1. YAZARLAR

  2. Levent Köker

  3. Uzlaşma: Ne'de ve ne için?
Levent Köker

Levent Köker

Yazarın Tüm Yazıları >

Uzlaşma: Ne'de ve ne için?

28 Ağustos 2008 Perşembe 04:11A+A-

Türkiye'nin bir yılı aşkın bir süredir yoğun bir biçimde yaşamakta olduğu siyasî kriz, Anayasa Mahkemesi'nin AK Parti hakkındaki "kapatmama" kararından sonra bir nebze olsun hafiflemiş gibi görünse de, aslında olanca ağırlığıyla devam etmektedir.

Krizin devam ettiğinin en somut göstergesi de, Cumhuriyet'in temel ilke ve değerlerine aykırı eylemlerin odağı haline gelmiş olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanmış bulunan bir siyasî parti tarafından yönetilmekte oluşudur. Bu, Türkiye'nin mevcut hukukî-siyasî sistemi bakımından, daha genel ve derinlikli bir meşrûiyet krizinin özel bir tezahürünü ortaya koyan, siyasî iktidarın her türlü icraatını gayrimeşrû saymayı mümkün kılan bir durumu işâret etmektedir. Anayasa Mahkemesi kararı üzerine ortaya çıkan bu durumun aşılması için, tam mânâsıyla demokratik ve Avrupalı bir Türkiye isteyen herkesin üzerinde birleştiği nokta, Anayasa başta olmak üzere kapsamlı bir hukuk reformunun zorunlu olduğudur. Böylesi bir reform programının gerçekleşebilmesi için, yasama organındaki çoğunluğu dolayısıyla gözlerin öncelikle çevrildiği AK Parti öncülüğünde bir siyasî irâdenin ortaya konması gerektiği açıktır. Lâkin, her türlü anayasa değişikliğini, mevcut anayasal düzeni koruma görevi doğrultusunda denetleme yetkisine sâhip olduğuna karar vermiş bir Anayasa Mahkemesi'nin varlığı karşısında, siyasî irâdenin gücü ne olursa olsun, bu denli kapsamlı bir reformu gerçekleştirmek kolay olmayacaktır. Biraz da bu nedenle, Türkiye'yi içinde bulunduğu derin krizden çıkaracak yeni demokratikleşme reformlarının gerçekleştirilmesi için, özellikle anayasa değişiklikleri konusunda bir "toplumsal uzlaşma"nın şart olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır. Hattâ, böylesi bir toplumsal uzlaşmanın tarafları arasına, siyasî partiler, "sivil toplum örgütleri" ve "aydınlar"ın yanı sıra, sistemin önemli bir aktörü olduğundan bahisle, Anayasa Mahkemesi dahi yerleştirilmektedir.

"Uzlaşma", elbette iyi bir şeydir. O kadar ki, "uzlaşma"dan bahsedildiğinde, "ben uzlaşma istemiyorum" demek, neredeyse "şer güçlerden yana olmak"la bir tutulur. Soyut olarak böyle olmakla beraber, Türkiye'nin bir yılı aşkın bir süredir yaşamakta olduğu hâdiselerin açığa çıkardığı kriz içinde yapılan "uzlaşma" çağrılarını belirli bir değerlendirme temelinde ve dikkatle ele almak gerekmektedir. Uzlaşma, hangi konu veya konularda, kimler arasında, nasıl ve ne için istenmektedir? Uzlaşma terimi, akla hemen farklı talepleri olan kesimleri, bu kesimler arasında cereyan edecek bir "pazarlık" sürecini ve dolayısıyla karşılıklı taviz vermeyi öngördüğüne göre, bu soruların özel bir önemi bulunmaktadır. Biraz daha yakından bakalım.

Türkiye'nin içinde bulunduğu krizden çıkabilmesi için demokratikleşmesi gerekmektedir. Demokratikleşme ise, öncelikle insan hakları ve temel özgürlükler alanında evrensel standartlara uygun düzenlemelerin benimsenmesi ve bunların anayasal güvenceye kavuşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu konuda bir "uzlaşma", insan hakları ve temel özgürlüklerden hangilerinin kabul edilip hangilerinin edilmeyeceği veya kabul edilenlerin de tam olarak mı yoksa bazı çekinceler ile birlikte mi benimseneceği üzerinde bir pazarlık sürecini imâ edebilir mi? Örneğin Türkiye, bir temel hak olan "eğitim hakkı" söz konusu olduğunda, hâlen devam etmekte olan ve Avrupa nezdinde mahkûmiyetle netîcelenen evrensel ölçülere aykırı düzenleme ve uygulamalarını değiştirmeyecek midir? Daha da somut olarak, "zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri" ile ilgili reformlar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamındaki gibi düzenlenmek durumunda değil midir? Burada "pazarlık" veya "uzlaşma" olur mu? Aynı şey, "anadil" konusundaki yasakçılığın giderilmesi için de geçerli değil midir? Örnekleri ve ayrıntıları çoğaltabiliriz. İşin esâsı, insan hakları ve temel özgürlükler konusunda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (ve bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları), BM Medenî ve Siyasî Haklar ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmeleri'nin, bunlara ilişkin ek protokollerin çekincesiz bir biçimde uygulamaya konulması ile ilgilidir. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili bu "esas" üzerinde herhangi bir "pazarlık" ve dolayısıyla "uzlaşma" aranamaz.

Statükoculara teslim olmadan...

Temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir diğer husus, yasama ve yürütme işlemlerinin hukuka uygunluğunun sağlanması, bu amaçla da anılan işlemlerin bağımsız ve tarafsız bir yargı organı tarafından denetlenmeleridir. Kısaca "hukukun üstünlüğü" ilkesinin yaşama şartı olan bu denetimin halen var olan YAŞ ve HSYK istisnaları kaldırılmalı, Cumhurbaşkanı'nın tek başına yapacağı işlemler ile ilgili istisnanın kapsamı ise asgariye indirilecek biçimde anayasal olarak belirginleştirilmelidir. Olağanüstü dönemlerde çıkarılan ve temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, hattâ durdurulması yönünde düzenlemeler içeren kanun hükmünde kararnamelerin Anayasa'ya aykırılıklarının ileri sürülemeyeceği kuralının kaldırılması da bu bağlamda düşünülmelidir. İnsan hakları ve temel özgürlükleri içeren hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlet düzeninin ilkelerinden olan bu hususlar üzerinde de "uzlaşma" arayışı söz konusu olmamalıdır. Bu temel ilkeler üzerindeki uzlaşma arayışı, Türkiye'de her zaman demokratik hak ve özgürlüklerin aleyhinde kullanılmış olan, "bize özgü şartlar" argümanı uyarınca, demokratikleşme önünde bir engel işlevi görecektir.

Buna karşılık, içeriği yukarıda ana hatlarıyla özetlenen hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçirilmesinin koşulu olan yargı denetiminin bağımsız ve tarafsız bir biçimde sağlanabilmesi için nasıl bir yargı reformu gerektiği konusu, pazarlığa ve uzlaşmaya açık bir konu olarak görülebilir. Hukukun üstünlüğünün sağlanması bakımından çok önemli bir yargı yolu olan anayasa yargısı konusunda, Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşu, örgütlenmesi, görev ve yetkileri yeniden düzenlenmelidir. Böyle bir yeniden düzenlemenin ana hedefi ise, yasama yetkisinin kullanılması konusunda kesin hüküm niteliğinde iptâl kararları verebilen anayasa yargısının bugünkü gibi tümüyle Cumhurbaşkanı tarafından atanan yargıçlardan oluşmaması, Avrupa ülkelerinin hemen tümünde olduğu üzere, kısmen de olsa yasama organı tarafından oluşturulan bir heyet niteliğine kavuşturulması olmalıdır.

Benzer bir biçimde, son derece merkeziyetçi bir kamu yönetimi yapısına sâhip Türkiye Cumhuriyeti'nin, demokratik hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlet olarak işleyebilmesi bakımından gerekli olan adem-i merkeziyetçi bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bu konu üzerinde de, belirli bir sınır dâhilinde kalınmak kaydıyla, uzlaşma öngörülebilir. Bu sınır, merkezî yönetimin yerel yönetimler üzerinde sâhip olduğu ve bugün artık demokratik bir devlette var olması dahi düşünülemeyecek olan vesayet denetiminin kaldırılması ile ilgilidir. Gerçekten de, özellikle yerel yönetimlerin açık siyasî nedenlerle görevden alınmaları veya kararlarının iptali gibi uygulamaların hukukî dayanakları ortadan kaldırılmalıdır. Bunu sağladıktan sonra, özellikle yerel yönetimlerin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın tüm hükümleri dikkate alınarak ve Türkiye bağlamında "özerklik" sözcüğünün anlamını belirleyecek biçimde yeniden yapılanması üzerinde uzlaşma arayışına gidilmesi yerinde olacaktır.

Özetle: Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasî kriz, çağdaş kapsamı içinde en geniş olarak anlaşılan insan hakları ve temel özgürlüklerle uyumlu bir demokratikleşme sürecinin gerekleriyle Cumhuriyet'in demokratik olmayan yapılarının değişmesine direnen güçler arasındaki çekişmeden kaynaklanmaktadır. Bu krizin aşılması için, demokratikleşme sürecinin gerekleri konusunda taviz vermeyen bir yeni reform programını yürürlüğe koymak zorunludur. Krizden çıkış için uzlaşma arayışı, böyle bir reform programının temel ilkeleri üzerinde değil de Türkiye'deki uygulama mekanizmalarının nasıl olacağı hususunda aranabilir. Bu biçimde nitelikleri üzerinde iyi düşünülmemiş bir uzlaşma arayışı ise, Türkiye'nin demokratikleşmesine karşı direnç odağı haline gelmiş bulunan ve mevcut siyasi krizi yaratan kesimlerin statükoculuğuna teslimiyet anlamına gelecektir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT