1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. “Tebliğ ve Metot Algımızda Sabiteler-Değişkenler”
“Tebliğ ve Metot Algımızda Sabiteler-Değişkenler”

“Tebliğ ve Metot Algımızda Sabiteler-Değişkenler”

Özgür-Der Ereğli Temsilciliğinin, araştırmacı yazar Hamza Türkmen ile aylık olarak düzenlediği usul derslerinin bu ay ki konusu; “Tebliğ ve Metot Algımızda Sabiteler-Değişkenler” idi.

03 Mayıs 2015 Pazar 00:46A+A-

Hamza Türkmen özetle şu konulara değindi:

“Kur’an’ı nüzul sıralamasına göre okuduğumuzda karşımıza kalkan ve uyaran bir resul çıkar. Zaten peygamberimizin bizi ilgilendiren boyutu da burasıdır. Peygamberlik öncesi ile ilgili anlatımlarda ortaya çıkan abartılar ve ihtilaflardan öte, vahiy alması ile beraber ulaşabildiği herkesi üslubunca uyaran, vahyin şahitliğini, tanıklığını yapan bir elçidir hz. Muhammed.

Siyer kitaplarında adeta çok önemli bir davet metodu gibi anlatılan “Gizli davet” bahsi gerçeği yansıtmamaktadır. İlk ayetlere baktığımız zaman gizliliği ima eden herhangi bir ifade ile karşılaşmıyoruz. Asıl amacı insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak olan Kur’an’ın ve onun yürüyen hali olan peygamberimizin gizliliği esas alan bir yaklaşım sergilediğini söylemek gerek Kur’an’ı gerekse peygamberimizi anlamamak anlamına gelir. Yeni ayetler nazil olduğunda onları Kabe’de okuyan Abdullah b. Mesut örneğine baktığımız zaman, aynı zamanda bir tebliğ olan bu faaliyetin gizlilik ile alakası olmadığını görürüz. Nitekim Mekke’de sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın merkezi olan Kabe’de, üstelik Daru’n Nedve’nin de çok yakınında bu ayetlerin okunması, söz konusu ayetlerin herkes tarafından ve özellikle de Mekke’nin ileri gelenleri tarafından duyulması, Kur’an’ın sosyal, siyasal, ekonomik mesajlarının, gündeme sokulması anlamına gelmektedir. Üstelik vahiy Kabe’de okununca sadece orada kalmamakta, yansımaları ile beraber çevre mahallelere de yayılmaktadır.

Şunu biliyoruz ki Kur’an, hayatın bütününe hitap eden bir kitaptır. Bu anlamda hayatımızda neyi önceleyerek yola çıkmalıyız. Öncelikle ifsattan, günahtan, pislikten, her türlü ruczdan hicret edebilmeyi başarmalıyız. Zira Mekke’li müşriklerin de bir Allah inancı vardı ancak ifsat olmuştu. Kur’an bu toplum içerisinde peygamberimize hitap ederken öncelikle elbisesini (kimliğini) temiz tutmasını, pislikten hicret etmesini istedi. Kur’an’da geçen bu ilk hicret ifadesi mekansal olarak bir yerden başka bir yere gidişi değil, zihinsel bir arınma sürecini ifade etmektedir. Bizlerde öncelikle içinde yaşadığımız sistemin pisliklerinden arınmalıyız. Daha sonra Rabbimizin de buyurduğu gibi; aramızdan hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten nehyeden bir topluluk olma mücadelemizi sürdürmek zorundayız. Zira Rabbimiz insanı anlattığı Fatır suresi ayetinde şöyle buyurmaktadır:

“Sonra kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize varis kıldık. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimisi orta yolda gider, kimisi de Allah’ın izni ile hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.” (Fatır 32)

Bizler, orta yolda bir hayatın taliplisi olamayız. Zira her an çukura düşme ihtimali barındırır her zaman ortada olmak. Öne geçmek için yarışan sabikunlardan olmak durumundayız. Derdimiz, kaygımız, bulunduğumuz mekânlarda, Allah’a halis bir şekilde kulluk yapan bir nüve oluşturmak olmalıdır. Bu mücadelemizi nasıl sürdürmeliyiz. İnsanları vahiy ile nasıl uyarmalıyız. Topluma açıldığımızda gelecek tepkilere karşı nasıl tavır takınmalıyız. Bu sorulara verilecek cevap, metodumuzun nasıl olması gerektiğinin de cevabını verir bize. Bu anlamda Casiye 17. Ayet ile Maide 48 ayet önemli ipuçları barındırmaktadır.

“Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” (Casiye 17)

“Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.” (Maide 48)

İçtihatlarımız, yorumlarımızdır ve zaman ve mekânla sınırlıdır. Yorumlarımızı mutlak olarak dayatmak vahyin ruhuna aykırıdır.

Metot konusu ile ilgili önemli kavramlardan bir tanesi de “sünnetullah” kavramıdır. Hiçbir peygamber, elinde bir sihirli değnekle toplumlarını değiştirmemişlerdir. Hepsi kendilerine inanan sahabeleri ile beraber bir nüve oluşturmuşlardır. Bizim için usvetun hasene olan elçilerin bu örnekliklerini çok önemsemeliyiz.

Kur’an, yaşanan sorunlara inen bir kitaptır. Allah’ın dediği ile yaşanan sorunlar arasında bağ kurmak anlamına gelen tertilen okumayı sürekli yapmalıyız. Zira peygamberimizden yapması istenen belki de en önemli işlerden birisi gecenin büyük bir bölümünde kalkıp tertil üzere Kur’an okumasıdır. Bütün Müslümanlar dinlerini, delilleri ile beraber öğrenmek zorundadır.

Bu çerçevede tebliğ konusunda şunu da söylemek durumundayız. Tebliğde tedric çok mühimdir. Tevhidi vakıanın içerisinde anlatmak esastır. Hayattan kopuk, soyut bir tevhid anlayışından sıyrılıp, vakıanın içerisinde bir tevhid söylemi benimsemeliyiz. Tevhidi sosyalleştirmek, yaşanan problemlere çözüm üretmekle olur. Bunun için öncelikle; İslami şahsiyet olmayı başarmalıyız. Tek başına ümmet olmayı başarmış, adanmış insana ihtiyacımız vardır. İkinci olarak istişari mekanizmalarımızı diri tutmalı, istişareye ehil olacak insanlar yetiştirmeliyiz.

Bizim bu anlamda vereceğimiz mücadele elbette peygamberimizinkine benzemeyecektir. Zira işe sıfırdan başlamıyoruz. Dağılmış bir ümmetin yeniden canlandırılma mücadelesi vermemiz gerekiyor. Bu anlamda Biltaci’nin kızı Esma’ya yazdığı mektupta ifade ettiği şu söz çok manidardır:

“ Sen yüksek bir uygarlığa ulaşmak için, ümmeti yeniden uyandırmak, ıslah ve inşa etmek yolunda yürüyordun…”

Ümmet var ama dağılmış. Vahiy ile yeniden ıslah etmek, merhale merhale yeniden inşa etmek bizlere, muslihunlara düşen bir görevdir. Devlet kurma hayalleri ve aceleciliği ile hareket edip, kuramayınca yaşanan hayal kırıklıkları ve dağılmalar en önemli yanlışları oldu müslümanların. Oysa önce ümmet inşa edilmeliydi. Ümmet olmadan devlet kurmak nasıl mümkün olacaktı. Önce Rabbimizin ayetinde de buyurduğu gibi söylediklerini yaşayan nüveler olmayı başarmamız, bunun için cehd içerisinde olmamız gerekiyor. Toplumu değiştirecek, ıslah edecek bir hamle ve inşallah Rabbimizin gaybi yardımı ile bir Kur’an nesli idealimiz olmalı. Bu anlamda Kur’an’daki bütün peygamberlerin sireti bizim için referanstır. Genellikle Mekki ayetlerde gelen kıssalar, mutlaka o dönemlerde yaşanan bir takım sorunların çözümü noktasında anlam kazanan anlatımlar olmuştur. Yusuf kıssasının, Yunus kıssasının, Nuh kıssasının anlatımı ve önceki peygamberlerin ortaya koydukları örneklikler, sıcak bir şekilde peygamberimizin de yaşamış olduğu hayat içerisinde mutlaka anlamlı bir noktaya tekabül etmektedir. Allah, peygamberini kıssalarla yönlendiriyordu. Biz, bu kıssaların hangisinin, hayatımızın neresine karşılık geldiğini anlama çabası içerisinde olmalıyız. Bu konuda bireysel içtihatlarımızdan da öte kardeşlerimizle birlikte içtihatlar üretmeyi başarmalıyız.

Mesela Müslümanlar Rum’un yenmesine niçin sevinmektedirler. Olay sadece onların ehl-i kitap olmaları noktasından izah edilemez. Zira onlarda yaptıkları konsüllerle şirki meşrulaştırmış, İsa’yı rab haline getirmişlerdir ve dolayısıyla şirk inancı onlarda da söz konusudur. Müslümanlar kendi yaşadıkları hayatla alakalı olarak yakın tehlike, uzak tehlike değerlendirmesi yapıyorlardı. Rumların kazanmasının sonuçları Müslümanların vermek istedikleri mücadele açısından daha az tehlike barındırıyordu. Daha fazla imkânlılık elde edeceklerdi ve bu yüzden çevrelerinde olan bitene ilgi duymaktaydılar.

Bir toplum değerlendirmesi yaptığımızda ulus toplum olduğumuz gerçeğini görürüz. Tüzel kişilik olarak bir cahiliye toplumu ama içerisinde Müslümanların ve duyarlılıkların var olduğu bir toplum. Vesayetten kurtulma adına tedrici bir mücadele içerisinde olsak da hala tutsak sayılırız. Yine bir tarih değerlendirmesi yaptığımızda düştüğümüz halin, nimeti kaybedişimizin nedenleri üzerinde derinlemesine durmamız gerekiyor. Düştüğümüz yerden nasıl kalkacağımızın planlarını yapmamız gerekiyor. Bu konuda bize örneklik teşkil edecek en önemli hareket “Urvetu’l Vüska” hareketidir. Bu hareketin ve etkilediği hareketlerin ümmet coğrafyasından tasfiye edilmek istendiği gerçeğini görüyoruz. Ama bu ıslah hattını sürekli diri tutarak bir inşa sürecini zorlamak hepimizin vazifesidir.

Metot konusunda yapılan en önemli yanlışlardan birisi de “Metot, akaittendir, dolayısıyla tartışılamaz” tezidir. Temel ölçüler elbette tartışılamaz ama Rabbani Metot ya da Nebevi Metot söylemleriyle beraber durağanlaştırılan metot algısı maalesef günceli okuyamamakta ve mücadelemizi yüzyıllar öncesinin kalıplarına hapsetmektedir. Metotlarımız temel ilkeleri sabit olmakla birlikte, ülkeler arasında değişiklikler gösterebildiği gibi, aynı coğrafya içerisinde bölgeden bölgeye de farklılıklar gösterebilir. Metot mutlaklaşınca, karşımıza her şart içerisinde aynı davranmayı ilkesellik sayan usulsüz tavırlar çıkmakta. Yıllar öncesinde savunulan bir şeyi, yıllar geçmesine rağmen aynı şekilde savunmayı, aynı kelimeleri ve kalıpları kullanmayı ilke sayan yaklaşımlar türüyor.

Bizler içerisinde yaşadığımız toplumu ve tarihimizi iyi tanımalı, hatalarımızı tahkik etmeyi bilmeli, merhaleci bir algı ile ıslah mücadelemizi sürdürmeliyiz. Her Müslüman kendisini bu ıslah hattının bir neferi olarak görmeli, yetiştirmelidir. Hiç kimse kendisini mücadeleden bağımsız görmemelidir. Bu ıslah çabamızı merhamet dili ile devam ettirmeli, samimi ama hatalı olan insanları ve başta çevremizi, ailemizi bu dil ile kuşatmaya çabalamalıyız.”

Sunumun ardından soru-cevap kısmı geç saatlere kadar sürmüş ve sunum tamamlanmıştır.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum