
10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde STK'lardan ortak basın açıklaması
Sivil toplum kuruluşları 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nde dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan hak ihlallerine dikkat çekmek amacıyla basın açıklaması düzenlendi.
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü münasebetiyle düzenlenen basın toplantısı, İHH'nın Fatih'teki Genel Merkezi'nde gerçekleştirildi. Basın açıklamasına; İHH, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği (UMHD), Mülteci Dernekleri Federasyonu (MÜLDEF), Mazlumder, Özgür-Der ve Doğu Türkistan İnsan Hakları İzleme Derneği (East Turkistan Human Rights Watch Association – ETHR) kuruluşları destek verdi. Toplantıda, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri tarafından konuşmalar yapıldı.
“Dünyanın dört bir yanında katliamlar yaşanıyor”
Kurumlar adına basın açıklamasını Uluslararası Mülteci Hakları Derneği (UMHD) Başkanı Av. Abdullah Resul Demir okudu. Yapılan açıklamada; Filistin’de, Sudan’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Yemen’de, Kongo’da, Kırım’da ve dünyanın dört bir yanında eş zamanlı olarak asimilasyon, emek sömürüsü, zorla yerinden etmeler, kitlesel katliamlar, sistematik hak ihlalleri ve soykırım politikalarının yaşandığı belirtildi.
“Haklar sistematik biçimde gasp ediliyor”
Açıklamada, “Gazze ve Batı Şeria’da soykırım, kuşatma ve bombardıman altında açlığa ve susuzluğa mahkûm edilen, göçe zorlanan Filistinliler; bölgesel güçlerin taşeron silahlı grupların kurbanı olan ve iç savaş, etnik temizlik ile kitlesel göçle parçalanan Sudan halkı; zorla çalıştırma, kitlesel gözaltılar ve kültürel asimilasyon politikalarıyla gündelik hayatın en temel güvencelerinden yoksun bırakılan Uygurlar; Kongo’da doğal kaynak sömürüsü, silahlı çatışmalar ve cinsel şiddet sarmalında yaşamaya zorlanan milyonlar ve yıllardır süren savaş, abluka ile salgın hastalıkların pençesindeki Yemen halkının yaşadıkları, hakların nasıl sistematik bir biçimde gasp edildiğinin en somut örnekleri olarak karşımızda durmaktadır” denildi.
Hak ihlallerine verilen tepkiler failin kimliğine göre değişmemeli
Açıklama şöyle devam etti: “Bugün, yukarıda bahsi geçen coğrafyalarda yaşanan ağır insan hakları ihlalleri, insanlık suçları ve savaş suçları karşısında Batı’nın ve İslam dünyasının sergilediği sessizlik, gecikmiş tepkiler ya da faili güçlü olan aktörlere yönelik “ölçülü” eleştiriler; insan hakları dilinin evrensel bir adalet çağrısı olmaktan çıkarılarak jeopolitik çıkarların bir uzantısına dönüştürüldüğünü göstermektedir. Filistin, Sudan, Doğu Türkistan, Arakan, Yemen, Kongo ve Kırım gibi coğrafyalarda yaşanan kitlesel hak ihlallerine verilen tepkilerin; failin kimliğine ve kurulan ittifak ilişkilerine göre değişiklik göstermesi, insan hakları normlarının inandırıcılığını aşındırmakla kalmamakta; aynı zamanda mağdurların adalet duygusunu zedeleyerek küresel düzeyde derin bir güvensizlik üretmektedir” ifadeleri kullanıldı.
“Bağımsız soruşturma mekanizmaları işletilmeli”
İslam dünyasına ve uluslararası topluma insan hakları yükümlülüklerinin hatırlatıldığı açıklamada, “İslam ülkelerinden beklentimiz; bir yandan kendi sınırları içinde ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, mülteci ve göçmen hakları gibi alanlarda uluslararası insan hakları standartlarıyla uyumlu politikalar benimserken, diğer yandan dış politikalarında Filistin’den Yemen’e, Sudan’dan Kongo ve Doğu Türkistan’a uzanan coğrafyalarda hukuk dışı uygulamalara karşı açık, tutarlı ve ilkeli bir tutum sergilemeleridir. Uluslararası topluma düşen ise; sivillerin korunmasını ve insan haklarını merkeze alan, savaş suçları ve ağır ihlaller karşısında yaptırım, diplomatik baskı, silah satışlarının sınırlandırılması ve bağımsız soruşturma mekanizmalarının işletilmesi gibi somut araçları devreye sokan bir irade ortaya koymaktır” denildi.
Açıklama, “Dünyadaki tüm siyasi aktörleri, kurumları ve uluslararası yapıları, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin evrensellik iddiasını çifte standartların dar hesaplarına teslim etmeden, adalet, hesap verebilirlik ve insani koruma mekanizmalarını güçlendirecek somut adımlar atmaya davet ediyoruz” ifadeleriyle son buldu.
“İnsan hakları beyannamesi sahaya yansıtılmalı”
Yapılan basın açıklamasının ardından imzacı kurum temsilcileri söz aldı. İHH Yönetim Kurulu Üyesi Reşat Başer, Birleşmiş Milletlerin tozlu raflara kaldırdığı İnsan Hakları Beyannamesi’ni sahaya yansıtması gerektiğinin altını çizdi. Başer, “Artık acıların tarif edilemez bir biçimde yaşandığı bir süreç içerisinde bunun ivedilikle uygulanabilir hale getirilmesi gerekiyor. Yalnızlığa terk edilen Filistin-Gazze, acısını bile paylaşamayan Doğu Türkistan, sesini duyuramayan Arakan, Sudan ve Yemen gibi onlarca ülkeden bahsediyoruz. Güzel açıklamaların, güzel paylaşımların olduğu bu 10 Aralık gününde artık sahada insan haklarının gerektirdiği uygulamaların varlığını görmemiz gerekiyor. Özellikle İslam coğrafyasından istediğimiz şey şu, bu acıların artık bitmesi gerekiyor. Bunun için ivedilikle harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz” dedi.
“Dünyada insan hakları ihlalleri daha da yoğunlaştı”
Özgür-Der Genel Sekreteri Musa Üzer de, “Evrensel olarak ifade edilen insan hakları perspektifinin, bugünkü dünyada İkinci Dünya Savaşı sonrasında galip devletler tarafından belirlendiğini ve beyaz insanın esas alınarak ortaya konulduğunu en başta ifade etmemiz lazım. Dolayısıyla evrensel insan hakları, kardeşlerimizin ve arkadaşlarımızın da çeşitli olaylar üzerinden açıkladıkları gibi Filistin’den Keşmir’e, Sudan’dan Doğu Türkistan’a, Hindistan’daki Müslümanların gördüğü zulümlere kadar her yerde karşımıza çıkan bir çifte standarda ve eksik bir zemine dayanmaktadır.”
“Maalesef Türkiye’nin de imza koyduğu ve yasal-hukuki mevzuatını üzerine inşa ettiği yapı, bu eksik perspektife dayanmaktadır. Bu yetersiz düzene dayanmaktadır. Bunu da özellikle mültecilik hukukunda, mültecilerle ilgili mevzuatta ve düzenlemelerde açıkça görmekteyiz.”
“Arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, Doğu Türkistan’dan Filistin’e, Sudan’dan dünyanın birçok farklı bölgesinden gelen kardeşlerimizin Türkiye’de karşılaştıkları sorunların temelinde de bu mevzuatın, bu düzenlemenin, bu kanuni çerçevenin yetersizliği yatmaktadır.”
“Bugün Dünya İnsan Hakları Günü olarak ifade edilen bu günde, Türkiye’nin acilen mevcut mevzuatı ve çerçeveyi düzenlemesini değil; baştan sona yeni bir perspektifle ele almasını istiyoruz. İnsan hakları perspektifinin, Batı merkezli geliştirilen bu ırkçı ve beyaz insan merkezli anlayış yerine; bizim değerlerimize uygun, bizim değerlerimizden beslenen evrensel, adil ve hakkaniyete dayalı bir düzende olması gerekiyor.”
“Son olarak, özellikle AK Parti iktidarının son yıllarda ortaya koyduğu olumlu pratiklerden yola çıkılsa bile Türkiye’nin bu alandaki kanuni ve mevzuat yapısının geçmişten gelen problemli niteliği değişmemektedir. Bizim kanunlarımız ve mevzuatımız, açıkçası ırkçı anlamlara gelebilecek düzenlemelerle örülüdür. Hâlâ mültecilik meselesinde iltica hukuku yoktur; Türkiye’de birisi iltica hakkı alamaz. Daha doğrusu, ancak Batı’dan, Avrupa’dan gelen birisi bu hakkı elde edebilmektedir. Fakat İslam ülkelerinden ya da doğudan gelen birisi alamamaktadır.”
“Dolayısıyla bugün AK Parti iktidarı var diye, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan var diye problem yokmuş gibi görünen bu perspektifin terk edilmemesi; mevzuatın bürokratik vicdansızlıkların ve duyarsızlıkların inisiyatifine bırakılmayacak şekilde, elastikiyete izin vermeyen adil, evrensel değerlerimize uygun, hakkaniyetli bir insan hakları perspektifiyle yeniden çizilmesi gerekmektedir.”
“Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği ‘Dünya beşten büyüktür’ söyleminin en önemli ayaklarından biri de insan tanımı ve insan hakları perspektifinin Türkiye’nin kanunlarında ve mevzuatında yeniden düzenlenmesidir.” ifadelerini kullandı.
“Geri gönderme merkezlerinin takibi çok önemli”
İnsan hakları mekanizmalarının ve insan hakları söyleminin büyük oranda ezildiği bir dönemden geçildiğini belirten Mazlum-Der Genel Başkanı Av. Kaya Kartal ise, “Gazze’de yaşanan soykırım süreci ve hatta ateşkes adı altında yürütülen süreçten sonra yaşanan katliamlar bu mekanizmaları da bu söylemi de sorgulanır hale getirdi. Bugün burada imzacı kurumların çoğu Türkiye’ye sığınan insanların oluşturduğu veya bu insanlarla birlikte mücadele eden kurumlar. Biz Anadolu coğrafyasının tıpkı geçmişte olduğu gibi buraya sığınanlar açısından güvenli bir yuva, izzetli, şerefli ve aileleriyle birlikte rahat bir şekilde yaşayabilecekleri bir yuva olmasını arzu ediyoruz. Geri gönderme yasağı bu anlamda çok önemli. Geri gönderme merkezlerinin takibi bu açıdan çok önemli. Türkiye’ye sığınan bir Doğu Türkistanlı, bir Özbek ya da bir Afrikalının, buradan eman bekleyen bir insanın burada yaşayamaz hale gelip Amerika’ya ya da Avrupa’nın herhangi bir ülkesine gitmek zorunda bırakılması bizi üzüyor. Buna imkân vermeyecek bir mekanizma oluşturulması duasıyla bugünü anmak istedim” dedi.
Basın açıklaması yapılan konuşmaların ardından sona erdi.




HABERE YORUM KAT