
ABD imparatorluğunun çöküşü ve Filistin
ABD özgür bir Filistin'den korkuyor çünkü bunu kendi sonunun başlangıcı olarak görüyor.
Muhannad Ayyash’ın al-Jazeera’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının başlamasından bu yana 19 ay geçti. Uluslararası Adalet Divanı “olası bir soykırımı” soruştururken, Uluslararası Ceza Mahkemesi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkardı. Soykırım akademisyenleri, önde gelen insan hakları örgütleri ve Birleşmiş Milletler uzmanları Gazze'de olup bitenleri soykırım olarak tanımladı. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar, hükümetlerini bunu durdurmak üzere harekete geçmeye çağırmak için yürüyüşler düzenlediler.
Bu soykırıma son vermenin önünde duran tek bir güç var: Amerika Birleşik Devletleri. Bir yönetim diğerine devretti, ancak politikada herhangi bir değişiklik olmadı. İsrail'e koşulsuz destek, ABD siyaset kurumunun dokunmak istemediği bir doktrin gibi görünüyor.
Çeşitli analizler bu “özel ilişkinin” temelinde Yahudi-Hıristiyan değerlerinin ve ortak demokratik yolun yattığını öne sürerken, diğerleri bunun iki partili sistemle ve ABD siyasetine hâkim olan bağışçı sınıfla ilgili olduğunu savunmuştur.
Ancak gerçek çok daha basit. ABD, İsrail'i kritik bir müttefik olarak görüyor çünkü İsrail, kaçınılmaz bir düşüşle karşı karşıya olduğu bir dönemde ABD'nin küresel üstünlüğünün desteklenmesine yardımcı oluyor. ABD'li seçkinler, İsrail'in mevcut yerleşimci-sömürgeci haliyle varlığını sürdürmesinin, ABD'nin üstünlüğünü korumasına sıkı sıkıya bağlı olduğuna inanıyor.
ABD imparatorluğunun üstünlüğü
Sovyetler Birliği'nin çöküşünden ve Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana, ABD tek süper güç olarak tek kutuplu bir dünyaya liderlik etmektedir.
Batı'nın emperyal küresel hâkimiyetinin bir devamı olan ABD imparatorluğu, küresel ekonomik, siyasi ve kültürel meseleler üzerinde, çoğu zaman dünya çapında milyonlarca insanın hayatı için yıkıcı sonuçlar doğuracak şekilde, büyük bir hâkimiyete sahiptir.
Tüm imparatorluklar gibi ABD de ezici askeri gücüyle dünyadaki üstünlük ve hegemonya konumunu sağlamlaştırmakta ve genişletmektedir. ABD organize emperyal şiddet altyapısı sayesinde kaynaklara, ticaret yollarına ve pazarlara erişimi ve bunların kontrolünü güvence altına alabilmektedir. Bu da sürekli ekonomik büyümeyi ve hâkimiyeti garanti etmektedir.
Ancak son yıllarda ABD'nin üstünlüğünün sorgulanmaya başladığına dair işaretler görüyoruz. Bu yöndeki ivme, küresel bir krize dönüşen 2008-2009 ABD mali krizinin ardından oluştu. Bu kriz ABD'nin üstünlüğünün dünya ekonomisi üzerindeki olumsuz etkisini göstermiş ve Çin ve Hindistan gibi güçleri kendilerini bundan korumak için harekete geçmeye teşvik etmiştir. BRICS ekonomiler koalisyonu, ekonomik cephede ortak bir yanıt olarak ortaya çıktı.
Takip eden yıllarda, ABD'nin Afganistan'daki başarısızlığı, Afrika'daki etkisinin azalması ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini önleyememesi gibi çeşitli ABD dış politika aksaklıkları da ABD'nin küresel gücünün sınırlarını gösterdi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın ve ABD'deki aşırı sağ popülizmin yükselişi, ABD liderliğindeki sözde liberal düzenin çekirdeğinde çatlaklar oluşmaya başladığı gerçeğini yansıtıyordu.
Hiçbir imparatorluk düşüşünü kolayca kabullenmemiştir ve ABD de kabullenmeyecektir. Tartışılmaz süper güç statüsünü korumak istiyor ve bunun için de sadık bir şekilde yanında duracak emperyal ileri karakollara ihtiyaç duyuyor.
İsrail - en güvenilir emperyal müttefik
Soğuk Savaş boyunca Batı Avrupa ve İsrail, ABD'nin Avrupa ve Orta Doğu'da Sovyetler Birliği ile olan çatışmasında ABD'nin küçük ortakları olarak yer aldılar. Bugün, on yıllardır süregelen transatlantik ittifakı bir şekilde bocalıyor gibi görünse de, ABD-İsrail ilişkisi her zamanki gibi güçlü görünmektedir.
İsrail, emperyal bir ileri karakol olarak sadakatini göstermiştir. ABD emperyalizminin desteklenmesinde iki şekilde kilit rol oynamıştır.
Birincisi, İsrail ABD'nin her imparatorluk için en kritik pazarlardan biri olan enerji pazarına erişimini ve bu pazar üzerindeki kontrolünü güvence altına almasına yardımcı olmaktadır. Orta Doğu küresel enerji ticaretinde önemli bir güçtür ve petrol ve gaz politikaları dünya ekonomisi üzerinde muazzam bir etkiye sahip olabilir.
ABD'nin en çok korktuğu şey, küresel enerji piyasalarındaki hâkimiyetini rakip bir güce kaptırmaktır; bu nedenle Ortadoğu'da kendi emperyal gücüne ezici bir üstünlük sağlayan bölgesel bir düzen kurarak çıkarlarını güvence altına almak istemektedir. Bu yeni düzen, ABD'ye bölgeye girmeye çalışan herhangi bir rakibe, yani Çin'e karşı büyük bir avantaj sağlamakla ilgilidir.
Eski ABD Başkanı Joe Biden ve halefi Trump yönetimi için İsrail'in Filistinlilere yönelik soykırımı ve komşu ülkelere yönelik saldırganlığı, düşman grupları ve hükümetleri ortadan kaldırarak bölgede bu yeni güvenlik gerçekliğini tesis etmekle ilgilidir. Bu nedenle ABD'nin onlara verdiği destek durmamıştır.
İkinci olarak İsrail, ABD'nin askeri üstünlüğünün ilerletilmesinde kritik bir rol oynamaktadır. ABD İsrail'e milyarlarca dolar yardımda bulunuyor ki bu aslında askeri gücünün geliştirilmesi ve satışların artırılması için bir tür öz yatırımdır. İsrail devleti bu fonları ABD'li silah üreticilerinden silah satın almak için kullanıyor, onlar da İsrail'in bu silahları Orta Doğu'da konuşlandırmasını test ve pazarlama aracı olarak kullanıyor. Böylece ABD askeri-endüstriyel kompleksi daha fazla silah satabiliyor ve ABD'nin rakiplerine karşı askeri üstünlük sağlamak için yenilik yapmaya ve büyümeye devam edebiliyor.
Bu anlamda İsrail, ABD emperyal mekanizmasının en kritik parçalarından biridir. O olmadan ABD'nin Orta Doğu'daki emperyal gücünü sürdürmesi zor olacaktır. İşte bu nedenle Biden bir zamanlar İsrail'in var olmaması halinde ABD'nin onu icat etmek zorunda kalacağını meşhur bir şekilde ilan etmişti.
Özgür Filistin ve küresel dekolonizasyon
Geçtiğimiz yıl boyunca, ABD'deki Filistin dayanışma hareketine yönelik, eğitim ve sağlık da dâhil olmak üzere tüm kamusal alanları etkileyen eşi benzeri görülmemiş bir saldırıya tanık olduk. Ayrıca ABD'nin Filistin'e yönelik tehditlerinin yoğunlaştığını gördük.
ABD imparatorluğunun Filistinlilerin ortadan kaldırılması ve boyun eğdirilmesi için harcadığı kaynak ve enerjinin büyüklüğüne bakılırsa, ekonomik ve diplomatik sermayesi ya da askeri gücü olmayan devletsiz bir halkın dünyanın tek süper gücünü bu kadar korkutan şeyin ne olduğunu merak etmek gerekir.
Bunun cevabı, ABD imparatorluğunun özgür bir Filistin'i kendi sonunun başlangıcı olarak görmesidir.
ABD, dünyanın doğru olanı yapmasını ve İsrail devletini ekonomik ve siyasi olarak izole etmesini engellemek için aktif olarak çalışıyor çünkü bundan sonra olabileceklerden korkuyor. Böyle bir izolasyon İsrail'in bir yerleşimci sömürge projesi olarak varlığını sürdürmesini zorlaştıracak ve nihayetinde bir dekolonizasyon sürecine yol açabilecektir. Bunun sonucunda Filistinliler ve İsrailliler, bölgeye entegre olacak ve artık emperyal güce hizmet etmeyecek yeni bir dekoloniyal siyasi sistem altında birlikte yaşayacaklardır.
Filistin/İsrail'de sömürgesizleştirilmiş bir varlık, dünya düzeninin kendisinin sömürgesizleştirilmesinde ve ABD emperyal gücünden kurtulmasında önemli bir adım olacaktır. Bu da ABD'nin korktuğu şeydir.
Bu anlamda, dünya uluslarının ezici çoğunluğunun bu yolu izlemesi kendi çıkarlarına olacaktır. Bugün gerçek bir yok edilme ve tamamen boyun eğdirilme tehdidiyle karşı karşıya olan Filistinlilerin geleceği buna bağlıdır. Ve diğer pek çok ulusun geleceği de, eğer Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı mevcut tarifsiz vahşetten tek başlarına kaçınmak istiyorlarsa, buna bağlıdır.
ABD'nin çöküşünü engellemek için yerleşimci sömürgeci İsrail'e ne kadar ihtiyacı varsa, dünyanın, özellikle de Küresel Güney'in (Düşük veya orta gelirli), ABD'nin çöküşünü hızlandırmak için sömürgesizleştirilmiş bir Filistin'e o kadar ihtiyacı var. Filistin sadece mecazi anlamda değil, gerçek anlamda da ABD ve Batı emperyalizminin küresel üstünlüğünü sürdürme yolundaki ilerleyişinin önünde durmaktadır.
* Muhannad Ayyash, Lordship and Liberation in Palestine-Israel (CUP, 2025) ve A Hermeneutics of Violence (UTP, 2019) kitaplarının yazarı ve Filistin Politika Ağı Al-Shabaka'da politika analistidir. Mount Royal Üniversitesi'nde Sosyoloji Profesörü olarak görev yaptığı Kanada'ya göç etmeden önce Silwan, Kudüs'te doğup büyümüştür.








HABERE YORUM KAT