1. YAZARLAR

  2. Bülent Korucu

  3. 28 Şubat, bal gibi de darbe
Bülent Korucu

Bülent Korucu

Yazarın Tüm Yazıları >

28 Şubat, bal gibi de darbe

27 Şubat 2009 Cuma 04:04A+A-

28 Şubat sürecinde 'sivil kuvvetler'de görev yapanlar darbeyi önlediklerini ileri sürüyor. 28 Şubat'ın darbe olmadığını ispata çalışıyorlar.

Böylece 'yardım ve yataklık' faturasını ödemekten kurtulmayı ve hatta ödüllendirilmeyi bekliyorlar. İşbirlikçiler, olanı farklı göstermeye çabalasa da yaşananlar düpedüz darbeydi. Hem de onların çok eleştirdiği 12 Mart'tan daha ağırdı. 12 Mart'a 'darbe' diyenlerin 28 Şubat'ı meşrulaştırma gayretini hayretler içinde takip ediyorum.

1971'de, dönemin 'tehlike'si komünizmin işbirlikçisi görülen sol birinci tehditti. Bu tehdidi göze sokabilmek ve kitleleri darbeye ikna edebilmek için sol muhtevalı provokasyonlar sahnelendi. Hasan Cemal'in anlattığı 'mısır patlattırır gibi bomba patlattırılan' günlerdi. 1997'de tehdit tanımı değişti, şablona İslam oturtuldu. Provokatörler de doğal olarak yeni şablona uygun seçildi. En yakın örneği uyuşturucu kaçakçılığından yakalanan Ali Kalkancı. Önce şeyh olarak yutturuldu, sonra tel tel dökülen kişiliği ile operasyonun gerekçesi haline getirildi.

12 Mart'ta muhtıra Meclis'te okundu, 28 Şubat'ta Milli Güvenlik Konseyi'nde görüşüldü. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel şapkasını alıp gitti; Necmettin Erbakan ise istifaya zorlandı. Her ikisinde de Parlamento ve siyasetin tabiatına aykırı hükümetler kuruldu. Nihat Erim'in ara rejim hükümeti ile Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan ANAP, DSP ve DTP ortaklı, CHP'nin dışarıdan desteklediği ANASOL-D azınlık hükümeti ikiz kardeş kadar benziyor. İki müdahale de yeni siyasî liderler doğurdu. Bülent Ecevit, CHP'nin azınlık hükümetine katılmasını eleştirerek genel sekreterlikten istifa etti; ardından İsmet İnönü'yü devirerek kitlelerin umudu Karaoğlan haline geldi. Recep Tayyip Erdoğan ise lideri Erbakan'ın hatalarından ders çıkararak 2000'li yıllara damgasını vuracak siyasî figür olmayı başardı. Parlamento'nun karşı karşıya kaldığı dayatmalar da farklı değildi. Demokrasiyi ve ferdî hakları sınırlayan düzenlemeler cebren Meclis'e dikte edildi.

İki dönem arasında farklar da vardı. Bahse konu farklar, aslında ikincisinin daha kirli olduğunun da göstergesi. 12 Mart'ta mahkeme marifetiyle yapılan infazlar, 28 Şubat'ta andıçlarla yönlendirilen tetikçiler eliyle işlendi. Bereket ilk deneme Akın Birdal suikastını yüzlerine bulaştırdılar, böylece arkası gelmedi. Meclis'e Anayasa'yı zorla değiştirten 12 Mart cuntasına mukabil; 28 Şubatçılar, Anayasa'nın üstünde, tanımsız ve gizli bir üst içtihat oluşturdu. Yazılı hukukun hiç olmazsa sınırları bellidir ve değiştirilmesinin prosedürü sisteme konulmuştur. 28 Şubat'la birlikte ikame edilen subjektif ve sınırları belirsiz 'hukuk', demokratik sistemi kilitledi. Vesayet rejimi katılaştırıldı ve bürokratik oligarşinin iki dudağı arasına indirgendi. Meclis yasama yapamaz ve milletvekilleri konuşamaz hale geldi. Anayasa'da ve ceza kanunlarında suç olarak tanımlanmayan konulardan partiler kapatıldı, parlamenterlikler yitirildi. Hâlâ aynı psikolojik hava sürdürülerek neticeler devşiriliyor. TBMM Başkanı sıfatıyla Genel Kurul'da yaptığı konuşmadan dolayı Bülent Arınç istintaka tabi tutuldu. Anayasa'nın güvence altına aldığı kürsü masuniyeti hiçe sayıldı. İnsanların 'bu kadar da olmaz' isyanına sebep olan bütün absürtlükler o günlerin yadigârı. 411 vekilin, beş partinin yaptığı anayasa değişikliği Anayasa'ya rağmen yürürlüğe konulamıyor. Her iki seçmenden birinin oyunu alan ve suç niteliğinde icraatı olmayan bir iktidar partisi, 7 yargıcın iki dudağı arasında kapatılma riski ile baş başa yaşıyor.

Bunlara rağmen gözümüzün içene bakarak, '28 Şubat darbe değildir' ya da 'biz darbeyi önledik' diyenlere sinir oluyorum. Evet bal gibi darbeydi ve onun hukuksuz hukukunu ortadan kaldırmanın tek yolu yeni bir anayasa. Başbakan Erdoğan'ın, seçimden sonrası için yaptığı vaadi yerine getirmesini umutla bekliyoruz.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT