1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA YILMAZ

  3. Yâ Âbide’l-Harameyn!
MUSTAFA YILMAZ

MUSTAFA YILMAZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Yâ Âbide’l-Harameyn!

29 Aralık 2025 Pazartesi 22:54A+A-

İslam azametli bir tarihe sahiptir. Bu tarih, ilahi davetin, bu daveti insanlara ulaştıran nebilerin, bu davet uğruna hayatlarını cihada adamış kahramanların, bu yolda fedayı can eylemiş aziz şehitlerin tarihidir. Nebilerin, salihlerin, âlimlerin, âbidlerin, sıddıkların ve şehitlerin tarihidir. O şehitler kanlarıyla arzı sulamışlar ve mesajın bugünlere kadar canlı taşıyıcıları olmuşlardır.

İslam’ın mesajı birkaç asır içerisinde Mağrib kıyılarından Orta Asya içlerine, Hind alt kıtasından Bizans önlerine kadar ulaşmış ve bu uğurda canlarını veren büyük bir neslin kahramanlıkları sayesinde tarih sahnesinde insanlığın kaderine yön vermiştir. Müslümanların tarihinde kahramanlar da şehitler de ila yevmi’l-kıyâme devam edecektir.

Hicri 118’de (M. 736) devrin önemli merkezlerinden Merv’de doğan Tebeu’t-tâbiînin önde gelen simalarından muhaddis, zâhid ve fakih Abdullah b. Mübârek bunlardan yalnızca birisidir. Babasının Türk, annesinin de yine Harezmli bir Türk olduğu rivayet edilir.

İlk hocası Mervli âlim Rebî’ b. Enes el-Horasânî’dir. İslam Ansiklopedisi’nin verdiği bilgilere göre dönemin geleneği olan ilim tahsil için seyahatlere yani rıhlelere çıkma geleneğine uyarak ilk seyahatine yirmi üç yaşlarında iken çıkmıştır. Daha sonraki yıllarda bu seyahatlerini devam ettirmiştir. ‘Zamanın ilim merkezlerinden olan Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam ve Irak’a yolculuklar yaptı. Derin bilgisiyle Basra’nın hadis imamı kabul edilen Hammâd b. Zeyd’in takdirini kazandı. Ma’mer b. Râşid, Evzâî, A’meş, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes ve Süfyân b. Uyeyne gibi meşhur muhaddislerden hadis okudu. Kendisinden de başta hocaları Ma’mer b. Râşid ve Süfyân es-Sevrî olmak üzere, Abdurrahman b. Mehdî, Abdürrezzâk b. Hemmâm, Yahyâ b. Maîn, İshak b. Râhûye gibi hadis ilminin önde gelen imamları hadis rivayet etti. Abbâsî Halifesi Hârûn Reşîd devrinde Misis (Bugünkü Adana/Yüreğir. Zamanında Kilikya’ya bağlı önemli bir yerleşim yeridir.) ve Tarsus civarında Bizans’a karşı savaşmıştır. Hicri 181 (M. 797) yılı Ramazan ayında altmış üç yaşında iken Fırat nehri kenarında bulunan Hit’te (Irak’ın Anbar Vilayeti’nin yedi ilçesinden birisidir) vefat etmiş ve orada defnedilmiştir.’

Horasan bölgesinde özellikle Merv’de hadisleri tedvîn eden ilk âlim oluşu, İbnü’l-Mübârek’in şöhretini arttıran sebeplerin başında gelir. Ahmed b. Hanbel, o devirde ilme ondan daha meraklı ve hadis sahasında ondan daha büyük bir âlimin bulunmadığını söyler… Kûfe’de, bir hadis hakkında ihtilâfa düşüldüğünde, “Geliniz bu ilmin tabibine gidelim” diyerek ona başvurulması, zamanında hadisleri en iyi bilen biri olarak kabul edildiğini gösterir. Evinde oturup hadisle meşgul olmayı çok seven İbnü’l-Mübârek’e, “Bu yalnızlıktan rahatsızlık duymuyor musun?” diye sorulduğunda, “Hz. Peygamber ve ashabıyla birlikte iken nasıl yalnızlık duyarım!” karşılığını vermiştir. Dört bin kişiden hadis dinleyen ve bunların sadece bin tanesinden rivayette bulunan İbnü’l-Mübârek, ehil olmayanlardan hadis almadığı gibi böylelerine hadis de rivayet etmezdi. Cihada gittiği yerlerde bile hadis öğretirdi.

Yılın belli dönemlerinde ticaretle uğraşır, ilim tahsil eder, cihad için yolluğunu ve evinin maişetini hazırlar ve belli dönemlerde de cihada katılır, atını uzak diyarlara sürerdi.

Hadis râvilerini çok iyi bildiği ve hadis ilminin özü sayılan Fıkhü’l-Hadis’in önde gelen âlimlerinden biri olduğu için, rivayet ettiği hadisler bu açıdan ayrı bir değer taşır. Kendisinden hadis alanlara, öğrendikleri hadisleri öncelikle Arap gramerini çok iyi bilen birine göstermelerini tavsiye ederdi. Kütüb-i Sitte müellifleri onun rivayetlerini hiç tereddüt etmeden eserlerine almışlardır.

Ebû Hanîfe’nin talebesi ve dostu olan İbnü’l-Mübârek’in fıkıh ilminde de önemli bir yeri vardır. Fıkıhta ilk olarak Ebû Hanîfe’nin metodunu benimsemiş, fıkıh bablarına göre tasnif ettiği es-Sünen fi’l-fıḳh adlı eserinde onun usulünü esas almıştır. İnsanların en fakihi diye nitelendirdiği Ebû Hanîfe hakkında çeşitli vesilelerle övücü sözler söylemiş, şiirler yazmıştır.

Zühdle ilgili hadis malzemesini Kitâbü’z-Zühd ve’r-Reḳāʾiḳ adlı eserde toplayan İbnü’l-Mübârek’e göre zühd, dünya ile alâkayı kesmek değil, dünyaya ve dünyalığa bağlanmamaktır. Nitekim o, hayatı boyunca ticaretle meşgul olmuş, savaşlara katılmış, defalarca hacca gitmiş ve ilim öğretmeye çalışmıştır. Onun, “İlmi dünya için öğrendik, ama ilim bize dünyaya değer vermemeyi öğretti” sözü meşhur olmuştur. Günün belirli bir bölümünü zikir ve tefekküre ayırdığı, bu süre içinde hiç kimseyle konuşmadığı, insanlarla sürekli bir arada bulunmayı ve onlarla içli dışlı olmayı ilim ehli için uygun görmediği rivayet edilir. Ancak onun bu tavrı uzleti tercih ettiği anlamına gelmez. Çünkü o, sürekli uzleti doğru bulmazdı. Hocası Şamlı muhaddis İsmâil b. Ayyâş, “Allah’ın ona nasip etmediği hiçbir hayırlı haslet kalmamıştır” demiştir.

Süfyân b. Uyeyne, onu sahabe ile mukayese ederek sahabenin Hz. Peygamber’le sohbet edip gazvede bulunmuş olmalarının dışında İbnü’l-Mübârek’e bir üstünlüklerini görmediğini belirtirmiştir. İlminde ve zühdünde son derece mütevazi olan İbnü’l-Mübârek, zenginlere karşı kibirli davranmanın da tevazuun gereği olduğunu söylemiştir. Bununla beraber o zenginliğe karşı değildi. Başkalarına el açmamak düşüncesiyle ticaretle de uğraşır, âlimleri, hadis talebelerini ve fakirleri himaye eder, her sene yüz bin dirhem dağıtırdı. Mervli dostlarını hacca götürür, aldıkları hediyelere varıncaya kadar her türlü masraflarını kendisi karşılardı.

Ona göre kişi, daima Allah’ın murakabesinde olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Yüz şeyden sakınıp bir şeyden sakınmayan kişi müttaki sayılmaz. Nuaym b. Hammâd’ın bildirdiğine göre, Kitâbü’z-Zühd’ü okurken öyle ağlardı ki yanına hiç kimse yaklaşamaz, o da hiçbir şeyin farkında olmazdı. Âlimler, zühd ve takvâsını övecekleri bir kişiyi ona benzetirlerdi.

İbnü’l-Mübârek yukarıda zikrettiğimiz Abbâsî Halifesi Hârûn Reşîd devrinde Misis ve Tarsus civarında Bizans’a karşı savaşırken Fudayl b. İyâz’dan bir mektup alır. Hadise, İmam Zehebi’nin Siyeru Alâmi’n-Nübelâ isimli Türkçe tercümesi de yayınlanan eserinde nakledilmektedir.

İmam Zehebi’nin on dört cilt halinde tertib ettiği (Türkçe tercümesi sekiz cilt) mezkur tabakat eseri, Asr-ı Saâdet’ten Hicri 700 (M. 1301) yılına kadar kırk civarında tabakayı kapsamakta olup, Zehebi eserin ilk cildini Hz. Peygamber’in, ikinci cildini Hulefâ-yi Râşidîn’in hayatına ayırmıştır. Zehebî, bu eserinde Endülüs’ten Çin’e kadar uzanan İslâm coğrafyasında her sahanın en meşhur isimlerini toplamış, bunlar arasında halifeler, melikler, sultanlar, emîrler, vezirler, nakibler, kadılar, kıraat âlimleri, muhaddisler, fakihler, edebiyatçılar, lugatçılar, nahivciler, şairler, dinler tarihçileri, kelâmcılar ve felsefeciler yer almıştır. Ancak biyografisi verilenlerin büyük kısmını muhaddisler teşkil etmektedir.

Bu ara malumattan sonra tekrar konumuz olan mektuba dönecek olursak; o zamanlar Fudayl b. İyâz Mekke’de bulunuyordu. Ve zahidlerin en büyük kametlerinden sayılmakla şeref bulmuş ve Âbide’l-Harameyn olarak meşhur olmuştu. Asıl künyesi Ebu Ali olan Fudayl b. İyâz, ismini faziletlerine binaen almıştır.

Fudayl H.107’de (M. 725) doğmuştur. Yine İslam Ansiklopedisi’nin verdiği bilgiye göre Temîm kabilesinin Yerbû’ boyundandır. Oğlu Ebû Ubeyde baba tarafının aslen Kûfeli bir aileden olduğunu, babasının Semerkant’ta doğduğunu ve Ebîverd’de yetiştiğini söyler. Hizmetçisi İbrâhim b. Eş’as’a göre Merv’in Fundîn köyündendir; diğer bir rivayete göre ise aslen Buharalıdır. Ailesi hakkındaki rivayetlerden Fudayl’in Arap asıllı olduğu anlaşılmaktadır.

Kuşeyrî’nin verdiği bilgiye göre Fudayl gençliğinde Merv, Serahs ve Ebîverd arasında eşkıyalık yapan bir çetenin reisiydi. Rivayet odur ki, aşık olduğu câriyenin evine girmek için duvara tırmandığı sırada içeride Kur’an okunuyordu. Bu arada duyduğu, “İman edenlerin Allah’ı zikretme ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürperme zamanı hâlâ gelmedi mi?” meâlindeki Hadid Suresi’nin 57. Âyeti’nden etkilenerek “Evet Yâ Rabbi, o an geldi” diyerek oradan hemen ayrılmıştır. Yaptıklarına tövbe edip kendini tamamen ibadete verdiğini yine Kuşeyri’nin er-Risâle’sinden öğreniyoruz. Daha sonra memleketini terk ederek Kûfe’ye gitmiş; burada Ebû Hanîfe, Süfyân es-Sevrî ve A’meş gibi âlimlerin meclislerine devam etmiş; otuz yıl ilim ve ibadetle meşgul olmuştur. Hicri 187 yılının Muharrem ayında (M. Ocak, 803) Mekke’de vefat etmiştir.

Kaynaklarda Fudayl’ın zühd ve takvâsı hakkında geniş bilgiler bulunmaktadır. Korku, hüzün ve ağlama, diğer ilk dönem zâhid ve sûfîleri gibi Fudayl’ın da şiddetli ve sürekli olarak etkisi altında kaldığı hallerdi. Âhiret endişesi dolayısıyla ölümden son derece korkması ve, “İnsan ölümün ne olduğunu bilse hayat ona zehir olur” demesi, çevresindekilere ölümü, âhiret azabını göz önünde tutmalarını tavsiye etmesi yine onun bu özelliğiyle ilgilidir.

Zühdü kanaat, kanaati zenginlik olarak gören Fudayl mümini “az konuşan, çok çalışan, sözünde hikmet, sükûtunda düşünce, bakışında ibret, işinde iyilik bulunan kişi” diye tarif etmştir. Kur’an’ı hüzünlü bir şekilde ağır ağır okduğu, bazen Kur’an dinlerken kendinden geçtiği nakledilmiştir.

Fazla yeme, uyuma ve konuşmanın kalbi katılaştırdığını söyleyen Fudayl, çok namaz kılarak ve çok oruç tutarak değil gönül zenginliği, temiz vicdan ve halka karşı beslenen samimiyetle Hakk’a ulaşılabileceği kanaatindedir. Onun tasavvuf anlayışında ilâhî inâyet ve ihsan kavramları ön planda yer alır.

Fudayl, Kur’an okuma ve zâhidâne yaşamanın gerekliliğini vurgulamanın yanı sıra kurrâ (hâfızlar) hakkındaki düşünceleriyle de dikkati çekmiştir. Ona göre kurrânın sultanlar başta olmak üzere hiç kimseye muhtaç olmaması, aksine herkesin kurrâya ihtiyaç duyması gerekir. Böyle olmayan kurrâdan uzak durulmalıdır. Zira bunlar sevdiklerine meddahlık yapar, sevmediklerine iftira ederler.

Çağdaş araştırmacılar, fütüvvet ve melâmet ehline ait fikirlerin henüz başlangıç halinde de olsa Fudayl’ın açıklamalarında bulunduğu ve onun bu fikirlerin ilk temsilcisi olduğu görüşündedirler. Fudayl’ın bu görüşü destekleyen bazı söz ve davranışları vardır. Meselâ kendisi âbid, zâhid ve âlimlerin devlet adamlarından uzak durmasını ister. Ona göre devlet adamlarıyla ilişki kurmayan bir kimse geceleri namaz kılan, gündüzleri oruç tutan, hac, umre ve cihad yapan, ancak onlara dost olan bir kimseden daha makbuldür. Nitekim kendisi de Halife Hârûn Reşîd ile görüşmek istememiş, halifenin ısrarı üzerine görüşmeyi kabul etmek zorunda kalınca sözünü çekinmeden söylemiş, ihsanını da reddetmiştir.

Zehebi’nin yine yukarıda zikrettiğimiz eserindeki kaydıyla Fudayl aynı zamanda güvenilir bir hadis râvisidir  Mansûr b. Mu’temir, A’meş ve Bişr b. Mansûr gibi hadisçilerden hadis rivayet etmiş; Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî ve İmam Şâfiî gibi âlimler de kendisinden hadis almışlardır.

İlk dönem sufilerin belki de en önemlisi sayılan Fudayl’ın meşhur talebesi İbrahim b. Eş’as, onun hakkında şunları söyler: “Fudayl’dan daha çok Allah korkusunu kalbinde taşıyan birini görmedim. Çünkü o Allah’ı anınca veya yanında Allah anılınca ya da Kur’an-ı Kerim dinleyince korku ve hüzün zâhir olur, gözleri dolar ve çok ağlardı. Hatta yanında bulunanlar onun bu halinden ötürü kendisine acırlardı. Devamlı hüzün ve devamlı tefekkür halinde idi. İlmiyle, almasıyla, vermesiyle, cömertliğiyle, kızması ve sevinmesiyle velhasıl bütün hasletleriyle Allah’ın rızasını talep etmede ondan daha hassas bir başkasını görmedim.”

Allah korkusuyla yaşamayı bir meleke haline getirmiş bu zat Mescid-i Haram’da o kadar çok ibadet ederdi ki tarih onu Âbide’l-Harameyn olarak kaydetmiştir.

İşte İmam Zehebi’nin meşhur eseri Siyeru Alâmi’n-Nübelâ’da bahsettiği mektubu gönderen kişi bu Fudayl b. İyâz’dır. Mektubun akıbetini Zehebi’den okumaya devam edelim:

Abdullah b. Mübarek’e gönderdiği mektupta Fudayl b. İyâz şöyle yazar:

“Sen Tarsus’a cihad için gideceğine gelip benim gibi Mekke’de ibadete kendini versene! Sen dışarı ile çok ilgileniyor, kendi nefsini ihmal ediyorsun.”

Muhammed b. İbrahim b. Ebi Sekine’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

‘Abdullah b. Mübarek ile birlikte Tarsus’taki geçitte nöbetçiydik. Mektup ona ulaştı. Hacca gitmek istedim ve o zaman Fudayl b. İyad, Mescid-i Haram’da Kabe’de itikafta idi.’

Abdullah b. Mübarek şu beyitleri bana yazdırıp Fudayl b. İyaz’a gönderdi:

“Ey Harameyn’in âbidi!

 

Eğer bizleri görseydin,

Şüphesiz ibadetle oyalandığını bilirdin.

 

Kimilerinin gözleri gözyaşlarıyla dolarken,

Bizim boğazlarımız kanlarımızla boyanır.

 

Bazılarının atı batılda yorulurken,

Bizim atlarımız günün sabahında yorulurlar.

 

Sizin yanınızda misk kokuları vardır,

Bizim kokumuz ise atlarımızın tırnaklarının tozu ve tezeklerinin dumanıdır.

 

Şüphesiz Nebi’mizin sözü bize ulaşmıştır.

Ki doğru sözdür, onda hiçbir yalan yoktur.

 

'Allah yolunda savaşan atların sıçrattığı tozlar bir kişinin burnunda,

Cehennem ateşinin dumanıyla birleşmez.'

 

Aramızda konuşan bu Allah’ın kitabıdır,

Şehit ölü değildir, bu yalanlanamaz."

 

“Allah yolunda şehit olanlara “ölülerdir” demeyiniz. Hakikatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” (Bakara, 154)”

Muhammed b. İbrahim b. Ebi Sekine devam ediyor:

“Fudayl b. İyâz ile Kabe’de bir araya geldim ve ona mektubu verdim. Okuduğunda gözleri ağlamaklı oldu ve şöyle dedi: “Ebu Abdurrahman (Abdullah b. Mübarek) doğru söyledi ve bana içten bir nasihatte bulundu.”

Rivayetler öyledir ki Fudayl mektubu okuduğunda hüngür hüngür ağlamış, gözyaşları seylap olup sakallarını ıslatmıştır. Ve ‘kardeşim bana nasihatte bulunmuştur ve o doğru söylemiştir’, demiştir.

Şiirde ‘Ya Âbide’l-Harameyn’ diye seslenilen kişi Fudayl b. İyâz’dır. Yani ‘Ey Kâbe’de ibadet eden’ diye seslenmiştir Abdullah b. Mübarek, Fudayl b. İyâz’a.

7 Ekim Aksa Tufanı harbinin muazzam komutanı Ebu Ubeyde’nin sesinden bu şiiri bütün dünya dinlediğinde sözlerin kime ait olduğunu bilmiyordu. Ebu Ubeyde Ey Kabe’de ibadete durmuş olan! diye sesleniyordu. Bu muazzam sözler İbnü’l-Mübarek’e aitti. Ve on dört asır sonra Gazze’nin kanlı toprağından, kızıl kalesinden bütün insanlığa, bütün Müslümanlara yeniden haykırıldı. Kalbi olan anladı, aklı olan zikretti, gözü olan gördü, kulağı olan işitti ki cihad bütün ibadetlerin en faziletlisidir.

Mektubu getiren Muhammed b. İbrahim b. Ebi Sekine anlatmaya devam ediyor, biz de Zehebi’den takip ediyoruz:

“Daha sonra bana hadis yazıp yazmadığımı sordu. “Evet” deyince, “Ebu Abdurrahman’ın mektubunu getirmenin karşılığı olarak benden şu hadisi yaz” dedi ve bana şunları yazdırdı: “Mansur İbnu’l-Mu’temir’in Ebu Salih’den onun da Ebu Hureyre’den rivayetine göre bir adam Resulullah’a gelerek şunu sordu:

“Bana öyle hayırlı bir amel öğret ki Allah yolunda savaşan mücahitlerin elde ettiği hayrı elde edeyim.”

Resulullah (sav), “Namazı aksatmadan kılıp, orucunu bozmadan oruç tutabilir misin?” diye sorunca, adam:

“Ey Allah’ın Resulü! Buna kim güç yetirebilir?” dedi.

Resulullah “Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, buna güç yetirebiliyor olsaydın bile, Allah yolunda savaşan mücahitlerin seviyesine ulaşamazdın! Bilmez misin, mücahitlerin atları bile yaşadıkları müddetçe mücahitler için hayır kazandırır!”

Allah, Abdullah b. Mübarek’ten, Fudayl b. İyâz’dan razı olsun. Ebu Ubeyde’ye, Kassam’ın şehid komutanlarına, Hamas’ın şehid kurucularına, başkanlarına ve tüm mücahidlere rahmet eylesin. Yollarının ışığı kesilmesin, kanlarının bereketi daim olsun. Onların şanlı cihadını bütün Müslümanlara miras yazsın. Zafer, şan ve izzet muhakkak ki Allah’a, Resulüne ve müminlere aittir.

 

YAZIYA YORUM KAT