1. YAZARLAR

  2. BAHADIR KURBANOĞLU

  3. AKP’yi Eleştirmekle, Kronik AKP Karşıtlığı Arasındaki Farkı Düşünmek
BAHADIR KURBANOĞLU

BAHADIR KURBANOĞLU

Yazarın Tüm Yazıları >

AKP’yi Eleştirmekle, Kronik AKP Karşıtlığı Arasındaki Farkı Düşünmek

23 Aralık 2010 Perşembe 00:35A+A-

AKP’nin yürüttüğü Ergenekon siyaseti karşısında biz ne kadar etkeniz? Üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirebiliyor muyuz? diye bir cümle kurarak girizgah yapmış olalım.

Tarihi Balyoz davasının ilk duruşmasında Silivri’de bir avuç insan vardı. Oysa 300 küsur sayfalık Balyoz listesinde yüzlerce kurum ve kişinin ismi geçiyor. Bu işi AKP’ye yükleyip geri çekildiğimizde AKP’den hesap sorabilmenin de, onu cesaretlendirip daha ileri gitmesini sağlayabilmenin de önünü şimdiden tıkamış olmuyor muyuz? Peki bu süreçte üzerimize düşenleri yerine getirmezsek, eksik ya da yanlış yaptıkları hususlarda hükümeti nasıl eleştireceğiz? Yoksa umurumuzda falan değil mi bu olan biten. Yoksa biz de tıpkı Birgün gazetesinin manşetinde olduğu gibi, değişen bir şeyin olmadığını, derin devlet hesaplaşmalarının fillerin tepiştiği bir alanda gerçekleştiğini mi düşünüyoruz? Değil ise eğer, Birgün’den farkımızı ortaya koyacağımız cümlelerimiz ve eylemlerimizin suskunluğunu nasıl ifade edeceğiz?

Yoksa biz de tıpkı Kemalist solcular gibi kendi söylemsel gücümüzü AKP’nin zayıfladığı bir ortamdan mı kotaracağız? Peki AKP zayıflayınca ne tür ortamların oluşacağını kestirebilecek bir siyasi vizyonumuz var mı? Ya da bu ortamın dünden daha iyi olabileceğini söyleyebilecek bir tahlil gücümüz? Eminim ki, böylesi bir süreci en kronik AKP karşıtlarımız bile düşünmek istemez.

Hükümet edenlere akıl vermekten korkuyoruz. Doğruları eksik gedik yerine getirdiklerinde bunu itiraf etmekten çekiniyoruz. Yanlışlar olarak gördüğümüz hususlarda ise sadece ezberlerimiz çalışıyor. Tıpkı bir takım ulusalcı artıklarının üzerimizde ABD-İsrail gölgesinin gezdiğini tekrarladıkları tezlerde olduğu gibi. Bu bizi rahatlatıyor. Oysa bunu Kemalist sol da yapıyor, farkımız ne?

AKP’lileşmekten korktuğumuz kadar, sinizme (sinikliğe/siyasetsizliğe) düçar olan “tam bağımsızlıkçı(!)”, “anti-emperyalist(!)”, “Kemalizme kurşun asker” solcularla aynı safa düşme risklerini bertaraf edebilecek bir siyasi basiret geliştirebiliyor muyuz? Yoksa sırf iktidar olduklarından dolayı bütün günahların sorumluluğunu onlara yükleyip “öğrenci-polis”, “eylem hakkı-şiddet zıtlaşması” ikilemlerindeki kolaycılıkla, tıpkı kendilerine “öğrenciler” denen bu güruhun hiçbir Ergenekoncuyu, hiçbir 12 Eylülcü-28 Şubatçı paşayı yumurtalamayı tercih etmeyişlerinin ardındaki saikleri düşünmeyişimiz gerçekliğinde olduğu gibi, meseleleri basite indirgeyip sadece sorunlar çıktığında mı devrimciliğimizi ispat etmeyi tercih ediyoruz? Farklılığımızı, sadece farklılığımızın çıplak gözle görünür olduğu ortamlarda ifadelendirmeyi tercih ettiğimizde net olarak ortaya çıkacak bir avantaj gibi algılıyoruz ama kalben ve zihnen onay verdiğimiz gelişmelerde, sırf bir takım demokratlar ya da hükümet yanlılarıyla izdüşmemek için sustuğumuzda kaybettiklerimizi düşünmek dahi istemiyoruz!

Doksan yıldır dokunulamayan konulara dokunma üzerinden yetersiz ama etken bir siyaset üretenler karşısında evrensel olduğunu iddia ettiğimiz bir dinin müntesipleri neden bu derece suskun kalabilir diye kendimize soru sormaktan korkuyoruz! Kıpırdadığımızda sistemin bizi yutuvereceğinden korkuyorsak, bu aynı zamanda bu sisteme hak ettiğinden fazla anlam yüklemek, başarı, güç, örgütlülük atfetmek değil midir?

Kavramlarımızı hayatla buluşturmaktan imtina ediyoruz. Bundan korkuyoruz. Durduğumuz yerden kumdan kaleler inşa etmek daha ehven, daha şirin görünmekte bizlere ama bir o kadar da ciddiye alınırlığımızı etkilemekte olduğunu görmezden geliveriyoruz. İslam’ın sadece umutları körelmiş insanları kronik muhalifler yapmak değil, onlara umut aşılamak, onları ıslah ve inşa sürecinin üretken, korkusuz, özgüven sahibi, kolay yutulur lokma olmayan birer nefer haline getirmek istediğini atlayıveriyoruz. Sorumluluğun, sadece olumsuzlukları zikreden değil, geniş kitleler lehine olumlulukların üretkenliğine soyunmak olduğunu hatırlamak bile istemiyoruz sanki. Oysa aynı İslam tarihi, aynı siyer arşivi, egemenleri ve kitleleri şaşkınlığa uğratan, bunun sayısız örnekleriyle dolu.

Alternatif siyaset, alternatif düşünüş biçimlerinin bir o kadar proaktif olabilmesiyle mümkün oysa. Ve bu proaktifliğin yegane zemini de hayatın kendisi. Hayata dair olana dokunmazsanız, ona karşıdan anlamlar yüklemeyi yeterli sayarsanız, o da sizi o minvalde görmeye devam edecektir. Siyasetsizliğin erdemleri korumak gibi bir güvencesi yoktur oysa. Tam tersine riskleri üstlendikçe, söylemleriniz ve pratiklerinizi hayatın içinde beraberce buluşturdukça görünürlük yüzdeniz ve ciddye alınırlığınız artar.

Salt korkular üzerinden siyaset yapıldığını zannetmek, beraberinde kurmak istediğimiz dünya üzerine ütopik bir inşayı, tıpkı devleti, egemenliği, yasalarını, yani güce ulaşılacak olan vakti konuşmanın verdiği hazlarla bugünü ıskaladığımızı fark ettirmeyecektir bizlere.

Bugün, bugün konuşulur. İnşai süreç durduğumuz andan yarına doğru ilmek ilmek dokunur. Sorumluluklar yarına tahvil kabul etmez.

Çünkü eleştirdiğimiz güçler bile, ne konuştuğumuza göre değil, ne yaptığımıza göre değerlendirecektir bizleri. Söylediklerimizin arkasında durup durmadığımıza göre. Görünürlük cesaretini gösterip göstermediğimize göre. Birilerinin (bu bugün AKP) yapamadıkları, yapmayı erteledikleri ve aynı zamanda yapabildikleri üzerinden kendimiz olmayı belirlemek; farkında olmadan aslında onun karşısında kronik muhalif bir pozisyonda durmakla da yakından ilintilidir. Oysa yapamadıklarını eleştirmek, yapmayı ertelediklerini hatırlatmak, yapabildiklerinin de arkasında durabilmek, kanımca gerçek anlamda tevhidi mücadelenin, geniş kitlelerin vahiyle, vahyi düşüncenin hakiki iklimiyle buluşabilmelerinin yegane unsurudur.

“Senin Rabbin bu konuda ne buyuruyor?” şeklindeki bilinçaltı sorusunun yegane cevabı ancak ve ancak hayata dair cüzi (ama gerçekliğin parçalarını oluşturan) meselelerde kendini yetiştirmek, söz söylemek, adım atmakla mümkün.

Bugünün cahiliyesine söz söyleyebilmek, “her dönemin cahiliyesine aynı cümlelerle reçeteler sunmak mümkündür” gibi bir zannı ıslah etmekle mümkündür. Bir nevi, öncelikli olarak bugünün cahiliyesini tanımakla. Ama ondan da önce evrensel olduğuna, tüm fıtratları kuşattığına iman ettiğimiz bir yaşam biçiminin dilini ve pratiğini bugüne indirgemekle, bugüne tercüme etmekle.

Bizim siyasetimizin niteliğini de ancak bu duruş belirleyecektir kanaatindeyim. Müslümanlar arasında kendisini merkezde görmeyen, birbirine muhtaç olduğunu kavrayan, ittifaklarını bu tevazunun gölgesinde yerine getiren, birbirine her türlü ictihadi farklılığa rağmen güvenip tahammül gösteren ve kendi dışındakilerden de (gayrı Müslim, tecrübeli-ahlaklı çevreler) komplekssizce istifade etmesini bilen bir anlayışın bizleri yarınlara taşıyacağı umudunu diri tutmamız gerektiği düşüncesindeyim.

YAZIYA YORUM KAT

8 Yorum