1. YAZARLAR

  2. Fehmi Huveydi

  3. Tahran’dan Mısır devrimi
Fehmi Huveydi

Fehmi Huveydi

Yazarın Tüm Yazıları >

Tahran’dan Mısır devrimi

24 Mayıs 2011 Salı 13:53A+A-
Öyle anlaşılıyor ki Mısır devriminin Amerika’nın yeni Ortadoğu projesinin bir parçası olmadığı gibi,  İran İslam devriminin de bir yansıması, İslami uyanışın bir neticesi olmadığı hususunda İranlıları ikna etmek için biraz çaba sarf etmek gerekecek.

1- İran’da gündem Tahrir sonrası Mısır

Otuz seneden fazla bir zamandır İslam devrimi bağlamında yaşanan gelişmeleri takip etmek için Tahran’a gider gelirim. Heybemde onlarca soru. Karar mekanizmasında yer alanların, ülkenin sırlarından haberdar olanların kapısını çalardım. Durmadan sorular sorardım, onlar da bana cevap verirlerdi. Ama bu sefer durum biraz değişikti. Daha ilk anda rollerimizin değiştiğini fark ettim. Çünkü İranlıların elinde Mısır’da olup bitenlere dair cevap bekleyen soruları içeren uzun bir liste vardı. Soru soranlar sadece diplomatlardan ve aydınlardan ibaret değildi, çok sayıda yüksek düzeyli yönetici de onlardan geri kalmıyordu ki her sabah Mısır gazetelerini büyük bir dikkatle incelediklerini fark ettim. Ama basından gördükleri de beklentilerine cevap verecek yerde şaşkınlıklarını arttırıcı nitelikteydi.

Tahran’a yaptığımız ziyaretin sebebi, Dışişleri Bakanlığına bağlı uluslararası siyasal araştırmalar enstitüsünün düzenlediği bir günlük “Arap Ülkelerindeki halk ayaklanmaları ve Filistin sorununun geleceği üzerindeki etkileri” başlıklı konferansa davet edilmiş olmamızdı. Konferans için içinde bulunduğumuz Mayıs ayının on beşinci günü seçilmişti. Filistin’in gasp edildiği ve İsrail devletinin ilan edildiği gündü (Yewmu’n Nekbe=felaket günü). Kuşkusuz bu günün seçilmiş olmasının özel bir mesajı vardı. Çoğu halen aktif görevde bulunan diplomatlardan oluşan tertip komitesi sadece iki kişiyi o da Mısır’dan davet etmişlerdi. Dr. Hasan Nafia ve bu satırların yazarı. Başta İran’ın eski dışişleri bakanı Menuçehr Mutteki olmak üzere üç de İranlı araştırmacı vardı katılımcı olarak. Tertip komitesinde yer alan diplomatlardan biri “sadece Mısırlı iki konuşmacıyla yetinmemizin nedeni yalnızca Mısır devrimine büyük önem vermemiz değil. Bunun yanında Filistin sorununun gidişatının büyük oranda Mısır’ın tavrının sağlıklı ve isabetli olarak belirginleşmesine bağlı olduğunun bilincinde olmamızdır” dedi. “Mısır’dan emin olduğumuz zaman, doğal olarak Filistin sorununun geleceğinden ve hatta bir bütün olarak Arap aleminin geleceğinden de emin olabiliriz” diye de ekledi. Konferans dışında bizim için Şura meclisi başkanı sayın Ali Laricani, ulusal güvenlik danışmanı sayın Said Celili, dışişleri bakanı Dr. Ali Ekber Salihi ve dışişleri bakanının ortadoğu ve orta asya işlerinden sorumlu yardımcısı büyükelçi Rıza Şeybani ile birer görüşme planlanmış olmasının da özel bir mesajı vardı kuşkusuz. Yine siyaset ve diplomasi alanında görev yapan seçkin mezunlar veren İmam Sadık Üniversitesinin hocaları ve öğrencileriyle de bir buluşma tertip edilmişti. Bu görüşmelerin tümünde bizim tarafta konuşmanın eksenini Mısır devrimi oluşturuyordu. Devrimde yaşanan gelişmeler ve belirginleşen tavırlar da onların sorularının mihverini oluşturuyordu. Her birimiz konuşmalarımızı yaptık, payımıza düşen soruları cevaplandırdık. Ben kendi payıma düşeni burada özetlemeye çalışacağım. Dr. Hasan Nafia da herhalde izlenimlerini kendine göre ve dilediği biçimde aktaracaktır.

2- Mısır’daki isyan İslam devrimi değil 

Dedim ki: Arap alemi geçen yüz yılın altmışlı yıllarında Arap halklarının, İngiliz ve Fransız sömürgecilerinin şahsında yabancı işgallere karşı gerçekleştirdiği ayaklanmalara tanık oldu. İlk kıvılcım 1952 haziran ayında yıkıldı ve özgürlük hareketi bütün Afrika’da yankılanmaya başladı. Bugün Arap aleminde benzeri bir devrim yaşanıyor. Halklar onurunu savunuyor. Yabancı sömürgecilerin yerine geçen ulusal alternatifin zulümlerine, sebep olduğu zillete direniyorlar. Çünkü Arap halkları yeni bir tür “işgal”le karşı karşıyaydılar. Bağımsızlığın içi boşaltılmış, mana ve mefhumundan uzaklaştırılmıştı. Öyle ki yabancı işgalin alternatifi ulusal yönetimler artık arap vatanının sırtında ağır bir yük ve ilerlemesinin önünde büyük bir engel olarak belirginleşmişti. Kurtarıcılar işgalcilerin rolünü oynuyordu. Buna örnek olarak bağımsızlıktan sonra zulme ve şiddete maruz kalan Cezayirli bir kadının hikayesini anlattım. Şöyle demişti: Fransız işgali 130 yıl sürdü, sonra Fransızlar çekilmek zorunda kaldılar ve kimse de gittikleri için hayıflanmadı. Ardından şu soruyu sormaya başladık: Şu bağımsızlık ne zaman sona erecek?!

Yine dedim ki: İran İslam devrimi ile 25 Ocak Mısır devriminin benzer tarafları var. Aralarında bir takım farklılıklar olduğu gibi. Sadece rejimi değiştirmeyi değil, aynı zamanda ülke siyasetinin merkezini baştan aşağı değiştirmeyi hedeflemeleri bakımından birbirlerine benziyorlar, yöntemleri farklı olsa da. Yine her iki ülkede de devrimi gerçekleştiren halktır, siyasal veya askeri bir güç değil. Ayrıca her iki ülkede de eski rejimler ABD ve İsrail bloğunun müttefikleriydiler. Her iki devrim de bu bağlamda meydan okuyucu bir konumdadır, ancak İran devrimi bunu açıkça ilan etmiştir. Mısır’da ise bu meydan okuma devrimin lisan-i halinden anlaşılmaktadır. Devrimden sonra bir tür kargaşanın hakim olması, iş düzeninin bozulması, buna bağlı olarak devlet organlarının işlemez hale gelmesi bakımından da iki ülke arasında benzerlikler vardır. Aynı şekilde her iki devrimin de bölgesel düzeyde stratejik etkileri söz konusudur. Nitekim ABD, İran İslam devriminden sonra “Sovyetler Birliği” ile ilişkilerinin esasını oluşturan stratejisini değiştirmek zorunda kalmıştı. Washington, Şah İran’ını “stratejik hazine” olarak nitelendiriyordu. Aynı niteliğin Mısır’ın devrik lideri ile İsrail arasındaki ilişkiler için de kullanıldığına tanık olmuştuk. Filistin sorunu İslam devriminden sonra İran’ın en önemli meselesi ise bugün de Mısır için ulusal güvenliğin en önemli başlıklarından biridir. Bu da iki devrimin benzer noktalarından biridir.

3- Arap Baharı’nda ABD parmağı 

İki devrim arasında farklılıklar, ayrılıklar da az değildir. Mesela İran devrimi dini bir devrimdir. İmam Humeyni’nin şahsında bir lideri vardır. Velayet-i Fakih düşüncesine dayanan açık bir projesi bulunmaktadır. Mısır’da ise İslamcıların da yer aldığı ulusal bir devrim söz konusudur. Sonra bu devrimin bir lideri veya özellikleri açıkça ortaya konmuş bir önderlik mekanizması bulunmamaktadır. Projesi ise hala belirsizdir ve henüz üzerinde bir ittifak sağlanabilmiş değildir. Şöyle de diyebilirsiniz: Mısır’da devrim yapanlar neyi reddettiklerini biliyorlardı, ama neyi kabul edeceklerini bilmiyorlardı. Her iki ülkede de devrim yoksul ve itilmiş halk kitlelerine dayanıyor olsa da farklılık iki ülkenin ordularının tavrında belirginleşiyor. İran’da ordu Şah’a bağlı olduğu için yeni rejim, bir alternatif olarak devrim muhafızları adında silahlı bir güç oluşturmak zorunda hissetmiştir kendisini. Mısır’da ise ordu vatana bağlıdır. Nitekim halkın taleplerinin yanında yer aldığını ilan ettiğinde tercihini en başta belirginleştirmişti. Mısır devrimi iç ulusal talepler üzerinde yoğunlaştığı halde, dış siyaset noktasında sessiz kalmıştır. İran devrimi ise ilk gününden itibaren bütün dosyaları açmış bulunuyordu. “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm” (Merg ber Amrika, Merg ber İsrail) sloganını ilk günden atmaya başladılar. Daha ilk adımda Büyük Şeytan (Amerika) ve onun uydusu küçük şeytan (İsrail) ile her türlü ilişkisini kesti. Bunun sonucunda da söz konusu iki ülke ilk günden itibaren İslam devrimine düşmanlıklarını deklare ettiler. İran İslam devrimi soğuk savaş sürecinde gerçekleşti ve Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki güç dengesinden yararlandı. Ama Amerika’nın temsil ettiği tek kutuplu dünyada, uluslararası güç dengesi diye bir olgudan söz edilmeyen bir süreçte gerçekleşen Mısır devrimi açısından böyle bir imkan söz konusu değildir. İslam devrimi, İsrail’den binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkede gerçekleşti. Buna karşılık Mısır devrimi İsrail’e bitişik bir ülkede meydana geldi. Bu durum kuşkusuz her iki ülkenin de hesaplarını ona göre yapmalarını gerektiren önemli bir etkendir. İslam devrimi arap aleminde ve İslam aleminde yankı buldu. Ama üzerinden otuz yıl geçmiş olmasına karşın bölgedeki rejimlerin pratiğinde herhangi bir değişiklik yapamadı. Mısır devrimi ise tam tersi bir konumdadır bu bağlamda. Her şeyden önce birkaç hafta içinde Arap aleminin her tarafında hissedilen büyük sarsıntılar meydana getirdi. Kuşkusuz bunun iki ülkenin tarihsel ağırlığı ve stratejik hinterlandıyla ilgisi bulunmaktadır. İran devrimi, petrol ihraç eden bir ülkede gerçekleştiği için yıkıcı bir ekonomik sarsıntıyla karşılaşmadı. Buna karşılık Mısır tam tersi bir durumla yüz yüze kaldı. Devrim nedeniyle dış sermaye ülkeden kaçtı, sıcak para akışı durdu. Bu yüzden yönetim açısından ağır ve üstesinden gelinmesi çetin bir ekonomik ortam oluştu. Özellikle gıda maddelerinin büyük oranda dışarıdan ithal edildiğini göz önünde bulundurduğumuz zaman durumun vahametini kavrarız. İran devrimi eski rejimin izlerini silmek, kalıntılarını yok etmek için olağanüstü mahkemeler devreye soktu. Mısır devrimi ise başarıdan sonra da barışçı tutumunu sürdürdü. Aralarında devlet başkanı da olmak üzere eski rejimin sembol isimlerini genel savcılığa ve normal yargıya havale etti. Şah rejiminin sembol isimleri onunla birlikte ülkeyi terk ettikleri halde, Mübarek rejiminin sembol isimleri beklemedikleri bir anda devrimle karşı karşıya kaldılar ve büyük bir kısmı Mısır’da kaldı ki Mübarek de aralarındaydı. Bundan dolayı Şah’ın adamlarının İran içindeki etkileri oldukça zayıfladı. Oysa Mübarek’in adamları ve güvenlik güçleri içindeki uzantıları ülke içinde bir takım komplolar düzenlemekten bugün bile geri durmuyorlar.

4- Esad’ın kalması da gitmesi de sorun 

Dışişleri bakanı yardımcısı büyükelçi Rıza Şeybani Tacikistan’a yaptığı bir ziyarette, devlet başkanı sayın Rahmani ile görüştüğünde söz Mısır devrimine gelmiş ve Rahmani ona “Mısır’da meydana gelen devrim ve bunun ardından arap dünyasında yaşanan olaylar, ABD eski dışişleri bakanı Condoleezza Rice’ın sözünü ettiği “yaratıcı kaos” olgusunun bir yansımasıdır” demiş ve Mısır devrimini yeni Ortadoğu projesi çerçevesinde atılan bir adım olarak nitelendirmiş. Kuşkusuz bu sözler sürpriz olmadı bizim için. Çünkü konferans esnasında diplomatlardan biri Washington’da Amerikan idaresi tarafından sızdırılan ve devrime katılan beş bin gencin Amerikalılar tarafından eğitildiğini ifade eden haberin doğruluk derecesini sormuştu. İranlı uzmanlardan biri de bana reformcuların Mısır devrimini Amerikan projesinin bir parçası olarak değerlendirdiklerini, buna karşılık bazı muhafazakarların da Mısır devrimini İslam devriminin bir yansıması, İslami uyanışın bir neticesi olarak gördüklerini söylemişti. Nitekim İranlılar tarafından bize tekrar tekrar yöneltilen sorulan eksenini bu iki anlayışın oluşturduğunu fark etmiştim. Tıpkı bizim tarafımızdan verilen cevapların, yapılan açıklamaların eksenini oluşturdukları gibi. Soruların önemli bir kısmı da Mısır-İran ilişkileriyle, devrimden sonra bir derece azalmış olsa da Kahire-Tahran arasındaki soğukluğun hala devam ediyor olmasının nedenleriyle ilgiliydi. Görüşmelerimizde bu konuyu tartıştık. Ama bu hususta sayın Ali Laricani’den duyduklarımız bizim için bir sürprizdi. Çünkü gerginliğin sebebinin iki ülkenin hassasiyetleri, güvenlik kaygıları ve Enver Sedat’a suikast düzenleyen Halid İslamboli’nin adının verildiği cadde gibi konuların olmasına karşı çıktı ve ulusal güvenlik danışmanı olduğu dönemde Kahire’yi ziyaret ettiğini, o sırada Başkan Mübarek ve o zamanki istihbarat Müdürü Ömer Süleyman’la görüştüğünü ve Mübarek’in kendisine “İran’dan bir tek şey istiyorum. 1995 yılında bana karşı düzenlenen suikasta adı karışan adamı Mısır’a teslim etsin. Bunu yaptığı zaman iki ülke ilişkileri normalleşir” dediğini söyledi. “Tahran’a döndüğümde adamın ismini emniyet güçlerine verdim. Ama iki ay boyunca aradıkları halde İran’da adamın izine rastlamadılar” diye de ekledi.  Önümüzdeki seçimlerde Müslüman Kardeşler cemaatinin alacağı oyu ve Mısır’da dini bir hükümetin kurulmasının imkanını da merak ediyorlardı. Ordu ile Amerikan idaresi arasındaki ilişkileri, Mısır-İsrail ilişkilerini ve Camp David antlaşmasının akıbetini merak ettikleri gibi. Mısır’ın Filistin direnişi karşısındaki tutumu ve refah sınır kapısının durumu da sordukları sorular arasındaydı. Arap medyasının Bahreyn Şiilerinin gördükleri baskıları görmezden gelmesine yönelik eleştirilerini dinledik. Suriye rejimine yönelik sempatilerine ve dayanışma içinde oluşlarına tanık olduk. Ama az da olsa Suriye’de rejim tarafından yapılanlar karşısında hayretlerini ifade eden kimselerle de karşılaştık. Birinden şunları dinledim mesela: “Bu olup bitenlerden sonra Suriye rejiminin devam etmesi sorun oluşturacak, ama yıkılması daha büyük bir sorun olacaktır” demişti. 48 saat boyunca Mısır’da ve Arap aleminde cereyan eden olaylara dair sorularla bizi bombardımana tuttular diyebilirim. Bu yüzden İran’da yaşanan gelişmeleri sorup anlamamıza fırsat bulamadık. Arkadaşıma dedim ki: Adil bir maç olmadı. Karşılaşmanın sonunda beraberlik golünü atacak imkanı bile yakalayamadık. Arkadaşım “Bu maçın bir de rövanşı vardır” dedi...

STAR

YAZIYA YORUM KAT