1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. "Türkiye’nin Manzarası"nda İslami Perspektif Sorunu
Türkiye’nin Manzarasında İslami Perspektif Sorunu

"Türkiye’nin Manzarası"nda İslami Perspektif Sorunu

"Türkiye’nin Manzarası" adlı eserinde siyasi, ekonomik, düşünsel vb birçok konuda görüşlerini dile getiren Necip Fazıl, evrensel anlamda İslami düşünce ve mücadeleye ufuk katmış mütefekkirleri de topa tutuyor. Asım Öz, Haksöz-Haber için değerlendirdi

29 Temmuz 2009 Çarşamba 22:25A+A-

"TÜRKİYE'NİN MANZARASI"NDA İSLAMİ PERSPEKTİF SORUNU

Asım Öz / Haksöz-Haber

Rilke, Rodin'i anlatan kitabının bir yerinde şöyle der: "Şöhret bütün yanlış anlaşılmaların toplamıdır." Gerçekten edebiyat ve düşünce dünyasındaki kimi isimleri sadece öne çıkan birkaç eseri üzerinden tanımış olmak kitlesel ortak hafızanın yanıltıcı yanlarından biridir. Oysa kitlesel hafızanın birkaç adım ötesine gidilebilse oldukça farklı ve bütünlüklü kanaatlere ulaşacağımız eserlerle tanışmak ve buradan hareketle yazarın düşünce serencamını kavramamız mümkün olacak. Bu bakımdan Necip Fazıl'ın Türkiye'nin Manzarası adını taşıyan eseri onun kişiliğini ve düşünce dünyasını anlamak için oldukça önemli bir eserdir.

1960 sonrasında önce Büyük Doğu dergisinde yayımlanan daha sonra da 1973 yılında "Cumhuriyetin 50. Yılında" üst başlığı ile yayımlan Türkiye'nin Manzarası adlı eserinde Necip Fazıl o günlere dair siyasi, ekonomik, düşünsel vb birçok konuda görüşlerini dile getirir. Bu eser 1973 yılında kurulan Büyük Doğu Yayınevi'nin üçüncü eseridir aynı zamanda. Eserin bir başka önemli yönü Necip Fazıl'ın farklı konulardaki temel yaklaşımlarını özetleyen bir eser olmasıdır. Bu kitapta yer alan yazıları yeni, büyük bir gecikmeyle keşfedebildim. Ama bugüne değin bu eser üzerinde ayrıntılı olarak durulmamış olması da büyük gecikmenin sadece benimle ilgili bir durum olmadığını da ortaya koyar.

Necip Fazıl bu eserinde itidal özlemini zaman zaman dile getirse de itidali yok sayan bir itidal özleminin dışavurumu niteliğindedir Türkiye'nin Manzarası kitabında yer alan yazılar ve bunlarda belirginlik kazanan düşünceler/görüşler. Herkesi şaşırtan değerlendirmeleri yanında kimseyi şaşırtmayan değerlendirmeleri de mevcut Necip Fazıl'ın. Modern Türkiye'yi ilgilendiren birçok kavram ve olay üzerine, 1960 sonrası insan, devlet düzeni, ordu, medyanın o zamanki hali, kadın erkek ilişkileri, toplumun yaşayışı, ekonomik (iktisadi) tespitler, Osmanlı'ya bakış ve elbette doğu ve batı üzerine fikirler yorumlar. Kendi üslubu ile biraz kendinden fazlaca eminlikle ve kendi dışındaki eleştirilerden uzak, yani özetle itidalsiz fikirler/görüşler. Tabi edebi zekaya sahip olmanın getirdiği hoş siyasi analizlerde yok değil kitapta: "Bizde hürriyet ve demokrasi, Meşrutiyete kadar, kendisini çölde hayal edenlerin serabıdır. Meşrutiyetten Cumhuriyete dek, evlerin kapılarını ve sandıkların kapaklarını açmaya, üstelik vicdanlarla ağızları kilitlemeye mahsus eşkıya parolası." (s. 7) Orduya ilişkin muhafazakar refleksin aşırı kutsayıcı yanları da yer alıyor Fikir Ordusu başta olmak üzere birkaç yazıda bunu görüyoruz: "Fikir, ordunun sancaklarında tecelli etti mi, onun her hareketi meşrudur." (s.25)

Ufuksuz Yaklaşımlar

Bu satırlarda kitabı baştan sona etüt ederek irdelemekten ziyade birkaç noktaya odaklanacağım. Yazılar biçim olarak kısa, üslup bakımından ise yalın. Tane tane, açık seçik anlatıyor Necip Fazıl anlatmak istediklerini. Tabii bunu ihmal eden belki de bilinçlice askıya alan yazılar da var kitapta. Örneğin adını anmadan eleştirdiği M. Said Çekmegil ile ilgili satırlar bu noktada bazı şeyleri açık bir biçimde ortaya koyuyor: "Sağda ve solda da bazı İbn-i Teymiyye ve Vehhabîlik mümessillerinin, topyekûn evliyayı, ruhaniyeti, iç âlemi, ilâhi esrar tecellilerini; gizlilik ruhunu inkâra yeltenişleri; kitap okumadan 100 kitaplık bir telif hamulesine sahip görmeleri, "şu anlayışımız", "bu anlayışımız" tarzında kitap üzerine kitap yayınlamaları ve idrak yoksunu nursuz akıllarını sistemleştirmeye çabalamaları…

Böyle (virgül) şahısların-yangın yeri arasında seksek oynayan başıboş çocuk misali- giriştikleri aşağılık kalem oynatmalarından bahse değmezdi ama, ne yapalım ki, kanserden beter mahut düşünce uru dörtköşe görüş ve din gamızalarını (inceliklerini)derinlik buudundan ayırıp satıhtan ibaret bırakış, küçük farklarla, fakat daima aynı kaynaktan gelerek(virüs)lerini bazı muhitlere yaymakta, İslâm Enstitüleri ve bazı gençlik nahiyelerini kurcalamakta, kafalariyle iman etmek isteyen inatçı horoz taslaklarını kandırabilmekte, üstelik, ısrarla söylendiğine göre, dışarıdan ve Vehhabilik çevrelerinden beslenmektedir. Bu bakımdan bunları sürfelerine kadar gerçek iman ve fikir ateşinde yakmak vazifemiz oluyor." (s. 111-12)

Burada İnsanlık Anlayışımız, İktisat Anlayışımız, İman Anlayışımız vb eserler kaleme alan ve bu yönüyle alışılmış doğrular arasına virgül koyarak durup düşünmeyi sağlayan M. Said Çekmegil yanında İslam Enstitüleri bağlamında Hayreddin Karaman da eleştiri konusu edilmektedir.

İslami olanı eksiksiz ve bidatsiz hatırlatmaya çalışan isimler karşısındaki bu öfke gerçekten anlaşılır gibi değildir. Kitabın ilerleyen sayfalarında Necip Fazıl günümüzün özellikle Türkiye dışındaki İslam mütefekkirlerini hem anlayış hem de yerli olmamak bakımından yani "kökü dışarıda"lık perspektifinden eleştiri konusu etmektedir. Tabii burada onun öfkesine neden olan sebeplerden biri kendine dönen ilginin azalmaya yüz tutmasıdır. Bundan dolayı tek partili yıllarda ortaya koyduğu mücadeleyi hatırlatır Necip Fazıl. Yapılan çeviri faaliyetlerini "mukaddesat simsarlarınca girişilen sefil oyun" olarak takdim ettikten sonra eserleri çevrilen düşünürlerle ilgili olarak şunları ifade eder: "(…) her şeyden müthişi, günümüzün İslâm mütefekkiri sayılan hakikatteyse İslâm hikmetleri, incelikleri, hattâ inanışlariyle alâkası bulunmayan, büyük dâvayı kâinat muvacehenesinde müdafaa, eşya ve hadiselere nakşetme gücüne uzak bazı yabancı eserlere ait, habire boyacı küpü tercümeleri… "Beyaz Saray"lılardan bir gruba veya benzerlerine mahsus marifet…" (s.113)

Ruh Uzaklığı İçin Ön Çalışmalar

Necip Fazıl bu genellemelerin ardından önce Muhammed Hamidullah'ın İslam Peygamberi eserini adından başlayarak eleştirir. Öte yandan Necip Fazıl sahip olduğu duygucu din algısından dolayı Muhammed Hamidullah'ın eserini baştan sona kuru akılla kaleme aldığını da ifade etmekten geri durmaz. Toplam 19 maddede bu eseri kendi ölçüsü doğrultusunda eleştirdikten sonra şunları ifade etmekten hicap duymaz: "Evet; bütün bunları eyleyen, dinden, imandan, aklın içyüzünden, felsefeden, Doğu ve Batı muhasebesinden ve her idrak fakültesinden yoksun bir bedbahtın İslâm, âlim ve mütefekkiri diye piyasaya sürülmesinden ve bugüne dek bir fikir ve itikat jandarması marifetiyle durdurulmuş olmamasından büyük felâket düşünülemez."

Necip Fazıl, Hamidullah hakkında ağza alınmayacak sözleri ettikten sonra Mevdûdî'nin İslam'da İhya Hareketleri eserini yine aynı üslupla eleştirir. Daha önce şehadeti vesilesiyle bir yazı kaleme aldığı Seyyid Kutub hakkında da eleştirilerini sürdüren Necip Fazıl bütün bu anlayışların kendi deyimi ile "yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin (…) baş temsilcisi" İbn-i Teymiyye ile bu noktadaki yaklaşımlarını devam ettirir. İbn-i Teymiyye Necip Fazıl'a göre sekizinci hicri asrın kuru akılcı kafasıdır. Çünkü İbn-i Teymiyye tasavvufa eleştirel yaklaşmaktadır. Bu yüzden onda "selim akıl" ve "mümin kalpleri ışıldatan ilahi nur"dan eser yoktur. İbn-i Teymiyye'nin yaklaşımları sadece adı anılan isimleri etkilememiş Muhammed Abduh ve Efganlı Camaleddin'i de etkilemiştir. (s. 117)

Oysa, içtenlikle düşündüğümde, artniyetsiz baktığımda, doğru bulmuyorum bu cümlelerin içerdiği saptamayı ve yaslandığı zihniyet dünyasını ben. Hele Muhammed Hamidullah'ın kendisi ile ilgili eleştirilere verdiği cevabi yazılarda belirginlik kazanan ahlaki yönlerle birlikte düşündüğümde aradaki farkın sadece bir bilgi farkı olmanın ötesine de uzandığını söylemek mümkün. Büyük sanatkâr "itikat jandarmalığı"nı da yedekte tutan büyük alimliği elden bırakmak istemiyor ama hem anlayışı hem de üslubu oldukça sorunlu. Diğer taraftan onun gerek bu kitabında gerekse diğer kitaplarında ortaya koyduğu bu türden yaklaşımların adı anılan isimlerle ilgili kötücül kalıp yargıların yaygınlaşmasında önemli katkıları olmuş, eleştiri ahlakı ile bağdaşmayan bayağı bir üslupsuzluğun İslami çalışmaları da etkilemesine ve bunun süreklilik kazanmasına sebebiyet vermiştir.

Necip Fazıl'ın Afgani ve Abduh hakkındaki yargılarını okuyunca şunu da merak ettim: Acaba Necip Fazıl samimiyetinden şüphe etmediği Mehmet Akif'i eleştirirken bu düşünürlerle dini algılama bakımından akraba olmasını da söz konusu etmiş midir?

Yukarıda Türkiye'nin Manzarası adlı eserin Necip Fazıl düşüncesinin özeti olarak okunabileceğini ifade etmiştik. Eserin ele aldığımız boyutları daha sonra ilk baskısı 1978 yılında yapılan Doğru Yolun Sapık Kolları adlı eserde de işlenmiş olması bu noktada önemli ipuçlarından biri olarak değerlendirilebilir. Yine demokrasi, darbeler, ordu, basın hakkındaki yaklaşımlarını da diğer eserlerinde görmek mümkün. Ordu, Fikir Ordusu, Ölçüler başlıklı yazılarını "bozulmuş" olduğunu söylediği yeniçerileri, hedef tahtasına yerleştirerek "öz vatanını işgal altında tutan, sınırların kaçağı ve kendi yurdunun alçağı" olarak damgaladığı Yeniçeri adlı eseri ile birlikte okumak mümkün.

Eserle ilgili bir başka merak ettiğim husus o yıllarda şu ya da bu şekilde adında Türkiye adını taşıyan eserlerin hem yayımlanma tarihleri hem de içerikleri bakımından bir arada değerlendirilmesi acaba bizi başka ortak noktalara ulaştırır mı? Örneğin ilk baskısı 1969 yılında yapılan Mehmet Kaplan'ın Büyük Türkiye Rüyası adlı eseri ile Nurettin Topçu'nun 1939'dan 1975'e kadar çeşitli dergilerde yayımlanan yazıları ile konuşmalarından oluşan Yarınki Türkiye adlı eseri hemen aklıma gelen iki eser.

Gene de aradaki husumetlere karşın kimi konular üzerinde görece uzlaşıldığı söylenebilir bu üç eser özelinde.

Yasin Onat'ın Gizli Tarih şiirinden bir alıntı ile bitirelim: "Böyle bildim ve derkenar ettim/Açılmaya yüz tutmuş yaralarıma bu gizli tarihi sessizce..."

HABERE YORUM KAT