1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. “Yıkım kararı”...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

“Yıkım kararı”...

24 Eylül 2010 Cuma 00:10A+A-

-Bu Sabah... “Çiğnenmiş bir vasiyet gibi üzgünüm

Anladım ki dünya denilen şey bana göre değil”... Böyle demiş şair İbrahim Tenekeci... Yukarıdaki başlık da onun Dergah’ta yayımlanmış son şiirinin ismidir ve yaşanan olaylarla hiçbir ilgisi yoktur: “Yıkım Kararı”...

Üzüldüğümde ve şaşırdığımda hep böyle oluyor. İyi bir şeyler işiteyim, okuyayım diye, iyi birinin yazısına sözüne koşuyorum.

Saadet Partisi, kendi kendisini Kayyum’a teslim etmiş!

Nereden nereye diyorum, D-8’den Kayyuma intikal eden süreci, grayderlerin halletmek için geldiği bir “yıkım kararı” özetliyor. Ne diyeyim, ben çoktan çekilmişim lafın sözün içinden, ama kalp bu, vicdan bu, kırılıyor yine de, kırk yıllık hatırı olurmuş bir acı kahvenin, oysa kırılmadık bir tek fincanı bile kalmadı bu davanın... Genç Prens Hamlet kadar bir başına, Kerbela’dan arta kalmış Zeynelabidin kadar çocuk bulunca şairlerini bile bu davanın... Bir kadının payına çok da söz düşmez besbelli...

Bakalım İbrahim ne yazmış bunca tozun dumanın arasında diye, onun şiirli diline varıyorum, sabah namazından sonra, ah kuşlar ne kadar şanslı ve şensiniz çünkü yeni uyandınız ve ağaçlar, mahmursunuz çok şükür ve iyi ki tahtadandır tüm kollarınız, iyi ki şair değilsiniz... Bakıyorum, İbrahim Tenekeci, “ağır misafir”i olduğumuz şu dünyaya kederle ve iç geçirerek seslenmiş... Şair İbrahim Tenekeci’yi kurulduğu yıllarda “Çeliktepe Gençlik” dediğimiz Kağıthane Milli Gençlik Vakfı’nın ilk zamanlarından beri biliyorum, ben üniversite son sınıftayken onlar bir kısmı liseli, bir kısmı orta mektepli, bazılarıysa beklemeli gençlerdi... “Önce ahlak, maneviyat” diyen neslin, genç temelleri o idealist çocukların gözlerinden yükselirdi... O emekçi babaların, o dar gelirli arka mahallelerin tarhanaya, fesleğene, arap sabununa kokan tertemiz evlerinden çıktı bu çocuklar, aralarından öğretmenler, mimarlar da çıktı, ama şair olanı bir tek İbrahim Tenekeci’ydi; ki o kaleyi kimseye terk etmeyenlerdendi. Çok sabırlı ve inançlı olduğunu ne diyeyim ki ben bir anneyim, genç yaşta ağarmış saçlarına bakın İbrahim’in de gerisini söylemeyeyim, siz anlayın... Ah İbrahim, ah kardeşim, hani kuşların? Hani dört ayrı dağa parça parça bıraktığın kuşların? Şimdi onları kim toparlayacak, bak işte sevginin, inancın, alçakgönüllülüğün, kadere ve aşka tevekkül etmenin de varacağı bir kıyıya eriştik hepimiz... Kuşlar paramparça, çelik gibi Çeliktepe paramparça, çocukların gözleri ağlamaklı ve küskün, son şiirinin başlığı gibi her şey; “yıkım kararı”... Ah, çocukluk evimiz yıkılıyor artık... Üst kattaki mirası bir türlü paylaşamayanların çarpışan filler gibi çıkarttığı patırtı, alt katlardaki, zeminlerdeki, bodrumlardaki hepimizi nasıl da kıyım kıyım kıyıyor... İbrahim, sevgili kardeşim, çiğnenmiş bir vasiyet gibi üzgün olduğun şu anda, ah ev, işte, ev, gidiyor...

............

-Dün Akşam...

Dün bindiğim Üsküdar/Ümraniye hattındaki minibüste yanıma denk düşen genç bir kardeşten duyunca şaşırdım; “Ablacım, Saadet Partisi’ne kayyum el koymuş duydunuz mu?” diyordu. Ufuk’muş ismi, o da üzgün ve şaşkındı olanlardan, Doğubank’ta gözlük işiyle uğraşıyorlarmış, bir doğa dernekleri varmış, amatör fotoğrafçı... Bazen acı ve şaşkınlık böyle yapıyor insanı, o vakte kadar hiç tanışmadığınız birisiyle bile hiç durmadan dertleşirken buluyorsunuz kendinizi... Depremde, selde veya hastanelerde sıra beklerken böyle olurum ben. Ufuk’la Saadet Partisi’nde yaşanan son olayları konuşurken, Diyarbakır’dan ve İsviçre’den telefonlar geldi, konferansa davet ediyorlar, yani bir arada, yıkım ve onarım, adeta her saniye yeni bir yıkıma eşlik eden yeni bir temel atma töreni şu İslamcılık dediğimiz şey. Minibüste evlerine yetişmek derdindeki herkes, bir yanıyla işi, aşı, okulu, cebinin derdinde, ama bir yanıyla hep uyanık ve yurttan dünyadan ne haberler var diye. Burası dünya ve eski Bakanlara inat, herkes bakıp görüyor, kalbi atıyor herkesin... Ellerimdeki kitapları derhal bırakarak, Sevgi Kurtulmuş’u arıyorum telefonla, o kadar meşgul ki telefon, düşüremiyorum, demek ki diyorum, benim gibi herkes minibüsten, vapurdan, kuyruklardan, çiseleyen yağmurdan, işportacı çığlıklarının arasından, “ne oluyor, bu ne kayyumu” diyerek merak eden herkes onları arıyor, sonra birkaç hukukçu dostumu arayıp son olaylar hakkında bilgi alıyorum, inenler binenler oluyor minibüse, üzgün gözleriyle kadınlar kızlar, şimdi ne olacak diye soruyorlar sessizce... “Müsait yerde inecek var” diyorum şoföre...

“Müsait yerde inecek var...”

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT