1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. “Allah'ın mülkünde Allah yokmuş gibi yaşamak günahtır”
“Allah'ın mülkünde Allah yokmuş gibi yaşamak günahtır”

“Allah'ın mülkünde Allah yokmuş gibi yaşamak günahtır”

Halil İncekara, Celaleddin Vatandaş'ın Pınar Yayınları'ndan çıkan “Yol Ayrımı” isimli kitabını Haksöz-Haber okurları için değerlendirdi.

20 Ocak 2025 Pazartesi 22:37A+A-

Celaleddin Vatandaş'ın “Yol Ayrımı” kitabı üzerine

HALİL İNCEKARA / HAKSÖZ-HABER

Yol metaforu Kur’an başta olmak üzere birçok yerde, genel anlamda bireysel ve toplumsal hayat tarzını, özelde ise din'i ifade etmek üzere sıklıkla kullanılmıştır. Celaleddin Vatandaş bu kitabında insanlığın asli yolunu ve asli yolundan onu saptıran nedenleri bizlerle paylaşıyor. Kadim-Cedid, Eski-Yeni üzerinden Yol'u ve yolcuları değerlendiren yazar bugünkü cahiliyenin çok daha sistemli olduğunu ifade ediyor.

“Hiç şüphesiz, Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz, alemlerin Rabbine(kendimizi) teslim etmekle emrolunduk.” (Enam/71).

Vatandaş, bu ayetten yola çıkarak gerçek olan Hak Yol ve diğerleri ayrımını yaptığı kitabını başarılı bir şekilde kaleme almış.

Asıl yol Yaratan’ın yarattığını bildiği ve ona göre de haritasını belirlediği Allah'ın yolu diğerleri ise iradesinde başka yollar yapabilme potansiyeli bulunan insanların oluşturduğu sahte yollardır. Birinci yolun gerektirdiği ve sağladığı her şey İslam iken diğer yolların gerektirdiği ve sağladığı her şeyi ise Cahiliye olarak tanımlayan Vatandas; insanın gerçek, asıl, yaratılışa uygun olan Yol ile ilişkisinin dört farklı biçimde açığa çıktığını belirterek şöyle ifade ediyor:

1. Yolun sahibine, yolun sahibinden hareketle yolu gösteren ve üzerindeki yolculuğun gereklerini açıklayan rehbere güvenen, bunların yanı sıra kendisine takdim edilen yolda rehberle bildirilen kurallara göre yolculuğuna devam edenler.

2. Yolun sahibine, yolun sahibinden hareketle yolu gösteren ve üzerindeki yolculuğun gereklerini açıklayan rehbere güvendiğini söyleyen ancak kendisine takdim edilen yolda rehberle bildirilen kurallara göre yolculuk yapmayan ve kendince yollar inşa edenler.

3. Yolun sahibini, yolun sahibinden hareketle yolu gösteren ve üzerindeki yolculuğun gereklerini açıklayan rehberi bilmeyen veya inanmayan fakat aklıyla, tecrübesiyle yolun gereklerini fark eden, genel manada da olsa yolculuğun olması gereken ilkelerini tespit edebilen ve buna göre yolculuklarını sürdürenler.

4.Yolun sahibine, yolun sahibinden hareketle yolu gösteren ve üzerindeki yolculuğun gereklerini açıklayan rehbere inanmayan, bunlara bağlı olarak yolculuğun olması gereken kural ve kaidelerine de uymayan ve kendince yollar inşa edenler.

unnamed-2-005.jpg

Muhammed Esed, "Yolların Ayrılış Noktasında İslam" kitabında bugün Müslümanlar olarak karşılaştığımız problemin yolların ayrılış noktasına gelmiş bir yolcunun problemi olduğunu, buna karşın insanın olduğu yerde duraklayıp kalabileceğini veya garp medeniyetine giden tarafı seçebileceğini veyahut da gerçek Müslümanlığa gider yazan yolu seçebileceğini ifade ediyordu.

unnamed-1-008.jpg

Yine merhum Seyyid Kutub, "Yoldaki İşaretler" kitabına insanlık bugün korkunç bir uçurumun kenarında bulunmaktadır, diyerek başlıyordu.

unnamed-086.jpg

Celaleddin hoca da selefleri gibi Allah tarafından vahiy ile ve resulleri aracılığıyla bize gösterilen asli Yol'dan nasıl sapıldığını birçok örnekle okuyucuya açıklıyor.

Dosdoğru Yolun sapaklarını iki ayrı başlık altında değerlendiren yazar, bunlardan birincisine Kültür İslamı, diğerini ise bilhassa Türkiye’de batılılaşma politikalarının gereği olarak ortaya çıkan Resmi/Seküler İslam olarak değerlendirmiş.

Kültür dininin özelliklerini örneklendirirken; Dinin yegane kaynağı olan Kuranı kutlayan fakat hayatın ilkelerini başka yerlerde arayan bir din, sahih İslam anlayışına karşılık rüyalarla, menkıbelerle, hikayelerle, kaynağı belirsiz sözlerle kendini anlamlandıran ve şekillendiren bir din diyor mesela.

Resmi/Seküler dinin bazı özelliklerini ise; esas hedefi dünya olan, vahyi hayattan koparan Batıcı zihniyetin oluşturduğu yeni bir din. Hayata yansıması titizlikle önlenmeye çalışılan bir din, kişilerin vicdanını mutlak ölçü haline getiren, vicdan/kalp temizliği kavramıyla her şeyi meşrulaştıran bir din. Zorbaların, zalimlerin, halkı sömürenlerin, haksız kazanç elde edenlerin, ahlaksızların... en büyük rakibi olan İslam'ı bütün bu olumsuzluklara gözlerini kapamış ve hatta o olumsuzlukları bir şekilde meşrulaştırma görevini üstlenmiş bir din diye ifade ediyor.

İnsanlık birçok defa yol ayrımına maruz kalmış fakat günümüz dünyası, modern zamanlar cehaletin zirveye ulaştığı, cahiliyenin belki de tüm insanlık tarihi boyunca hiç olmadığı kadar sistemleştiği ve güç kazandığı bir dönem olarak anlam kazanmaktadır.

Rönesans, Reform hareketleri, Sanayi Devriminden sonra insanlık başka bir boyuta geçti. Artık insanoğlu tüm aşkın tanrı düşüncelerine sırtını dönmüş, ilahi olanı dışlamış ve böyle bir hayat tarzını inşa etmiştir.  Aristotales'in dediği gibi ilahi ve mutlak iradeye 'sen benim evrenime giremezsin, haddini bil, burada her şeye hükmeden, iyi ve kötüye, doğru ve yanlışa karar verecek olan sadece benim denilmiştir (haşa).

İlahi ve mutlak iradeyi kale almamak olarak ifade edilebilecek bu yaklaşım, modern insana ve onun düşüncesine yöneltilebilecek eleştirilerin belki de en hafiflerinden biri olur. Nietzche'ye göre ise daha vahimi modern insanın tanrısını öldürdüğü* ve tanrısızlığa mahkum hale geldiğidir. Modern düşünce ve hayat tarzının tarihi aşkın tanrıya karşı verilen savaşın tarihidir.

Bu minvalde bizim toplumumuzda da gündelik kullanılan dilde hızla sekülerleşme yaşandığını görüyoruz. Artık Allah referanslı, Allah’ı hatırlatıcı ifade ve temennilerimizin yerini 'sağlıklı günler dilerim”, “mutluluklar dilerim”, “iyi yolculuklar”, “kendine iyi bak”, “kahrolası”, “hoşça kal”, “oleyy” gibi ilahi referansı olmayan, Allah’ı kale almayan, seküler bir dil gelip yerleşti; şarkı ve türkü sözleri, tesettür anlayışı da hakeza aynı şekilde.

Batının, İslam düşmanlarının çalışmalarını, gücünü yadsıyamayız fakat bu noktaya gelmemizde önemli etkisinin olduğunu düşündüğümüz bazı unsurlar şunlar olabilir:

Kur’an’ın hayat rehberliğinden kültürün kutsalına indirgenmesi, anlaşılmadan okunan kutsal bir metne dönüşmesi, hayatın gerçeğinden eskilerin masallarına şeklinde düşünülmesi, tüm hayatı kapsayan sorumluluktan bazı törensel davranışlara anlayışına ulaşılması, Kur’an'ın nesneleşmesi, Resulullah’ı anlamak yerine anmakla sınırlandırma, yanlış peygamber tasavvuru, sırlar İslamı veya “Ne Olursan Ol Gel” ve “Geldiğin Gibi Kal” anlayışı...

Yazımızı kitabın arka kapağına da yansıyan şu sözlerle bitirelim:

“Eskiden rahmet yağardı, şimdi yağmur yağıyor. Eskiden kazancın öncelikle bereketli olması istenirdi, şimdi kazancın sadece bol olması isteniyor. Eskiden israftan kaçınılırdı, şimdi sınırsızca ve sorumsuzca harcamak yüceltilen ve özlenen bir hayat tarzı oldu. Eskiden mahrem olan şeyler örtülür ve orta malı olması önlenirdi, şimdilerde ise teşhir ediliyor, herkesin ilgi ve arzusuna sunuluyor. Eskiden çocukların iyi insan olması istenir ve çocuklar buna göre yetiştirilirdi. O zamanlar iyi insan olmak, hayırlı bir evlat, insanlara yararlı kişi, çevresine faydalı bir insan, Allah’a karşı sorumlu bir kul olmak... anlamlarına gelirdi. Şimdi maaşı yüksek bir iş sahibi olmak, güzel veya yakışıklı olmak anlamına geliyor. Kariyer sahipleri ise el üstünde tutuluyor.

Eskiden çocuklara ‘Rabbin kim? Kimin ümmetisin? Ne zamandan beri Müslümansın?...’ diye sorulur ve böylelikle hayatlarını anlamlı ve değerli kılacak en önemli bilgilere sahip olmaları sağlanırdı. Şimdilerde futbolcuların, şarkıcıların, mankenlerin isimleri, vücut ölçüleri, sevgilileri... soruluyor. Eskiden alın teri önemliydi, değerliydi. Şimdi en kısa zamanda köşe dönmek için çabalanıyor. Eskiden hak, adalet, iyilik her yerde ve her işte idi, şimdi ise menfaat, bencillik, sorumsuzluk en itibarlı ölçüler oldu. Eskiden iyiliği emredip kötülükten sakındırmak Müslüman olmanın gerektirdiği bir sorumluluktu, şimdi ise haddi aşmak, üstüne vazife olmayan işe karışmak anlamına geliyor. Eskiden Allah her yerde ve her işteydi; hiçbir şey Allah’tan gizlenemezdi. Şimdi ise...”


*Bu söz Nietzche'nin asıl söylemek istediğinin tam tersi istikamette anlamlandırılarak 'artık özgürüz, tanrı gibi bizi kısıtlayan bir anlayış ve düşüncelerin etkisinden kurtulduk' gibi Agueste Comte vari anlayışla kavramaya çalışılmışsa da Nietzche'nin söylemek istediği, Tanrısızlık düşüncesinin nelere gebe olduğunu, sıkıntının ciddi boyutta olduğunu ifade etmek istemesidir. Tıpkı Dostoyevski gibi, Tanrı yoksa her şey mübahtır artık ve her şeyin mübah olduğu bir dünya da güçlülerin dünyasıdır.

 

HABERE YORUM KAT

3 Yorum