1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Yeni Zelanda’daki Vahşet Muhacir Düşmanı İklimin Bir Sonucudur!
Yeni Zelanda’daki Vahşet Muhacir Düşmanı İklimin Bir Sonucudur!

Yeni Zelanda’daki Vahşet Muhacir Düşmanı İklimin Bir Sonucudur!

Yeni Zelanda’daki ırkçı-İslam düşmanı saldırının küresel çapta bir kirli atmosferin sonucu olduğunu hatırlatan Yıldıray Oğur Türkiye’de de muhacir karşıtı, ırkçı tepkilerin aynı kirliliğin bir yansıması olduğuna dikkat çekiyor.

18 Mart 2019 Pazartesi 15:40A+A-

Yıldıray Oğur’un Karar’da yayımlanan konuyla alakalı yazısı (18 Mart 2019) şöyle:

16.587 Kilometre Uzakta Değil

“Mücadeleniz boşuna Mr. Hagen. İslam tek hakiki dindir. Norveç’te de zafer kazanacağız. Bir gün Norveç’teki kiliseler cami olacak, torunlarımın torunları mutlaka bunu görecekler. Ben ve bu ülkedeki bütün Müslümanlar şunu biliyor ki bir gün Norveç Müslüman bir ülke olacak. Biz sizden daha çok doğuruyoruz ve her yıl en verimli çağlarındaki pek çok gerçek Müslüman mümin Norveç’e geliyor. Bir gün gelecek bayraktaki o kâfir haçı defolup gidecek...”

Mektubun yazıldığı Mr. Hagen yani Carl I. Hagen 1978’den 2006’ya kadar Norveç’in ırkçı, göçmen karşıtı İlerici Partisi’nin lideriydi.

Hagen, Mohammad Mustafa adlı bir kişiden aldığını iddia ettiği bu mektubu 1987’deki yerel seçimlerde çıktığı tüm kürsülerden okudu, göçmen karşıtı propagandasını bu mektup üzerine kurdu.

Ama kampanya sırasında ülkenin meşhur tabloid gazetesi Verdens Gang bu mektubun sahte olduğunu ortaya çıkardı. Mektubu gönderdiği ileri sürülen Muhammed Mustafa, Hagen hakkında tazminat davası açtı.

Ama iş işten geçmişti. İlerici Parti 1987 yerel seçimlerinde oy oranını yüzde 200 arttırarak büyük bir başarıya imza attı.

Aynı göçmen karşıtı siyaset partiyi 2011’de ülkenin ikinci büyük partisi haline getirmişti.

Ama 22 Temmuz 2011 günü parti için karanlık bir gün oldu.

Oslo yakınlarındaki Ütoya adasında İşçi Partisi’nin gençlik kollarının her yıl düzenlediği yaz kampını basarak yaşları 14 ile 19 arasında değişen 69 kişiyi katleden 32 yaşındaki Anders Behring Breivik partinin eski bir üyesi çıkmıştı.

1997 yılından itibaren partinin gençlik teşkilatında yetişmiş Breivik, 2004’ten 2006’ya kadar parti üyesi olmuş, sonra popülist- göçmen karşıtı- liberteryan çizgideki parti kendisini kesmeyince ayrılmıştı.

Breivik’in İşçi Partisi’nin yaz gençlik kampını hedef seçmesi de tesadüf değildi. Katliamdan sonra ortaya çıkan 1500 sayfalık manifestosunda uzun uzun 2. Dünya Savaşı’ndan sonra nasıl Markiszm’in Avrupa’ya sızıp, Avrupa kültürünü dejenere ettiğini anlatmıştı.

Breivik’e göre günümüzün şeytani fikirleri ve baş düşmanları; kültürel Marxism, çok kültürülük, küresellşeme, feminizm, politik doğruculuktu. Bütün bunlar İslami kolonizasyona zemin hazırlamış ve Batı Avrupa İslamileşmeye başlamıştı.

Ama  aynı manifestoda kendisini Tapınak Şövalyesi ilan eden Breivik’in yaz kampında öldürdüğü gençlerin çoğu Norveçli Hristiyan orijinli gençlerdi.

Çünkü Breivik, manifestosunda “Tanrı ile kişisel ilişkim düşünülürse tam anlamıyla dindar biri değilim. Önce ve en çok akıl insanıyım. Ama tek kültürlü Hristiyan Avrupa’nın savunucusuyum” diyordu.

Kültürel olarak Hristiyan’dı, mahkemede sık sık bu katliamla bir savaş başlattığını söyledi.

O savaşa bir yıl sonra Wisconsin’de mağazadan satın aldığı otomatik silahla 40 yaşındaki Wade Michael Page katıldı. Wisconsin’deki Sih Tapınağı’nı basan Page, ibadet eden altı Amerikalı Sih’i katlettikten sonra kendini de öldürdü. 

Page, beyaz ırkın üstünlüğünü savunan Aryan, Nazi gruplar içinde konserler veren bir müzisyendi. İnternet üzerinden okuduğu komplo teorileriyle radikalleşmişti. Amerikan devletinin ve medyasının Siyonistlerin kontrolünde olduğuna inanıyor, Yahudi, Müslüman, Hint, Çinli bütün azınlıkları ikinci sınıf insan olarak görüyordu.

 

Katliamdan sonra kendini öldürdüğü için neden kendine hedef olarak bir Sih Tapınağı’nı seçtiği tam olarak öğrenilemedi. Ancak FBI araştırmasında ülkedeki ekonomik sorunların sebebi olarak Asyalıları gördüğünü tespit etmişti.

2014 yılında bu ırk savaşına 73 yaşında ölümcül bir hastalığı olan Fraizer Glenn Miller da katıldı.

Eline otomatik silahını alıp Kansas’taki Yahudi Toplumu Merkezi’ni bastı. Saldırıda biri dede ve torun, bir de merkezde görevli doktor olmak üzere üç kişi hayatını kaybetti.

Miller, Vietnam’da savaşmış, ardından ırkçı neo-Nazi gruplarla içli dışlı olmuş, Beyaz Vatanseverler Partisi’ni kurmuştu. Dini inancı neo-Pagan’dı.  Kansas eyaletinde ölüm cezası verilmiş en yaşlı suçlu olduğunda hiç umursamadı, yaptığıyla gurur duyduğunu söyleyip durdu.

2015 yılında beyaz ırkçıların bu kez hedefi Güney Karolina eyaletinin Charleston kentinde Afro-Amerikalıların devam ettiği bir Metodist kilisesiydi.

Akşam ayini sırasında kiliseyi basan 21 yaşındaki Dylann Roof, aralarında rahibin de olduğu ibadet eden dokuz kişiyi öldürdü.  Roof da “kutsal ırk savaşı”na inanan bir beyaz üstünlükçüydü.

O da ırkçı fikirlerle internet üzerinden tanışmıştı. Siyahlardan, Yahudilerden, Müslümanlardan, Hispaniklerden nefret ediyordu. Ardında bıraktığı manifestoda yaptığının vatanseverlik olduğunu yazdı.

2017 yılında ABD’de yine bir kilise basıldı. Teksas eyaletindeki Sutherland Springs’te beyaz Amerikalıların gittiği kiliseyi basan 26 yaşındaki Devin Patrick Kelley, 27 kişiyi öldürdü. Kilisenin eski bir mensubu olan Kelley, daha sonra saldırgan bir ateist haline gelmişti. Ama kilise baskınında siyasi bir motivasyon bulunamadı.  Eski asker Kelley’in esas hedefinin kilisenin müdavimi olan annesi olduğu iddia edildi. Ama annesi o sırada kilisede değildi. Saldırıdan sonra Cumhuriyetçiler Kelly’nin aslında Sanders, Clinton taraftarı bir komünist olduğunu iddia ettiler.  Aşırı sağcılar bunun bir devlet operasyonu olduğunu yazdılar.

2017 yılında bir saldırı da Kanada’nın Quebec eyaletinde oldu. Bu kez basılan mabet eyaletin İslam Merkezi’ydi.  Merkezdeki altı Müslümanı öldüren katil 28 yaşındaki Alexandre Bissonnette de aşırı sağ fikirlere sahip bir öğrenciydi. Onun da hikayesi ayınıydı. İnternet üzerinden mobilize olmuş, ırkçı, göçmen karşıtı fikirler ve dünyasını üzerine kurduğu komplo teorileriyle internet üzerinden tanışmıştı. Kendisine en büyük düşman olarak mültecileri ve aile kurumunu yıkmakla suçladığı feministleri görüyordu.

2018 yılında yine bir mabed kana bulandı. Bu kez hedef Pittsburgh’daki Hayat Ağacı Sinagogu’ydu.

Sabah Şabat ayini sırasında sinagogu basan 46 yaşındaki Robert Gregory Bowers, ibadet halindeki 11 Musevi’yi öldürmüştü.  Bu ABD tarihinde bir sinagogda meydana gelmiş en büyük katliamdı. Bowers, Yahudileri şeytanın çocukları olarak gören bir aşırı sağcıydı. Kurduğu sitelerde Rothschildli, Soroslu komplo teorilerini paylaşıyordu. Trump’ı bile “etrafı Yahudilerle sarılmış küreselcilerin adamı” olmakla suçluyordu.

Ve 2019 yılında Yeni Zelanda’da aynı aşırı sağ fikirlere sahip, aynı kaynaklardan, tarihsel arka plandan beslenen, benzer biçimde kültürel olarak kendisini Hristiyan gören ama pagan inançlara sahip, göçmenlere, küreselci güçlere, düşük doğum oranlarına kafayı yakmış, rol modeli 2011’de Ütoya adasını kana bulayan Breivik olan başka bir terörist iki camiyi basıp elli Müslümanı katletti.

Son sekiz yılda peş peşe ve birbirini taklit edercesine yaşanmış bütün bu terör saldırılarını yeniden hatırlatmanın sebebi, Türkiye’de Yeni Zelanda saldırısına verilen tepkiler.

Maalesef Türkiye’de bazı kesimler daha önce de mabetlere dönük ırkçı terör saldırılarını, bu terörün esas motivasyonunu, hatta kurbanları bir tarafa bırakıp, meselenin sadece ırkçı bir teröristin manifestosunda Türkiye ve Türklere  yönelik tehditler kısmıyla ilgileniyor.

Ama daha kötüsü tam da teröristin manifestosunda bu terör eylemiyle amaçladığı atmosfere uygun hareket ediyor.

Onun Müslüman-Hristiyan karşıtlığı tezine, yeni bir Haçlı savaşı davetine icabet ediyor. Liderler meydanlardan bu teröristin sözlerine cevap veriyor, onun meydan okumalarını meydan okumayla karşılıyor. Ayasofya’yı tehdit ettiği için, Ayasofya’nın önünde gösteriler düzenleniyor. Hatta propaganda için çektiği, Yeni Zelanda’da bulundurulması bile yasaklanmış katliam videosu meydanlarda izletiliyor.

Eğer katil teröristin hapishanede bütün bunlardan haberi olduysa, yaptığı terör eyleminin 16.587 kilometre ötede bulduğu yüksek mevkili muhataplardan, yarattığı tepkilerden, tam da manifestosunda yazdığı gibi kutuplaşmayı artırmasından büyük memnuniyet duymuş olmalı.

Halbuki, bu aşırı sağcı teröristler ilk defa bir mabede saldırmıyor. Daha önce de bir Sih tapınağına, kiliselere, camilere, sinagoglara saldırdılar. Sosyalist bir partinin gençlik kampını bastılar.

İnternetten haberleşen, örgütlenen, birbirinden etkilenen, her türlü farklılığa, ılımlı fikre, mültecilere, Müslümanlara Yahudilere, Sihlere karşı ırkçı beyaz adamların terörü bu.

Küreselleşme ve göçlerle ülkelerinde çoğunluğu, hakimiyeti kaybetme korkusunun beslediği kestirilmesi, istihbari olarak takip ve tespit edilmesi zor, birbirini tetikleyen, birbirinden kopya çeken yeniden tekrarlanması da çok yüksek olasılıkta görünen yeni nesil bir terörizm bu.

Batı’da konserleri, cafeleri basan, Türkiye’de meydanlarda katliamlar yapan, düğünlerde bomba patlatan, İslam dünyasında camileri cuma namazlarını kana bulayan IŞİD, El Kaide’nin ikiz kardeşleri aynı zamanda.

16.587 km ötemizde olsa da, teröristlere bu iklimi yaratan mülteci düşmanlığı, farklılıklara tahammülsüzlük, bütün dünyayı komplo teorileriyle okumak, insanlık tarihini ezeli ve ebedi bir savaş olarak görmek maalesef bize de çok tanıdık ve yakın.

Bu kafayla mücadelenin yolu da, teröristin manifestosuna tam da onun istediği zeminde ve tonda cevap vermek, onu muhatap almak değil. Onu yırtıp atmak, kutsal savaşa davetine icabet etmemek, dünyada bu tehlikeli kafaya karşı çıkan makul insanlarla birlikte durmak.

16.587 km öteden ve bütün dünyadan gelen dayanışma görüntüleri bir kere daha makul insanların, fanatiklerden sayıca hayli fazla ve birbirine çok daha yakın olduğunu gösterdi.

HABERE YORUM KAT