1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Tasavvufun Dolambaçlı Yollarında/n
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Tasavvufun Dolambaçlı Yollarında/n

12 Ağustos 2008 Salı 00:40A+A-

İktibas dergisinin ağustos 2008 356.  sayısında Bilinç Tıkanması başlığını taşıyan bir yazısı yayımlandı Atasoy Müftüoğlu’nun. Son zamanlarda tasavvuf ve edebiyat odaklı sürdürdüğüm çalışmalara da bir katkısı oldu bu yazının.

Atasoy Müftüoğlu, “Emevi saltanatının dünyeviliğine, maddiyatçılığına, ihtişam ve sefahat eğilimlerine bir tepki olarak ortaya çıkan tasavvuf, günümüzde yalnızca duygusal bir deneyim, duygusal bir deneyim, duygusal bir tatmin yolu olarak varlığını sürdürüyor. Tasavvuf, gerçek bir dini sorumluluğun/çabanın yerine geçmiş bulunuyor. Şeriat, insana, kendi varlığının ve sınırlarının bilincinde olmasını öğretirken; tasavvuf, insana kendi varlığının ve sınırlarının bilincinde olmaksızın, kendisinden geçmesini öğretiyor.”

Tasavvufun edebiyat dünyasında algılanmasının özellikle duygusal deneyim” ile birlikte ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu algılamanın çoğunda  gerçek dini sorumluluğun” ıskalandığı bir gerçek olarak mutlaka göz önünde tutulmalıdır.

Sağ kanat ya da muhafazakar kanat yazar ve düşünürlerinden ziyade sol kanat yazarlarında da bu konuya andığımız çerçevede oldukça yoğun bir rağbet var. İşte bu rağbet bulmanın çeşitli görünümleri için birkaç örnek:

Marx’ın diyalektiğine inanan biri olarak” Mesut Aşkın, kendi şiirinde tasavvufi yapının, imgelem dünyasının yeri ile alakalı olarak ve  “kavramları netleştirmek için” şu açıklamaları yapar: “Mistisizm ile tasavvuf arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını hatırlamak gerekir. Mistisizm, Hıristiyanlığa mahsustur. Mistisizmin hedefi, amacı sevgidir. Tasavvufun ise akıl ile kavranamayan Allah’ın varlığını kavramaktır. Mistik kişi edilgendir ve kendisine verilenle yetinir. Tasavvuf ise bir amaca yönelik olarak şeyh önderliğinde müritler yaratarak sürekli ilerleme amacını taşır. Bundan dolayı mistizmde şeyhler yoktur, dolayısıyla müritler de. Bu bilgilerle yazdıklarıma bakarsak, yazdıklarımda kullandığım dil, bu coğrafyada evimde, sokakta, toprağımda konuşulan, yazılan dille, hemhal olduğum. Ölülerimle, hastalarımla, ölme halimle yaşayan biri olarak, en çok doğadan alacaklı olmadığımı biliyorum. Doğaya karşı haddimi bilirim. Benim tanrım doğadır. Bu anlamda içsel bir yürüyüşüm tabii ki var. Ama bu o anlamda bir tanrıya ulaşma, varma isteği değil (...) Tasavvuf şiiri, hece ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla yazılmış ve nazım birimi dörtlük olan bir şiir biçimidir. Benim (...) şiirimle bu yapı arasında bir bağ kurmam mümkün değil.” (Cumhuriyet Kitap12/6/2008) Tasavvufun İslami olan yönleri ile alakalı eleştirileri içeren bu ifadeler tasavvufla mistisizm arasındaki farka odaklanan geleneksel literatürden etkilenmiştir.

Tasavvuf çok popüler bir kavram haline dönüşmesi esas olarak Amerikan oryantalizmi ile elbette emperyalizmi ile yakından ilgilidir. Popülerlik arttıkça dönüşüm artıyor,  dönüştükçe de içi boşalmaya başlar tasavvufun. İşte bu süreçte felsefi şiir kavramıyla adından söz ettiren Yücel Kayıran tasavvufu tarikat karşısında kayırarak bir anlamda onu mistisizm olarak görme eğiliminde olduğunu sezdirir: “Tasavvufun popülerleşmesinden çok, İslamcılık tarafından ideolojik bir nosyon haline getirilmesi söz konusu bugün. Oldukça yoğun bir şekilde, tasavvuf adı altında yayınlanan bir külliyat var. Ancak bu külliyat, tasavvuftan çok, bir tarikat külliyatıdır. Tarikat, tasavvufun kurumsallaştırılıp gelenekselleştirilerek insan hayatının dindarlaştırılmasına yönelik bir uygulama sürecidir. Oysa, tasavvuf düşüncesi ve hareketi, başlangıçta, her türlü kurumsallaşmaya ve gelenekselleştirmeye karşı ortaya çıkmıştı. Tasavvufla tarikat arasındaki bu ayrımı hesaba kattığımızda, tasavvuf, temelde insanın varlık durumuyla, insanın doğasıyla ilgilidir. Felsefi şiir için, tasavvufun önemi, insanın varlığında, onun dünyadan ve toplumsal ilişkilerden kopmaya yönelik bir doğasının olduğunu keşfetmiş olmasıdır. İnsanın doğası gereği, çıkışsızlığa yazgılı olduğunun dile getirilmesidir bu” (Cumhuriyet Kitap 4/10/2007) Burada dile getirilen tasavvufi telakkinin kitabi olmaktan ziyade söz geleneğine yaslanan bir algı olduğunu bunun da Arkoun’un tezlerinin paralelinde olduğunu ifade edebiliriz. Çünkü onda da bir tür kurum karşıtlığı ya da örgütlü din karşıtlığı vardır. Buradaki örgütlülüğün İslam söz konusu olduğunda Kur'an olduğunu da belirtmemiz gerekir. Yoksa Hristiyan dünyasında olduğu gibi kilise değil. Öte yandan İslamcılıkla yani muhalefetle ilişkili olan tasavvufi anlayışın Talat S. Halman’da olduğu gibi yadsındığını görmek mümkün.

Nar şairi ve Nar’ın babası olarak anabileceğimiz Haydar Ergülen’de de tasavvufi izlek baskındır: “Bir defa nar, bizim kültürümüzde çok yer etmiş bir imgedir. Bolluktur, berekettir. Sonra biçim olarak da nar, çok güzeldir. Tasavvuf anlamında bize getirisi olmuştur. Özellikle Alevi tasavvufunda önemli bir yeri vardır. Nar, birliğin içindeki çokluk ve çokluğun içindeki birliktir. Tıpkı istediğim Türkiye gibi.” ( Cumhuriyet Kitap10/04/2008)

Enis Batur’da edebiyat ve düşünce ilişkisine değinirken edebiyat'ta düşünsel açılım bağlamında en uygun türün deneme olduğunu, denemeden önce edebi düşünce üretimi çerçevesinde, gelenek depomuzun boş olduğunu vurguladıktan sonra şöyle bir yargıda bulunur: “Osmanlı kültürünün kendine has bir düşünce ürettiğini kim söyleyebilir? Tasavvuf düşüncesini ayırıyorum” .( Cumhuriyet Kitap13/12/2007) Yazılar yazıları anıştırıyor. Tasavvuf ve felsefe ilişkisi noktasında Yücel Kayıran’ı ve Enis Batur’a destek olabilecek yargılardan birini de Şerif Mardin dile getirir. Ruşen Çakır 19 Ocak 1992’de Şerif Mardin’le Cumhuriyet’te bir konuşma yapmış. O konuşma da tasavvuf ve felsefe ilişkisini irdeleyen noktalar öneli: “Tasavvuf 19. yüzyıla kadar İslami ülkelerde çok etkindi, fakat birtakım İslamcı reformcular,  tasavvufun insanları miskinleştirdiği iddiasıyla, ‘Biz tasavvufla ilişkilerimizi kesiyoruz,’  dediler. Bence çok yanlıştı. Belki birer politik adam haline geldiler ve basitlik de o şekilde ortaya çıktı. (...) Şimdiki durumda tasavvufun çok daha felsefi, çok daha derin olan birtakım görüşlerinin yeniden şayan-ı kabul olması lâzım.”

Daha çok şiir bağlamında söylenenleri, yazılanları okuduktan sonra Akif’in geçen yüzyılın başında dile getirdiği eleştirinin bu gün yeniden yinelenmesi gerektiğini bir kere daha düşündüm: Sürdüler Türk'e tasavvuf diye olgun şırayı   / Koca milletin edebiyatı ya oğlan ya karı"

Elbette tasavvufun edebiyat içi boyutları kadar edebiyat dışı boyutları da var, onları unutmamak gerekiyor. Bir de şu sorun var, onu da düşünmek gerek: Tasavvuf son yıllarda niçin el üstünde tutuluyor?

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum