Tatvan’da "İdeallerimiz" Konuşuldu
Özgür-Der Tatvan Şubesinde eğitim faaliyetleri başladı. Eğitim faaliyetlerinin ilk sunumu Araştırmacı -Yazar Şevik SEVİM yaptı.
Katılımın yoğun olduğu seminerde Özgür Der Tatvan Şubesi başkanı Ersin SÖNMEZLER, selamlama konuşmasını yaptı. SÖNMEZLER, konuşmasında Özgür-Der Tatvan şubesinin yıl içinde yapacağı çalışmalardan söz etti. Daha sonra söz alan Şefik SEVİM "İlmihalimiz ve İdeallerimiz" başlıklı sunumunu yaptı.
Şefik SEVİM sunumunun özetini yayınlıyoruz:
İslami kimliği benimsediğini iddia eden birey, grup, cemaat ya da hareketlerin geçmişte olduğu gibi bugün de karşı karşıya kaldıkları en temel sorun ideal olan ile vaka arasındaki köklü çelişkidir. Hayat-ideal ilişkisinde insan unsuru önemli bir merkezdir. Çünkü insan, vakıayı tasavvur etmekle birlikte onu farklı kılmayı da tasavvur edebilecek bir potansiyele sahiptir. İnsan hangi dünya tasarımına ya da hangi değere bağımlı olarak çevresini yeniden oluşturacaktır.
İdealler, "olanı" değil, olması gereken işaret etmekte ve göstermektedir.
Bir Müslüman için gerek kavramsal gerek ilkesel anlamda ideal olanı vahiy bildirimler verir. Vahiy değerler hayata egemen olmadığından ona teslim olmuş olanlar için "olan" , olması gereken olamaz. Böylece olanın olması gerekene tebdil etmek için yoğun, ciddi ve planlı bir çaba kaçınılmaz olmaktadır.
Netice olarak verili olan ile ideal olan Arasında sürgit bir çatışmanın olduğu kesin…
Vahyi bildirimler de bir takım uyarılarda bulunarak insanın bilkuvve yönünü bilfiil olarak açığa çıkarmayı hedeflemektedir. İnsanı, çevresini saran tüm tarihi etmenlerden kurtararak kendisi olmasını yani tevhide ermesini gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.
Kuran-ı Kerimde müslümanın hayata bakışının ne olması gerektiği Enam suresinin 162.ayeti kelimesinde gayet açık ve özlü bir biçimde hatırlatılmaktadır.."Deki: benim namazım , ibadetlerim,hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi ALLAH içindir."
Hayat boşluk kabul etmiyor. İlahi olanla, vahye müstenit olanla dolduramadığımız her şey, her mekân ve zaman şeytanın ve dostlarının bize karşı açtığı savaşta kazandığı, ele geçirdiği mevzilerdir.
1970'lerde Türkiye'deki İslami Uyanış Sürecindeki İdeallerimiz Nelerdi?
!970'lerle başlayan İslami uyanış süreci fikri/düşünsel çabalarla kısa bir süre sayılabilecek bir zaman sürecinde hayatımıza idealler katmayı başarmıştır. Türkiye'nin merkezi bölgelerinde azımsanmayacak potansiyelleri olan S.Hilmi Tunahan, Sait Nursi ve bunlar gibi şahsiyetlere müntesip kadrolara, doğudaki güçlü tarikatlara rağmen CHP geleneğinin dinle sıkıntılı gerçeğine karşı geleneksel halk tabanının Menderes'in DP'sine yönelen teveccühlere ve bu teveccühün oluşturduğu milli, devletçi, sağcı algılamalara rağmen Hilal yayınevi, Düşünce dergisi, tercüme faaliyetleri vs. çabalarla ilk uyanışın etkisiyle değerli idealler kazandırıldı.1977–1987 arası çok güçlü rüzgâr esti.
İdeallerimiz Açısından 1980 Sonrası Sürecin Genel Bir Değerlendirmesi
1980'lerdeki İslami uyanış sürecinde emeği geçen kuşağın çok genç olması ve çok samimi bir şekilde dini arayış ve algılayış sürecini yaşamaları, onları hayat gerçekleri karşısında çok iddialı bir çerçeveyle ortaya çıkmalarına neden olmuştur."Olması gereken bir çerçeve olarak" sunulan bu tarz sonraki kuşaklar tarafından devralındı. Kahir ekseriyeti bekar ve öğrenci olma gibi hayat gerçekleriyle mesafeli olan bu kuşak evlilik ve istihdam süreçleriyle beraber hayat gerçekleriyle yüzleşmişlerdir. Genel anlamda bu kuşak savundukları ideallerle hayatın gerçekleri arasındaki dengeyi sağlamada başarısız kaldıklarından kendilerini doğal limanları olarak gören sonraki kuşaklarda ideallerin zayıflamasını tetiklemiştir
1980–90arası İslami uyanışın yapısal bir hüviyete doğru gitmesi, lokal düzeyde her çevrenin -Belki de ilk uyanış ve bilinçlenme psikolojisinin getirdiği gözü karalılıkla– kendini ispat etmeye yönelik bir çaba içerisine girmesi, usül, yöntem ve strateji açısından sıkıntılı bir süreci de başlatmıştır. Çok önemli bir "potansiyel sermaye" ciddi üsuli hatalarla yıpratıldığı gibi "zamanın hatayı kabul etmemesi" ilkesi gereği telafisi güç olan tarihi yanlışlıklarıyla da yüzleştirmiştir. Ve ne yazık ki yaşanan bu gerçekliğimiz sonraki süreçte sarsıcı güven bunalımlarına, ideallerin ölmesine ve tüm olup bitenlere karşı endişeleriyle direnen Müslümanların emeklerinin bereketini düşürmüştür. Bu tarihsel vebalin hangilerimizin payına ne kadar düştüğüne /düşebileceğine dair muhasebesini cesaret edip ne kadar yapabildik?
Özetle hikmet üsluba ve işleyişe vaziyet etmemiştir.
Nicel olarak olgun oluşumlar geliştirememişsek bile zihni ve pratik iyileştirmenin modeli olma çabasında önemli tarihi bir adım atıldığı da inkâr edilemez.1980 kuşağı olarak dünya da İslam'ın yükselen değerler arasına girdiği bir dönemde gençlik heyecanlarımızı yaşadık. Ancak 68'in sosyalist, hippi, anarşist ölçüsüzlüğün,90'ın lümpen, liberal özelliklerine uymayan yapımızla gelecek tasarımlarımızı geçmiş zamanlarda kalmış hatıralar olarak kalamayacağına inanmalıyız.
Özal süreciyle beraber F.Gülen ve bazı tarikatların önünün açılması dini endişeler açısından sıcak büyük bir potansiyel bu zeminlerde tatmin olma yollarına gitti. İşine /aşına zarar gelmeyecek, sistemle başı ağrımayacak, "dini sorumluluğu ifa etme tarzı" olarak tanımlanabilecek bir dindarlık revaç buldu. Sembolik amellerle bile büyük faziletlerin elde edilebileceği anlayışı üzerine, siyasal söylemden muhalif duruştan uzak, taklitçi, itaatkâr, yapılacak hasenatların ebedi nimetlerle nasıl karşılık bulabileceğine dair bir dindarlık tarzı gittikçe revaç buluyor gibi görünmektedir.
İdeallerimize yansıyan değişim/dönüşüm süreci 1990 öncesiyle 1990 sonrası birçok alanlarda olduğu gibi İslami edebiyatta nasibini almıştır. Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Kenan Çayır bu değişimleri mercek altında tutarak şu tespitlerde bulunmuştur:
"70'lerin sonları ve 80'lerde İslami kesimde hidayet romanları best seller oldu. Yüzbinler satıldı.
Hidayet romanlarında keskin bir iddia vardı. Huzur ve çözüm İslam da'dır.
İslami kesime içerden eleştiri getiren 90 romanlarında ise böyle bir keskinlik yoktur.
Ahmet Kekeç'in "Yağmurdan Sonra" isimli romanında müslüman karakter laik birisiyle arkadaşlık yapar, içki içmemek için yalan söyler. Ona bir şey öğretmeye çalışmaz.
İslami hareket bir üniversite gençliği hareketidir.90'lı yıllarda bu öğrenciler mezun olur.90'lı yılardaki tartışmalara baktığımız zaman, İslami tatil anlayışının, İslami modanın tartışıldığını görüyoruz. Bu bize İslami kesimde orta sınıflaşmanın, zenginleşmenin olduğunu gösteriyor. Ve bir şekilde hayat başlıyor.
İslami uyanış sürecinde arzulanan güçlü bir zemin ve kuşatıcı yapısal bir gelenek yakalanamadığından80–90 arası süreçte ön planda görünen kimi aydın, yazar, akademisyen ve bürokratın kuşatılıp refinirize edilebilme şansıda yakalanamamıştır. Bu gerçeklik, söz konusu bu aydın ve entelektüellerin İslami değerler, hassasiyetler ve sabiteler açısından tartışılır adreslerde yer almaları hem kendileri açısından ciddi bir vebal, hem de geniş bir kitlede güven kaybı, beslendikleri anlayışı sorgulamada, marazlı bünyelerin hastalıklarını müzminleştirmede ve neticede müslüman kitlede ideallerin zayıflamasında etkileyici bir unsur olmuştur.
Kısacası bedel ödemeyen bir aydın potansiyel bu süreçten vebaliyle geçmiştir.
Dünyevileşme:
"Duamızı kim çaldı bizim? Seherlerde tabiatla birlikte uyanıp Rablerini zikreden bizleri sabah namazlarını kaçırmanın huzursuzluğunu hissettirmeyecek hale kim getirdi…"
"Altın ve gümüşe (dünya malına) kul olanlar mahvolmuştur." Hadis
"…Sizin hakkınızda korktuğum şey fakirlik değildir. Tersine sizin hesabınıza korktuğum şey, tıpkı daha önceki ümmetlere olduğu gibi, dünyanın önünüzde açılması (büyük servetler elde etmeniz) ve arkasından bu alanda birbirlerinizle, o eskiler gibi rekabete girişip onlar gibi kendinizi mahvetmenizdir." Buhari, Müslim
19.yy. Avrupa'sının felsefesini din dışılık üzerine kurmasını, dünyevileşme sürecinin başlamasını, Müslümanların bu sürece karşı durabilecek güçte olamamaları değerlerin çözülüş sürecini başlatmıştır.
Dünyevileşme, Allah'ı tanımama, Ona karşı istiğna, tekebbür, O'nu unutma, nimetlerini ve ayetlerini görmezlikten gelme,yani nankörlük olarak nitelenebilir bir ahlaksızlıktır. Birçok ahlaksızlığın da nedenidir.
Dünyevileşen insan benmerkezcidir. Doyumsuzdur. Sınırsız, amaçsız bir hırsla tüketmek "helak edercesine tüketmeye kenetlenmiştir. Tüketim toplumunun hafif meşrep yaşam tarzı olarak ta tarif edilebilecek halk yardakçılığı, dünyevileşen insanın felsefesidir. Popülizm, halkın salt zevkine, heva-hevesine uygun olanı yapma, tüketme ve düşünme biçimidir.
Dünyevileşmek, insana, hayata dair her şeye maddi açıdan bakma, benmerkezci algı ve bunu yaşam tarzı haline getirmedir.
Müslümanlar için en büyük engel1994'lü yıllardan sonraki siyasi hayatta meydana gelen değişikliklerle başlayan süreç oldu. Sade yaşamaya alışmış, mütevazi, kanaatkar hatta fakirliği umursamayan bir ceketi, bir paltoyu 5–10 yıl giyen gayet onurlu bir hayat tarzıyla kendini özdeşleştirmiş bir Müslüman kitle vardı. Bu kitlenin bir kısmı sahip olduğu imkânların ötesinde bir imkâna kavuşunca hayat tarzı ve felsefesi tamamen değişti.
Siyasi alandaki imkânlarla başlayan dünyevileşmeler tamamen farklılaşan, sınıf atlayan, oturduğu semtleri beğenmeyip değiştiren, sosyal ve aile hayatlarında değişikliklere kalkışan İmam Hatipleri beğenmeyip çocukları özel okullara taşıyan vs. bunun gibi davranışlar içine gömülen bir kesimin aramızda türeyip 70 li yılların söylemlerini terk ederek ağız değiştirmeye başladığını hep beraber yaşadık...
Modernizm (dünyevileşme, bireyselcilik, pop kültür vb.)
Modernizmin bize dayattığı bireysellik fitnesi hayat gerçekliğimizde ideallerimizi öldürmeye yetecek başlı başına bir musibettir. Gittikçe kötü kokular saçmakta.
Pop kültür, kapitalizmin donuklaştırıp, öz güvenini sarstığı, geleceğini ve kimliğini"kitlesel tercihlere/toplumun eğilimlerine" devretmeye başlamış bireyleri makyajlayıp, aslında olmadığı ama olmak istediği sahte kimliklere büründürme görevi üstlenmiştir.
Gündelik hayatında yapmaya cesaret edilemeyen, ahlaksızlık olarak görülen veya toplumsal baskı nedeniyle uygulanamayan her türden davranış ve tatmin için internet, her nasılsa, "her şeyin helalleştirildiği bir sanallık" haline dönüştürülmüş durumda.
Modern insan popüler kültürün sunduğu kirlilikle "bilgili insan" rolüne bürünebilmekte, birilerini dinleyip model alma, daha hayırlı olana talip olma, uyarıya açık olma gibi fırsatları da kaçırmakta, ,bu süreç, yarınlarda Salih model şahsiyetlerden beslenip ideal ve disiplinlerle hayatta kalabilme imkânını da kaybettirebilecektir.
28 Şubat ve Sonuçları:
Egemenlerin tekebbürlerinin zirveyi gösterdiği anlar. Halkın malının-mülkünün hortumlandığı, bankaların içinin boşaltıldığı, vurgunların dönemi…
28 Şubat, sürece tavır almayı ibadi bir zorunluluk olarak algılamaktan aciz, İsmet Özel tarzı sadece takvimlerden bir yaprak olarak görülmemesi gereken bir dönem…
Bu sürecin tanklarının sadece Sincan da değil, gerçek anlamda inancını kuşanamamış, zorlukları aşabilmedir ayetini gösterme zaafını yaşayan müslüman birey ve topluluklarında üzerinden geçmiştir…
— Bu süreçle beraber imam hatiplerden üniversiteye taşınan potansiyel azaldıkça toplumun en dinamik unsuru olan üniversiteliler arasında İslami düşünceyi benimseyen insanların nicel ve nitel yoğunlukları azaldı.
— 28 Şubat süreciyle birlikte İslami kesim(ler) de genel olarak ciddi bir açılımı ve temel tezlerde farklılaşma olgusu görülmektedir. Hızlı ve ölçüsüz büyüme ilkeli ve istikrarlı bir hat oluşturmaya imkân tanımayınca sonuç, 28Şubat fiili darbe ortamının dayatmaları karşısında çözülmeler, farklılaşmalar daha doğrusu başkalaşmaların ortaya çıkması olmuştur.
Neticede uzun yıllar boyunca türlü zahmetler ve emek sarf edilerek oluşturulan mevzilerden, imkanlardan hep 'bir sonra gelecek emre hazır teslimiyetçi ruh hali' ile kolayca vazgeçilmiştir.
HAYAT–İDEAL İLİŞKİSİ AÇISINDAN BUGÜN Kİ İLMİ HALİMİZ
Dini algılamada bilinçlenme sürecimiz kuşkusuz bize temel bazı hassasiyetler ve güzellikler kazandırmıştır. Bu kazanımlarımızı toplumsal yaşamımızda ifade etmekten / mesaja dönüştürmekten ziyade kimi çevre ve bireylerde kendini ayrıcalıklı kılmaya neden olabilecek bir meziyete dönüştü. Zımnen gizli bir müstağniliğe evrildi Beslendiğimiz kavramlardan kendimizi temelde inşa etmemiz gerekirken, acımayı değil kızmayı merkeze alan bir refleksle sorgulayıcı tarzın kuşatıcı / inşa edici tarza galebe çalmasına neden oldu. Bu vaki durum ideal ve değerlerimizin hayatın damarlarında hak ettiği anlam zeminini yakalama imkânını zayıflattı. Bu da süreç içerisinde sahip olduğumuz değer ve ideallerimiz açısından motivasyon sorununu yaratmıştır.
Sahip olduğumuz değerler ve idealler çok makul ve mübarektir. Vahiyle ve fıtratla çerçevelendirilmiş ideallerimizle ilgili en büyük sorunumuz hayatın gerçekliği içerisinde verdiğimiz temsiliyet sınavıdır.
Hayat gerçekliğimiz içerisinde bize dayatılan ve ideallerimizle örtüşmeyen bazı hayati ve yakıcı sorunlarımızla ilgili bireysel kararlarımızda kendi özellerimizi en iyi okuma durumunda olan bizlerin vicdanımızın onaylayıp onaylamamasıyla ilgili bireysel tercihlerimizin söz konusu olduğu bir süreci yaşıyoruz. Bu tercihlerimiz ve kararlarımızdan çok öncelikli olarak esas olan bu sorunlarımızı çözmeye yönelik çabalarımızı diri tutmanın çabasını gösterebilmektir. Başörtüsü sorunu gibi…
Bu paralelde hayat gerçekliği içerisinde bizi gelip bulan ve ideallerimizden bizi koparman durumunda olan fitne süreçlerinde "çaresizlik" gerekçesiyle " bireyselleşmek" gibi bir tercih hakkımız yoktur. Makul süreç yakalandığında hikmet, adalet, basiret gibi dinamikler işlevselleştirilerek ideallerimizin hayatta anlam bulmasını sağlayabiliriz.
İdeal-hayat ilişkisi veya kopukluğu açısından sıkıntılı alanlarımızdan birisi de tüketim konusudur. Bu sorunun üstesinden gelebilmenin ilk şartı mütevazı yaşam ve bireysellik zindanının aşılmasıdır.
—Hayat gerçeklerimiz karşısında ideallerimizi yitirmemizin duygularımızın ölmesine neden olması tahminlerimizi aşan bir ölçüsüzlükle hayatı anlamsızlaştırır.
—Birbirimizi sevemiyorsak, özleyemiyorsak, musibetlerimize karşı acılar hissetmiyorsak, bir müslümanı evimize misafir etmekten haz duymuyorsak, bu duygusuzluk halinin sürpriz fitne üreten ortam ve gelişmelerin habercisi olduğunu unutmamalıyız.
—İdeallerimizi yitirmemizin en ağır bedelini çocuklarımızın cephesinden ödeyebiliriz. Geçmişimizi yerli yersiz gündemleştirmemiz, sorgulamamız, eleştirmemizde hikmeti unutmamız, aile, yakın akraba ve sosyal çevremizde İslami şahsiyetimizle beraber birçok değerlerimize karşı da bir güven sorunu yaratacak ve arayışlar başka limanlara, şahsiyet oluşumları başka kimliklerle şekillenme sürecine girecektir.
İDEALLERİMİZİN HAYATIN GERÇEKLİĞİNİ KUŞATICI BİR ŞEKİLDE TOPLUMSAL BİR ŞAHİTLİĞE DÖNÜŞMESİNİ NASIL SAĞLAYABİLİRİZ?
1-Tevhidi mücadelede samimi çabalarıyla, emek ve bedelleriyle müslüman kamuoyunda saygınlıkları kabullenilmiş şahsiyetlere sahip çıkılması ve onlarla sağlıklı iletişim damarlarının güçlendirilmesi.
Unutulmamalı ki kalıcı dönüşümler topluma öncülük edecek model kadroların tarihteki yerini almasıyla gerçekleşmektedir.
2-İslami çevrelerin yaşadığımız ülkenin gerçeğini, hatta Ortadoğu gerçeğimizi iyi görerek /okuyarak güçlü kolektif yapısal bir güç oluşturma çabası içerisinde olmaları.Bunun için:
a) Bu gerçeğin hikmetli bir şekilde gündemleştirilmesi
b) Müslüman çevrelerin birbirlerine karşı mütevazı olması
c) Gerek İslami şiarların gündemleştirilmesinde gerekse gelişmelere bağlı olarak yapılan etkinlik ve organizasyonlarda pragmatizm illetinden soyutlanarak ihlasın –ki ihlasın olduğu yerde umut vardır.
Merkeze alındığı bir duyarlılık ve katılımın gerçekleştirilmesi.
3-Yaşanan hayat gerçekleri karşısında ideallerini yitirip bireysel bir yaşamı ve onun rehavetini tercih eden Müslümanların gündemine idealsiz bir yaşamın yarınlarda bedelinin ne olabileceğinin gündemleştirilmesi.
4-Kollektif çabalarda yapısal işleyiş ve süreçle ilgili yaşanan sorunlara bağlı olarak oluşan güven bunalımlarını aşma yollarını zorlamak.
Güven bunalımını oluşturan sorunlar, nedenler, unsurlar görülebilmeli, okunabilmeli, insanlar bu süreçte birbirlerine tahammül edebilmeli. Samimiyetle tespit edilen meşru gerekçelerden ders çıkarılmalı. Fakat bunun yanında bir müslümanın sorunların üstesinden gelebilecek güçte yaratıldığı da görülmelidir. En çetin sorunlarımızın ve mağduriyetlerimizin bile sorumluluklarımızı, değerlerimizi ve ideallerimizi ötelememizin gerekçesi olamayacağı bilinmelidir.
5-İç disiplin ve dinamiklerini yitirerek yıpranan çevrelerde ideallerini korumak isteyen mü'minler kendi gerçekleri üzerinde zihinsel bir yoğunlaşmayla hayırlı çaba ve açılımlarda bulunmayı İbadi bir görev olarak öncelikler arasında almalı.
6-Ailenin ortak bir kimlikle şekillenmesi
7-Türkiye gerçeğinde kendi değerlerimizi ve kimliğimizi merkeze alarak sanat, müzik, sinema, tiyatro vb. etkinliklerin ortak kitlesel hassasiyetler oluşturmada ne kadar ideallerimizi canlı tutabileceği gerçeği görülmeli, gereken açılım /adımlar atılmalı.
8-Ahlaki donanım:
Ahlaki niteliklere sahip olmayanların kemal sahibi olması düşünülemez. Kemal sahibi olmayanlar örnek olamazlar. İdeal davranış ve ilişki biçimlerine ahlaki ölçülerle ancak ulaşabiliriz.
9-Tevhidi düşünce öbeklerinin güç birliği arayışlarının canlı tutulması: Bu güç birliğinin oluşması ön hesapsız bir işbirliği, lider veya yönetici kadroların birçok marazi şeyden arınması gerekir. Nefse mahkumiyetten, makam veya mevkiden…
10-Kurandan Beslenme: Hayatın bütününü kuşatan bir arınmayla…
Günümüzde Müslümanların birçok alanda derin ihtilaflar, açmazlar, başkalaşım ve bölünmüşlükler içinde olmalarının temelinde dini farklı algılamanın ve kaynakta aynileşememenin büyük etkisi vardır.
11-Hayat gerçekliği karşısında ideallerimizin bedelini ödemede örnek tablolar Türkiye
Müslümanlarının gündemine iyi işlenmelidir. (Ashab–ı kehf, hz. Musa, İbrahim, nuh, Muhammed(s.a.v) )
12-Tebliğin canlı tutulması: Toplumun özündekinin tevhidi istikamette değiştirmesini ilkeli ve tavizsiz davetçiler başaracaktır.
13-İstikamet üzere kalmamız konusunda birbirimize Salih uyarıcılar olabilme, ki bu konuda peygamberimiz bile, kimi zaman müşriklerin hevalarına uymaması konusunda sert uyarılar almakta ve "Şah damarının koparılması" tehditine dai muhatap olmaktadır. İstikamet üzerine olmanın bir yolu da mütevazi olmaktan geçer. Müminler, feth ve nasr geldikten sonra da, istiğfar etmekle emr olunmuşlardır.
14-"Azınlık olma" veya marjinallik kompleksini aşma: Azınlık olma her dönemde inanan kitlenin görüntüsüdür
SONUÇ:
-Hayat gerçeklerimiz karşısında ideallerimizi yitirmemizin duygularımızın ölmesine neden olması tahminlerimizi aşan bir ölçüsüzlükle hayatı anlamsızlaştırır.
-Birbirimizi sevemiyorsak, özleyemiyorsak, musibetlerimize karşı acılar hissetmiyorsak, bir müslümanı evimize misafir etmekten haz duymuyorsak, bu duygusuzluk halinin sürpriz fitne üreten ortam ve gelişmelerin habercisi olduğunu unutmamalıyız.
- Önceliklerimizi yeniden bir kez daha değerlendirmeli, ruhumuzu, kalbimizi ve bilincimizi onarmalıyız.
Her duruma, her mevsime, her koşula uygun düşünce ve davranışları seçenler, sonunda köleliği seçmiş olurlar.
Koşulları teslimiyetle karşılayanlar, hiçbir yapısal değişimi, yeniden, inşayı düşünemezler, başaramazlar…
Kendimize ait olmayan düşünceleri, davranışları, tercihleri ve ilişkileri tüketmemiz bizleri onursuz kılar.
Kendi özgür irademizle ve bütün bir kalbimizle sahip olduğumuz inançlarımız ve düşüncelerimiz değerlidir ve anlamlıdır. Kendi inanç, değer ve düşünce sistemimizden vazgeçmeksizin, küresel, evrensel ilgiler, ilişkiler içerisinde bulunabilir, düşünceler geliştirebiliriz. Aidiyet ve anlam kaynaklarımızdan uzaklaşarak, kendilerini egemen söyleme kabul ettirmeye çalışmak, geri adı atarak belirsizliğe savurmak ve irtifa kaybetmektir.
-Tarihi ve hayatı kendi inanç ve düşüncelerimizle, kendi bilincimiz, kararımız, irademiz ve eylemlerimizle şekillendirmek durumundayız. Kendi arzu ve ihtiraslarımızın bir yana bırakarak, olup bitenlerin farkına vararak mürüvvet değerleriyle varlığımızı techiz ederek ilahi hakikate hizmeti şiar edinmeliyiz. Maske kullanmaksızın kendimiz kalarak yaşamalıyız.
-"Rabbimiz! Bize kavgacı ve inatçı bir takvayı öğret ki, sorunlarımız arasında sorumluluğumuzu unutmayalım."
HABERE YORUM KAT