Mısır'ı ele geçirmek için Amr başta olmak üzere, komutanlarıyla görüşüp çeşitli planlar yaptığını uzun uzun anlatmaktadırlar. Bu stratejiye bağlı olarak, Şam valisinin, taraftarlarına ve düşmanlarına ayrı ayrı yazdığı mektupların etkili olduğu dile getirilmektedir. Nitekim, Hz. Osman taraftarları mücadeleye hazır olduklarını bildirmiş ve asker gönderilirse rakiplerini kolayca alt edebileceklerini bildirmişlerdir.
Durumdan haberdar olan Hz. Ali; genç ve deneyimsiz Muhammed bin Ebu Bekir'in Mısır'da otoriteyi sağlayamayacağını anlamıştı. Yerine yeni bir vali göndermeyi düşünen halifenin, eski vali Kays bin Sa'd ile dirayetli ve güvenilir komutanı Malik el-Eşter arasında bir süre bocaladığı anlaşılmaktadır. Sonunda Hz. Ali, o sırada Nusaybin'de bulunan Eşter'i çağırıp Mısır'a gönderdi. Bu görevlendirmenin zamanı hakkında tarihçiler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu rivayetler arasında en meşhur olanı, Eşter'in, Muhammed bin Ebu Bekir Mısır'dayken gönderildiğini kabul eden yaklaşımdır.
Hazırlıklarını tamamlayan Malik el-Eşter, Mısır'a hareket etti. Durumdan haberdar olan Muaviye, tedirgin oldu. Eşter'in deneyimli, akıllı ve celadetli biri olduğunu biliyordu. Hemen bir plan yaptı. Mısır yolu üzerinde bulunan Kulzum'da harac memuru olan Çaystar'a haber ulaştırarak, Eşter'i öldürürse, kendisinden bir daha harac almayacağını iletti. Kulzum'a gelen Eşter'i, Çaystar karşıladı ve rivayetlere göre bizzat kendisi misafir etti. Ona zehirli bal şerbeti içirerek öldürdü. Sıffin'de Muaviye ordusunu darmadağın eden Eşter'in bu kadar basit bir tertiple öldürülmesi Muaviye'yi ve Amr'ı çok sevindirdi. Tarihlerde bu ikilinin, Eşter'in ölüm biçimini, "Allah'ın baldan askerleri vardır." sözüyle karşıladıkları rivayet edilmektedir. Taberî'deki şu anekdotu aktarmakta da yarar var: Muaviye, Eşter'in ölüm haberi kendisine ulaşınca, "Ali'nin iki kolundan biri olan Ammar'ın Sıffin'de, ikinci kolu Eşter'inki de Kulzum'da kesildi." diyerek memnuniyetini ifade etmiştir.
Eşter öldürülünce Hz. Ali, Muhammed bin Ebu Bekir'e göreve devam etmesini bildiren bir mektup gönderdi.
Bu olayla birlikte, Şam ordusunun Mısır'a yönelmesi için hiçbir engel kalmamıştı. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Amr bin Âs, 6 bin kişilik bir orduyla 658'de Mısır üzerine yürüdü. Sınıra yaklaştığında buradaki 10 bin kişilik Hz. Osman yanlısı grubun da kendisine katıldığı rivayetler arasındadır.
Amr, önce Hz. Ali'nin valisine kendisinin ve Muaviye'nin mektuplarını iletti. Tehdit dolu mektupları alan vali, durumu hemen Hz. Ali'ye bildirerek yardım istedi. Kûfeliler, Hz. Ali'nin çağrısına pek iltifat etmediler. Zorla toplanan 2 bin kişilik bir ordu, Malik b. Ka'b el-Erhabî komutasında yola çıktı. Bu sırada, Muhammed tarafından Amr'ın üzerine gönderilen bir birlik komutanlarıyla birlikte kılıçtan geçirildi. Bu haberin yayılması üzerine adamları valiyi terk etmeye başladılar. Yanında kimsenin kalmadığını gören genç vali Muhammed bin Ebu Bekir, rivayetlere göre yakında bulunan bir mağaraya sığınmak zorunda kaldı. Şam ordusu bölgeye gelince, mağarada saklanan Muhammed'i ele geçirdiler. Muhammed'in kardeşi Abdurrahman, Amr'ın Fustat'ta bulunan bir birliğinde görevliydi. Abdurrahman, kardeşinin yakalandığını öğrenince, Amr'a giderek kardeşini öldürmemesini rica etti. Fakat Amr'ın komutanlarından Muaviye b. Hudeyc, kimseyi dinlemedi ve Muhammed'i öldürdü. Yetmiyormuş gibi cesedini bir merkep leşine koyarak ateşe verdi. Bu olay, Hz. Ali'yi derinden etkiledi. Tarihçiler; Hz. Âişe'nin de, kardeşine yapılan bu tüyler ürpertici muameleden dolayı çok üzüldüğünü ve sebep olanlara beddua ettiğini aktarmaktadırlar.
Hz. Ömer döneminde, Mısır'ı Rumların elinden alan Amr; bu kez Müslümanların elinden ve Muaviye adına ülkeyi teslim aldı. Muaviye ile daha önce yaptıkları anlaşma gereği, zorunlu harcamalar dışındaki bütün geliri kendisine ayırdı. Bu durum, Amr'ın, dış işlerinde Muaviye'ye bağlı fakat kendi idaresinde müstakil bir devlet başkanı statüsüne sahip olduğunu göstermektedir. Onu, sıradan bir vali gibi değil de ülke topraklarını yönetmede Muaviye'nin ortağı olarak değerlendirmek daha uygun olacaktır.
AMR BİN ÂS'IN ÖLÜMÜ
İbn Sa'd'da geçen bir rivayete göre, Muaviye bir süre sonra, Amr'ın hayatı boyunca Mısır gelirlerine sahip olmasını çok bulduğu, Amr'ın da Muaviye'nin, kendi yardım ve gayretiyle yönetimi ele geçirdiği düşüncesiyle, idare ettiği toprakların daha da genişletilmesi beklentisi içinde olduğu ileri sürülmektedir. Anlaşmazlık büyüyünce araya başkalarının da girmesiyle, bu durumu yedi yıl için geçerli kılan bir anlaşma yapılmış; ancak bu sürenin yarısı dolmak üzereyken Amr ölmüştür.
Bu arada, Haricilerin suikast girişiminden de söz etmek gerekmektedir. Bilindiği gibi hakem olayı bölünme ve kopmalara yol açmış; aynı zamanda hüküm konusundan hareketle dinî tartışmaların hatta tekfir edici yaklaşımların önünü açmıştı. Sıffin savaşından sonraki hac mevsimlerinde Hz. Ali'nin hac amili ile Muaviye'nin hac amili arasında hac hizmetlerinin yürütülmesi konusunda yaşanan anlaşmazlık da bunun tuzu biberi oldu. Bu durumdan rahatsız olan Hariciler, Müslümanların bu bölünmüşlüğünün sorumlusu olarak Hz. Ali, Muaviye ve Amr'ı gördükleri için, bu üç şahsın öldürülmesiyle ümmetin selamete kavuşacağını düşünmekteydiler. Ayrıca onlar daha önce öldürülen kardeşlerinin de intikamını almak istiyorlardı. Bu amaçla, üç suikastçı belirlediler. Abdurrahman b. Mülcem, Hz. Ali'yi; Haccac b. Abdillah, Muaviye'yi; Amr b. Bekir de Amr b. Âs'ı öldürecekti. Her biri kılıçlarını zehirlediler ve o yılın 17 Ramazan'ını suikast günü belirleyerek ayrıldılar.
Hz. Ali kendisine yönelik saldırıda ağır bir şekilde yaralandı ve iki gün sonra da vefat etti. Muaviye, korumalarının yardımıyla saldırıyı hafif sıyrıklarla atlatmayı başardı. Amr'ı öldürmekle görevli suikastçı, pusu kurduğu yerden fırlayarak vali konağından çıkan bir kişiyi öldürmüştü. Halbuki vali, o gün rahatsızlığı nedeniyle yerine emniyet âmiri Harice b. Huzafe'yi sabah namazını kıldırmak üzere görevlendirmişti. Katil yakalanarak valinin huzuruna çıkarıldı, Amr kendisine suikast planlayan adamın boynunu vurdu.
Tarihçiler Amr b. Âs'ın ölüm tarihi olarak farklı görüşler ileri sürmektedirler. Bunlar arasında Amr'ın Hicri 43 (663) yılında öldüğü bilgisi daha fazla tercih edilmektedir. Toplam on yıl valilik yapan Amr'ın, öldüğünde en az 80 yaşında olduğu kabul edilmektedir. Çok sayıda kaynakta, ölmeden önce oğlu Abdullah'la yaptığı bir konuşmadan söz edilmektedir. Temkinli yaklaşmak zorunda kaldığımız, bazı cümlelerine inanmakta zorlandığımız bu konuşma metninde şu sözler yer almaktadır:
"… Ben üç dönem geçirdim ve bu üç dönem sonunda kendimi tanıdım. Önce, kâfirlerden biriydim. O zaman ölseydim, yerim cehennem olacaktı. Sonra Rasulullah'a bey'at ettim, ben önceki yaptıklarımdan dolayı, insanlar arasında ondan en çok utanan kişi oldum. Ondan utandığım için, vefat edinceye kadar ona gözlerimi kaldırıp bakamadım, herhangi bir itirazda bulunamadım. … Ben, bundan sonra, iktidara karıştım, bazı işler yaptım. Bu işler, benim lehime mi yoksa aleyhime midir bilmiyorum. Ben şirk üzere değilim ki, müşrik olarak öldüğümde cehenneme atılayım; yine ben İslâm üzere değilim ki, öldüğümde cennete konulayım. … Allah'ım, sen bazı işler emrettin, bazılarını da nehyettin. Bense senin emrettiklerinin çoğunu terk ettim. Senin nehyettiklerinin çoğunu da yaptım. Allah'ım beni bunlardan ancak sen kurtarırsın. …"
Amr bin Âs'ın mezarı Mısır'dadır.
GENEL DEĞERLENDİRME
Amr bin Âs, ilk dönem İslam tarihinin en ilginç simalarından biridir kuşkusuz. Çok yönlü bir kişilik sarmalına sahip olduğu gibi, yapıp ettikleriyle de tarihin biçimlenmesinde son derece etkili olmuştur. Hakkında çok sayıda rivayet ve önemsenmesi gereken bir tarihi malzeme bulunmasına karşın, soğukkanlı değerlendirmeler yapma noktasında insanı güç durumda bırakmaktadır.
Amr'ın kişiliğinin oluşmasında en belirleyici unsur kuşkusuz babasını küçüklüğünden itibaren kendisine ideal olarak seçmesidir. Modern psikolojide bu durum özdeşleşme (identification) şeklinde ifade edilmektedir. Ayrıca Amr'ın, kötü olarak bilinen cariye bir kadının oğlu olması da onu derinden etkilemiş; üzerinden atamadığı bir mahcubiyet, eksiklik ve aşağılık duygusu meydana getirmiştir. Kimi rivayetler, onun hayatı boyunca kadınlar hakkında sağlıklı ve dengeli bir yaklaşıma sahip olmadığını; kız çocuklarını da daima aşağıladığını dile getirmektedir. Amr, kardeşi Hişam karşısında da eziklik hissetmiş ve bu durum, toplum hayatında kendisine avantaj sağlama noktasında onu sürekli kamçılamıştır.
Hayatına bir bütün olarak baktığımızda Amr'ın iyi yetişmiş, hırslı, zeki ve kurnaz biri olduğunu söylememize gerek yoktur sanırım. "Girdiğim her şeyin içinden çıktım, başımı soktuğum her işten selametle ayrıldım." diyen Amr bin Âs, bütün bu özellikleri dolayısıyla bir "dâhi" olarak takdim edilmiştir. Hırsı ve kurnazlığıyla bütünleşip gelişen yöneticilik gücü, ticaretle uğraşması, diplomasiden çok iyi anlaması, aşırı mal sevgisi gibi özelliklerinin yanı sıra kaynaklar onun çok cesur olduğundan ve şairliğinden de söz etmektedirler.
Dini bağlanmanın ötesine geçerek bakıldığında Amr bin Âs, yaşadığı dönemin en karizmatik kişilerinden biridir kuşkusuz. Müsteşarlık, elçilik, zekât âmilliği, komutanlık, hakemlik, valilik gibi görevler üstlenmesi; onun devlet adamlığı yönünü sürekli sağlamlaştırmıştır. Bunun dışında imar ve bayındırlık, iktisat ve siyaset gibi alanlarda da yetkin biri olduğu kesindir.
Sahip olduğu bu özellikler, müslümanca ve adalet eksenli bir bakışla değerlendirildiğinde, onu temize çıkarmamaktadır elbette. Aynı zamanda, hakkında anlatılanlar da sonuçta çeşitli rivayetlere dayanmakta, ister istemez sübjektif boyutlar taşımaktadır. Ne var ki iyi ya da kötü olarak bilinen herkese bu malzeme eşliğinde bakmaktan başka bir yol da yoktur. Tarih yazımının Abbasiler döneminde biçimlendiğini, Emevilerin ya da onlara yakın duranların yer yer karalanmış olabileceklerini, kimi çarpıtmaların yapılmış olabileceğini de gözden uzak tutmuyoruz bunları söylerken. Nitekim biz de olabildiğince dikkatli davranmaya, çok yönlü bir okuma ve araştırma eşliğinde değerlendirmeye, mezhep ve meşrep bağlılıklarının ötesinde yansız bir bakışı öne çıkarmaya gayret ettik. Kişilik özelliklerini kavramaya ve uzun uzun anlatmaya çalışmamızın da nedeni budur. Ancak temiz bir akıl ve vicdan sahibi bir bakış şunu kabul eder ki, Amr bin Âs'ın hayatı kendi yandaşları ya da Emeviler eliyle yazılsaydı, biyografisinin temel özelliklerinde ciddi bir değişiklik olmazdı. Zekâsı, dehası, kurnazlığı, becerikli biri oluşu; farklı görüşlere sahip bütün müelliflerin kabul ettiği noktalardır zaten. Hayatında önemli bir yeri olan olaylar da her türden kaynakta benzer şekillerde verilmektedir. Sadece yorumlar farklı olmakta ve ders çıkarma noktasında da neredeyse herkes susmaktadır. Son dönemlerde kendisiyle ilgili olarak yazılan makale ve kitaplara baktığımızda da çoğunluğunu Mısırlıların oluşturduğu yazarlar onu göklere çıkarırken, oryantalistlerin çoğu da onu sahabi hatta Müslüman olarak bile kabul etmemektedirler.
Amr bin Âs'ın Müslüman ya da sahabi olarak değerlendirilemeyeceği görüşü bizce abartılı ve yanlıştır. Sahabe algısındaki yanlışlar ve "sahabe karizması" üzerinden yapılan yorumlar sıkıntılıdır kuşkusuz. Bu konuda Müslümanların konsensüse ulaştıkları bir sahabe tanımı da tarih boyunca yapılamamıştır zaten. Ancak biz bunun da çok ciddi bir çözüm getireceğini düşünmüyoruz. Sahabe nitelemesini çok geniş tutmak da onu daraltıp minimize etmek de "furkan"a ulaşmış bir bakış açısının oluşmasında yeterli olmayacaktır. Bizce, sağlıklı değerlendirmelerin başlangıç noktası, insan gerçekliğini ve imtihan olgusunu anlamlandırmakta yatmaktadır. Deyim yerindeyse iyi sahabe – kötü sahabe tartışmasının ötesine geçerek, insan ve toplum hayatındaki değişme, bozulma, yücelme, kirlenme, arınma, düşme ve yükselme gibi değerlerin devingenliğini daha fazla dikkate almak gerekmektedir. Bütün insanlar için geçerli olabilecek insanlık durumlarının, sahabe dediğimiz insanlar için de işler kılındığını kabul etmek zorundayız. Peygamber sözü olduğu iddia edilen rivayetlerle hatta Kur'an âyetleriyle kimi tutum ve davranışları övülen insanların, mükemmellik hâlesiyle kuşatılarak hatadan vareste kılındıklarını, yaşantılarının ölünceye kadar hiç değişmeyeceğini iddia etmek hem bütüncül insanlık deneyiminin hem de vahyi bildirimin sınırlarını zorlamaktır.
Amr bin Âs, iniş ve çıkışlarla dolu bir hayat sürmüştür. Ne yaptığını bilmeyen bir adam değildir. Övgüyü hak eden niteliklerinin yanı sıra felaketlere yol açan karar ve eylemlerinin de olduğu malumdur. Onun portresine bütüncül olarak bakıldığında, yapıp ettiklerinin hepsinin Allah rızasını kazanmaya, ifsadı kaldırıp ıslahı öne çıkarmaya yönelik olduğunu, daima böyle bir bilinçle yaşadığını ona toz kondurmayanlar bile söyleyememektedir. Üstelik yaptığı bazı şeyler İslam tarihinde bir "ilk" olma özelliği taşımakta; kimi konularda kötü bir çığır açtığı için vebali, sorumluluğu da artmaktadır. Bütün bunlarda, yaşadığı dönemin genel atmosferinden etkiler bulunabilir; cahili refleksler ve kavmiyetçilik gibi temel sapmalar birçok kişide olduğu gibi onda da nüksetmiş olabilir. Ancak bireysel bir hırs, siyasi tamah ve dünyevi çıkarlar eşliğinde hareket ettiği, bu durumun zamanla kişiliğinin bir parçası haline geldiği görülmektedir. Çok yönlü bu kişilik laboratuarının günümüze uzanan izdüşümleri ve alınacak ibretler, ayrı bir yazının konusu olacak mahiyettedir.
Özellikle Hz. Osman tarafından görevden azledilmesinden sonra rol aldığı kimi olaylar, etkileri günümüze kadar uzanan tahrifat ve tahribatlara yol açmıştır. Hz. Osman aleyhine yürütülen kampanyada sorumluluğu vardır ve kimi rivayetlerde Muaviye'nin de olayın sonuçlarından kendisi kadar sorumlu olduğunu bizzat kendisi dile getirilmiştir. Hz. Ali'yi, onun yanında makam ve ikbal görmediği için sevmediği anlaşılmaktadır. Sıkıntılı olsa da ümmetin çoğunluğu tarafından imameti kabul gören Hz. Ali'ye karşı hileli yollarla başkaldırıp bagi konumuna düşen Muaviye ile iş tutması, dehasının değil egosunun yansımasıdır. Bu yüzden çıkan Sıffin savaşında binlerce müslümanın ölmesindeki rolü ve onun akabinde Tahkim'de yaptıkları ise asla müsamaha ile karşılanamayacak bir faciadır. Bu kan gölünde Amr'ın parmağını görmemek mümkün değildir. Allah'ın kitabının sayfaları yırtılarak mızraklara geçirilmesi, görüşmelerde kurnazlık nitelemesiyle geçiştirilemeyecek kirli oyunlara yönelmesi, itham ve iftiralarında Muaviye'ye yardımcı olması, Hz. Ebubekir'in oğlu Muhammed'in iğrenç bir şekilde öldürülmesine göz yumması, Mısır halkını kendi tebâsı olarak görüp bütün kazancını kendine ayırması, açgözlülük, mal sevgisi ve iktidar hırsından asla vazgeçmemesi, kimi rivayetlerde kendi ağzından da aktarıldığı gibi onun yaptığı büyük münkerlerdendir. Mısır fatihi olması, diplomatik ve askerî dehası, birçok fetih hareketinde önemli başarılara imza atması gibi olumluluklar, bu sıkletin ve ifsada yol açan tablonun ağırlığı altında birden ezilmekte ve ister istemez anlamını yitirmektedir.
İslam tarihi değerlendirmelerinde Yezid gibi, Haccac gibi, yaşayıp yaşamadığı bile tartışmalı olan Abdullah İbni Sebe gibi kişilere yüklenmek ve bütün kötülük ve bozulmaları bu tip insanlara fatura etmek neredeyse bir gelenek hâlini almıştır. Halbuki yeni yeni neşv ü nema bulan Nebevi istikametten koparak o sapmalarla dolu yolu açan, suyun başına çömelip suyu kirleten insanların sorumluluğu, vebali daha büyüktür.
Amr bin Âs'ın, Mısır valiliği görevinden azledilmesinden sonraki silueti, hâlâ o suyu kirletmeye devam etmektedir. Bunu görüp anlamlandıramayan, hakkın ve adaletin temel ve evrensel ölçütlerini arkalarına atarak ona uluorta ve her yönüyle sahip çıkanlar da ne yazık ki söz konusu vebale ortak olmaktan başka bir şey yapmamaktadırlar.
BİBLİYOGRAFYA:
1. Adem Apak, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. El-Âs, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001.
2. Ahmet Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, Birleşik Yayıncılık, İstanbul 1992.
3. Ahmet Önkal, Amr b. Âs, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 79-81.
4. İbnü'l Esir, el-Kâmil fi't Tarih Tercümesi, Bahar Yayınları, İstanbul 1986.
5. İhsan Süreyya Sırma, Asr-ı Saadette İslâm, Beyan Yayınları, İstanbul 1994.
6. İmadüddin Halil, İslâmın Tarih Yorumu, Risale Yayınları, İstanbul 1988.
7. İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Fecr Yayınevi, Ankara 1990.
8. İrfan Aycan / M. Mahfuz Söylemez, İdeolojik Tarih Okumaları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1998.
9. Mahmud Tezcan, Kültür ve Kişilik, Ankara 1987.
10. Mazharuddin Sıddıkî, Kur'ân'da Tarih Kavramı, Pınar Yayınları, İstanbul 1990.
11. Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 1989.
12. Muhammed Âbid Cabirî, İslâm'da Siyasal Akıl, İstanbul 1997.
13. Muhammed İbn İshak, Siyer, Akabe Yayınları, İstanbul 1991.
14. Mustafa Günal, Hz. Ali Dönemi ve İç Siyaset, İnsan Yayınları, İstanbul 1998.
15. Ömer Nasuhi Bilmen, Ashâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikatları, İstanbul 1967.
16. Özcan Köknel, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, Altın Kitaplar, İstanbul 2003.
17. Ramazan Can, Yönetimde Meşruiyet Tartışmaları, Tablet Yayınları, Konya 2007.
18. Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1995.
19. Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, MEB Yayınları, Ankara 1991.
20. W. Montgomery Watt, İslam'da Siyasal Düşüncenin Oluşumu, Birey Yayıncılık, İstanbul 2001.
21. Yaşar Kutluay, İslamiyette İtikadi Mezheblerin Doğuşu, Pınar yayınları, İstanbul 2003.
ALİ DEĞİRMENCİ
Haksöz-Haber






