1. YAZARLAR

  2. Eser Karakaş

  3. Tüm belgeler sahte olsa ne olur?
Eser Karakaş

Eser Karakaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Tüm belgeler sahte olsa ne olur?

20 Kasım 2009 Cuma 15:12A+A-

Prof. Mehmet Altan dün (19 Kasım Perşembe) Star gazetesindeki başyazısında çok önemli bir konuyu ele aldı.

Konu Türkiye’de faaliyet gösteren baroların, yani avukatların, yani hukukçuların hukukla ilgili hangi konulara duyarlık gösterip, hangi konulara duyarlık göstermediklerine ilişkin idi.

Mehmet Altan yazısında somut örnekler veriyor ve avukatların, hukukçuların ve bunların örgütlerinin hangi açık hukuk ihlallerinde arazi olduklarını, mesela 28 Nisan 2007 sabahında, Şemdinli olayında neden sokaklara dökülmediklerini sorguluyor. Avukatlarımız için ortaya çıkan bu vahim tablonun yüksek yargı için de aynen geçerli olduğunu bendeniz geçtiğimiz günlerde yine somut örneklerle yazmış idim.

Bizde barolar, yüksek yargı kendilerinden menkul, standartları belirsiz bir çağdaşlık söylemini dillendirip duruyorlar ama bu arkadaşlardan hiçbiri neden bizim hukuk kararları üretimimizin daima Avrupa duvarına çarptığını, AİHM’de en çok mahkum olan ülke olduğumuzu tartışmıyor. Ben artık avukat ve yüksek yargıç camiamızın çok büyük bir bölümünün, ağırlıklı olarak aldıkları ilginç bir hukuk eğitimi sonucu, evrensel olmak zorunda olan hukuka değil de yerel ideolojinin damgasını vurduğu bir güya hukuka biat ettiklerine inanıyorum.

Aynı hukukçu camiasının aklına şimdi de TSK’ya yönelik eleştirilerin, suçlamaların artma eğilimine girdiği bir anda hukuk geliyor, kendilerinin de hukukçu olduğu geliyor.

Basında TSK’ya yönelik çok sayıda ihbar haberi okuyoruz. Tecrübemiz, sezgimiz, duyduklarımız bu haberlerin bir bölümünün doğru, bir bölümünün de yanlış olabileceğini gösteriyor.

Birinci ve ikinci mektupların içeriği bu ihbarların büyük ölçüde hakikatle örtüştüğü izlenimini veriyor. Doğru ihbar mektuplarının sayısı arttıkça, bu haberleri değersiz kılmak, itibarını azaltmak için çok sayıda sahtesinin de belirli mağfiller tarafından üretilebileceğini ve hatta üretildiğini de biliyoruz.

TSK’nın senelerdir ısrarla elini, kolunu siyasetin içinden çekmek istememesinin bir sonucu olarak bugün herkes için ama öncelikle de Türkiye ve TSK için çok olumsuz bir ortam içindeyiz.

Yazımın başlığında belirttiğim gibi varsayalım ki son günlerde, son aylarda ortaya dökülen tüm belgeler sahte; hatta diyelim ki Adli Tıp Kurumu’nun Raporu’na rağmen ıslak imza da sahte. Bu neyi değiştirir?

28 Şubat döneminde bir sanığın ifadesinin iki orgeneral tarafından çarpıtılıp iki çok önemli gazeteciyi işsiz bıraktırdıkları kanıtlanmadı mı?

Bir ordu, ordu gibi bir ordu böyle şey yapar mı? Hadi birileri böyle kurumsal olmayan vahim bir suç işlediler, bağımsız olduğu ve çok iyi işlediği söylenen askeri yargı bu kepazelik karşısında ne yaptı?

Barolar, yüksek yargı bu skandal karşısında ne yaptı?

Diyelim tüm belgeler sahte ve düzmece, peki Genelkurmay sitesinde hala tüm çirkinliğiyle duran 27 Nisan e-muhtırası da mı sahte?

O berbat, o düzeysiz, o hukuk dışı metni Genelkurmay sitesine F tipi örgüt mü koydu, bugüne kadar kaldırılmamasında da yine F tipi örgüt mü etkili oluyor?

Bir yurttaşlık tanımını benimsemeyen yurttaşları düşman ilan edebilme cüret ve basiretsizliğini gösterebilen bu e-muhtıra karşısında, bu saçma sapan suçlama karşısında sessizliğini koruyan, “bu kadar da olmaz” diyemeyen aynı hukukçular değil mi bugün sokaklara dökülen hukukçular?

Tüm okurları, tüm yurttaşları internetten 27 Nisan 2007 ile mesela 10 Mayıs 2007 arasında bu aynı hukukçuların bu berbat, düzeysiz e-muhtıra hakkında ne yorumlar yaptıklarını ya da yapmadıklarını araştırmaya davet ediyorum.

İddia ediyorum, 27 Nisan e-muhtırası karşısında alınan ya da alınmayan tavırlar kamuoyu önünde olan kişilerin önümüzdeki on sene içinde kalıcılığını belirleyecek.

STAR

YAZIYA YORUM KAT