1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. “Zor duvar”: Ön yargı ve şiddet
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

“Zor duvar”: Ön yargı ve şiddet

03 Ağustos 2009 Pazartesi 05:34A+A-

Şiddetin son hali, şok edici bir hızda patlar. Doğum gibidir. Dünyaya gelmiş bu istenmeyen çocuğun, ana rahmine düştüğü ilk günleri kimse düşünmez çoğu kez…

Biz onu elimize doğduğu günden sonra konuşmaya başlarız… Ya bir bomba, ya patlayan silah, suratınıza isabet eden bir yumruk, tokat, küfür, tartaklanma, yol kesme, göğsünden itme, hakaret, iğrenme, görmeme, işitmeme, insandan saymama şekliyle tensel ve maddi olanından, kişisel ve manevi olanına kadar ilerleyip işler şiddet…

Fark ettiğimizdeyse iş işten geçmiş olur. Şiddetin nedenleri hakkında düşünenler, çoğu kez genelleştirici şablonları aşabilmeyi denerler. Bu elbette bir temennidir ama pratikte oldukça zordur. Çünkü şiddet mihrakı hakkında genelleştirici ve özetleyici bilgiler o kadar yaygın ve o kadar yerleşik önyargılara dayanır ki bunu çözümlemek sabırlı ve kararlı bir duruşu gerektirir…

Bizim 2000’lerde ve halen sıkça konuşup yazdığımız ve elimizden geldiğince çözümlemeye çalıştığımız şu devasa yel değirmeni mesela: “İslâmofobi”. 11 Eylül sonrası, tüm dünyada Müslümanlar aleyhine yaygınlaştırılmış bir önyargı olarak, “bütün teröristler Müslüman değildir ama tüm Müslümanlar teröristtir” şeklinde işletilen şu zor duvardan bahsediyorum. Bu genelleştirici bakış, şiddet karşısında yine şiddete dayalı ama daha da artırılmış karşıt bir reaksiyonu tetiklemiştir. İslâmafobi gibi zihinsel ve yaygınlaşmış bir şiddettir sözünü ettiğim. Abartılı güvenlik tedbirleri sonrasında şiddet artık gündelik hale gelmiş, normalleşmiş bir düzeye dönüşmüştür.

Sırrı Sakık’ın, “dağa neden çıktığımı anlamış değilim” başlığıyla okuduğum kişisel hayat öyküsünden pasajlar, beni oldukça etkiledi… Çocukluk ve gençlik çağında yaşadığı dramatik aile içi şiddet hikayesi ve mahkum edildikleri yoksulluk-yoksunluk öyküsü üzerinden yola çıkarak çizdiği kişisel portresi oldukça etkileyici… Bunu daha evvel katliamlarına tüm ruhumla itiraz ettiğim Miloseviç’in hayat hikayesini okurken de yaşamıştım. İlk çocukluk ve gençlik günlerimizde yaşadığımız hayatın, bizim kaderimizi çizdiğini düşünüyorum. Ama zaten dünyaya doğmuş olmak, başlı başına bir travmadır. Hayatın dövmediği hangi çocuk vardır ki?

Av. Muhammed Özkan zihin sarsıcı bir başlık açmıştı suç ve ceza bağlamında genç hukukçulara: “Aynı koşullardaki diğer kişilerin niçin hırsız ve katil olmadıklarına da bakmak gerek” diye… Bir hukukçu olarak benim de tecrübem bu yöndedir: İşlenmiş her suç, bir hayat hikayesinin içinden çıkar ama bu durum işlenmiş suçu yok saydırmaz…

“Kürt Açılımı” tabirinin pek çok evde endişeyle karşılandığına şahit oluyorum. Çünkü medya bombardımanı sayesinde Kürt kelimesi artık PKK ve Töre Cinayetleri ile neredeyse eşleştirilerek algılanıyor maalesef. Tıpkı İslamofobi’de yaşadığımız o geniş ve aşılması zor önyargıya çarpıyoruz bu konuda da… Medya ve şiddet olaylarının katkısıyla; “Kürt’se yapar”a dönüşen bu algı, şiddet konusunda aklıselimle düşünmenin önünde en büyük engeli teşkil ediyor. Tıpkı pek çok Amerikalının taşıdığı “Müslüman mı, uçağı kaptığı gibi gökdelenlere dalar” şeklindeki soğuk ve hazır damganın benzerini, kendi toplumumuzda yaygınlaşmış olarak görüyoruz. Diyarbakır plakalı bir arabanın sokaktan iki kere geçmiş olması, sokak sakinlerini ürkütmeye yetiyorsa, şiddete dair ciddi bir sorunumuz var demektir… Mahkeme salonlarından değil, sokak aralarından söz edince nasıl yaygın bir korku-endişe-önyargı sarmalıyla çevrildiğimiz aşikar…

Bu bağlamda, Hükümetin ve İç İşleri Bakanımız Atalay’ın başlattığı “Kürt Açılımı” tartışmasını çok anlamlı buluyorum. Ne var ki çoğu medyadan tanıdığımız İstanbul-Ankara hattının kalemşörleriyle çözümlenecek bir mesele olmadığını da biliyorum bunun… Tamam, ünlü kişiler de bu konuda görüş bildirsinler ama bölgenin gerçek kişilerinden bizzat dinlenecek meseleleri ve özellikle yıllardır yörelerde vazife gören sivil toplum örgütlerinin anlatacaklarını elbette daha sahici buluyorum. Mesela Mazlumder, Özgürder, İHH bu konuda hangi raporları hazırlamışlar, devlet bundan haberdar mı? Hakkari’de yaşayan gazeteci Sabiha Ünlü mesela, bu konuda neler söylüyor? Yazar Bakiye Marangoz’un bölgenin ailevi yapısını uzun yıllardır araştırdığını biliyoruz, kendisinin anlatacaklarından haberdar mıyız? Diyarbakır’da görev yapan Psikolog Mehtap Yılmaz’ın tekil yaşam öykülerinden yola çıkarak büyük bir emekle hazırladığı rapor mesela (Dicle Sızısı adıyla kitaplaştı)… Yılda bir iki defa büyük paralar harcanarak ünlü yazarlara aydınlara yaptırılan sempozyumlar ve ardından beraberce çekilen halaylar, duygusal Sezen Aksu şarkılarıyla örtbas edilecek bir konu değildir bu!

Yaranın içinden konuşan küçük ama gerçek kişilerden söz ediyorum.

Şiddet konusunda hakikaten bir şeyler öğrenip onu cidden önlemek istiyorsak, bunu politik- medyatik bir şov olarak görmemeliyiz. Sabırla kulak vereceğimiz küçük hayat öyküleriyle tamamlanacak geniş bir puzzle var karşımızda. Allah’tan, Sn.Beşir Atalay şov meraklısı bir kişi değil… Ben, gelişmelerden ümitvarım bu yüzden…

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT