1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Suriyeli hukuk öğrencisi Celal Halid ile devrim üzerine…
Suriyeli hukuk öğrencisi Celal Halid ile devrim üzerine…

Suriyeli hukuk öğrencisi Celal Halid ile devrim üzerine…

"Kimilerine göre bu savaş kaybedildi. Ben bu tarz değerlendirmeleri sağlıklı görmüyorum. Bu değerlendirmeleri yapanların diktatör rejimler altında yaşamanın ne demek olduğu konusunda en ufak fikirleri yok."

12 Ekim 2020 Pazartesi 13:15A+A-

Suriye Devrimi’nin genç evlatlarından olan Celal Halid ile samimi bir röportaj gerçekleştirdik. Bu vesileyle Celal gibi kardeşlerimizin hayatlarını tanıma ve hatırlamada bu röportajın faydalı olmasını temenni ediyoruz. Celal Halid’in dediği gibi ‘adalet olmadan hiçbir şey olmaz’ bunu inşaa etmede, çabalamada Allah bizlere bilinç ve istikamet versin.

Röportaj: Durmuş Kancı / Haksöz Haber

- Değerli kardeşim Celal, öncelikle bizlere kendinden ve ailenden bahseder misiniz?

Bismillahirrahmanirrahim. 1996 yılında Suriye Devrimi’nin başladığı Dera şehrine bağlı, İzra kasabasında doğdum ve orada büyüdüm. Annem ev hanımı babam serbest çalışan birisi. Toplam 6 erkek kardeşiz, ben en küçükleriyim. En büyük ağabeyimi bir trafik kazasında kaybettik. 3 ağabeyim ise devrimden çok önce -neredeyse 20 yıldan fazladır- Suudi Arabistan’da inşaat işçisi olarak çalışıyorlar.

- Peki, biraz Suriye Devrimi’nin başladığı süreçten bahsedecek olursak sen o dönemde neler yaptın, süreç nasıl ilerledi?

2011’de Dera’da protestolar başladığında ben 15-16 yaşlarındaydım. Genç olmamın etkisinden olsa gerek ne olup bittiğini tam kavrayamıyordum. Trafik kazasında kaybettiğimiz büyük ağabeyim ‘1982 Hama Katliâmı’nı da Hafız Esed’ide unutmadık devrim sizlerle hesaplaşmamız olacak’ tarzı cümleler kurardı. Ben o zaman ‘devrim’ kavramı ne demek onu bile bilmiyordum. Ta ki olaylar başladı ‘devrim’ ne demek anlamaya başladım ve akabinde protestolar için sokağa çıkmaya başladık. Hergün sokaklardaydık. Bir gün protesto yaptığımız sokakta rejim güçleri sokakları tamamen kapatmıştı. Herkesi tutuklamaya başladıkları bir sırada sağa sola kaçışırken bir binadan bir kadın bana seslendi ‘çabuk buraya koş’ dedi ve evine girdim. Beni çatı katında bir yere sakladı. O gün ismini sonradan öğrendiğim Zeynep abla beni kurtarmıştı. Daha sonra gözlerimin önünde rejim askerleri uzaktan bomba ile Zeynep ablanın evini patlatmışlardı. O da orada şehit olmuştu. Günler bu şekilde devam ediyordu. Yine o günlerden birinde benle aynı yaşta olan arkadaşımla protestolarda bulunduğumuz esnada ateş açılmaya başladı arkadaşımı vurdular ve yere düşmeden onu yakalamıştım. O kucağımda kanlar içerisindeyken beni de sol bacağımdan vurmuşlardı. Arkadaşım, akrabam, kardeşim kucağımda şehit vefat etmişti. Bende soluğu hastanede almıştım. O günden sonra ‘devrim’ ne demektir bilmeyen ben; hayatın, adaletin, özgürlüğün, zulme karşı koymanın ne kadar önemli olduğunu hatta varlık sebebimiz olduğunu ve bunun adının da devrim olduğunu iyice kavramıştım. Çoktan büyümüştüm artık. Bu olaydan sonra ailem bu şehirden gitmemiz gerektiği kararına varmıştı. 2013 yılına gelindiğinde her şeyimizi satıp Ürdün’e gitmeye karar vermiştik. Ürdün sınır olarak bize en yakın konumdaydı. Bu yüzdende Ürdün’e kara vermiştik. Bir gece Dera’dan Mücahidlerin yardımıyla ben, ağabeyim, yaşlı annem ve babam Ürdün sınırına götürüldük ve Ürdün'e geçmeyi başarmıştık.

-Yani, Suriye’de devrim başladığı 2011 yılından 2013 yılına kadar Dera’da kaldın. Peki, Ürdün’de yaşadığın süreden ve tecrübelerinden bahsedecek olursan neler söylemek istersin?

Mücahidlerin yardımıyla sınırı geçtikten sonra 3 gün Göçmen Ofisi’nin kontrolünde kaldıktan sonra 3 yıl sürecek Ürdün hayatımıza başlamıştık. Ürdün hiç kolay olmadı. Orda kaldığımız süre boyunca 11 farklı evde yaşadık. Ağabeyim, ben hatta yaşlı babam gündelik kısa süreli işlerde çalışarak geçimimizi sağlıyorduk. Onun dışında kolaylıkla arkadaşlar edinebilmiştim. Onlarla görüşüyor, çeşitli konularda fikir alışverişinde bulunuyordum. Aynı zamanda Suriye’den gelen diğer insanlara yardım ediyorduk. Suriye’ye maddi yardımdan medikal yardıma kadar birçok mevzuda destek olmaya çalışıyorduk. Kendimle olan kırılmaya gelecek olursam hayat denen gerçekle yüzleşmiştim artık. Kur’an ezberimi tamamlamaya çalıştım. Bunun yanında çeşitli kitaplar okumaya başlamıştım. Ne gelmişse başımıza şüphesiz bilgisizlikten gelmişti. Selahaddin Eyyubi’yi çok seviyordum. Selahaddin Eyyubi’yi herkes bilir ama asıl bilinmesi gereken önderlerden birisi Nureddin Zengi’dir. Ben Nureddin Zengi’yi keşfetmiştim. Onunla alakalı ne kadar kitap varsa okumaya başlamıştım. Okudukça hayran oluyordum. Selahaddin Eyyubi’yi Selahaddin Eyyubi yapan, ona Kudüs’ün fethini hazırlayan bir lideri daha öğrenebilmiştim. Benim anlam dünyamda bu iki önemli liderin etkisi çok fazladır. Elhamdulillah iyi ki onları tanımışım, okumuşum. Ürdün günleri bu şekilde ilerliyordu. Ben ve ağabeyim Suriye’ye tekrar dönmek istiyorduk akrabalarımız hala oradaydı çoğu Mücahidlerdendi ve cephede savaştaydı. Buradan yardım yapmakla  yetinemiyorduk. Anne ve babama Suriye’ye geri dönme kararımızı söylemiştik. Onlar gitmemizi istemiyorlardı. Korkuyorlardı, yaşlılardı .Üzerine birde anne babalık haklarını koymuşlardı. Onlar için ben daha çok gençtim. Bir noktaya kadar onları anlayabiliyordum. Tartışmalardan sonra yalnız başıma düşünmeye başlamıştım. Suriye’deki arkadaşlarımla da görüşmüştüm. Onlara ailemle alakalı durumu söylediğimde benim için ‘eğitimime devam etmem gerektiğini, bu devrim için yetişmiş insanlara ihtiyaç olacağını’ söylüyorlardı. Bu sebeplerden dolayı tekrar dönememiştim. Abimle benim eğitimimize devamımız için araştırmalar yapmaya başlamıştık. Ürdün çok pahalıydı. Burada okuyamazdık. Suudi Arabistan’a da gidemezdik çünkü özellikle genç olan Suriyelileri ülkeye almıyorlardı. Türkiye’yi denemeye çalışmıştım. O da olmamıştı. Malezya’da okuyan Suriyeli arkadaşım Muhammed bana burayı önermişti. Vize alabiliyorduk. Girişte Malezya hükümeti sorun çıkarmıyordu. Bu sayede buraya gelmeye karar vermiştik. Anne ve babamızla istişare ettikten sonra 3 yıllık Ürdün hayatını geride bırakacaktık. Anne ve babam yaşlı oldukları için Suudi Arabistan onların ülkeye girmelerine izin veriyordu. Onları ağabeylerimizin yanına gönderdikten sonra bizde Malezya’ ya yol almıştık. Ürdün hayatının zorlukları, tecrübeleri bizde kalmıştı. Hayat devam ediyordu. Bizde devam etmek zorundaydık.

- Malezya’da hukuk okuyorsun, hukuk bölümünü seçmendeki motivasyonun ne oldu, buradaki hayatından tecrübelerinden konuşmak istersen neler söylersin?

Öncelikle neden hukuk dersen; adaletin olmadığı, özgürlüğün olmadığı bir ülkeden geliyordum. Devrimle ülkemizde adalet, özgürlük arayışımızı hukuk okuyarak ta devam ettirmek istiyordum. Hukuk nedir, Batı’da nasıl işler bizde neden yoktur, yoksa nasıl inşaa edilir; insan hakları, insan onuru, nedir gibi bir çok sorunun cevabını bulmak için hukuk okumayı seçtim diyebilirim. Şüphesiz adalet olmadan hiçbir şey olmuyordu. Adaletle hükmetmek ve yaşamak biz Müslümanların görevi.

Malezya yaşamıma ve tecrübelerime gelecek olursam ilk şokumu hava alanına inip dışarıya adımımı attıktan sonra yaşamıştım. Sıcak, nemli ve bunaltıcı bir havayla karşılaşınca abime dönüp şunu demiştim, ‘dönelim burada nasıl olacak’ diye tepkimi göstermiştim. Gidecek bir yerimiz kalmadığından tabi ki böyle bir lüksümüzde yoktu. Buraya yerleştikten sonra özellikle Malay insanları gözlemledikçe ‘coğrafya kaderdir, insanın üzerinde etkisi vardır’ sözünü kendimce tasdiklemiştim artık. Malay insanlar o kadar yavaş, sakin ve sinirleri alınmıştı ki havanın etkisinden hiç bir şey yapamıyorlardı. Yani hareketli insanlar değildi. Oysa bizler, Ortadoğu halkları, hiçte böyle değiliz. Ayrıca Malay toplumunun insan ilişkilerinde çok kapalı olduklarını söylemem gerekecek. Kolayca arkadaş olamıyoruz. Bizleri kabullenmeleri, içlerine almaları biraz zor. Düşün senin de bildiğin üzere Malay arkadaşım yok denecek kadar az. Derslerde grup ödevleri bitince sanki bizlerle de işleri bitiyor. Özellikle öğrencilerin bunu aşması gerek.

-Farklı bir soru olarak Türkiye toplumu ve özellikle gençleri hakkında ne gözlemlediğini sormak istiyorum, şüphesiz bir topluma dışardan bakan göz önemlidir. Bu konuda neler söylemek istersin?

Öncelikle Türkiye çok kritik bir coğrafya. Tarihi geçmişi, kurduğu ilişkiler açısında iyi bilinmesi ve anlaşılması gerekir. Diğer yandan Suriye politikasından dolayı özellikle Suriyeli mültecilerin kabulü konusu çok takdir edilmesi, değeri bilinmesi gereken bir konu. Öteki yandan insanların bazı milliyetçi tavırları çok üzücü. Bu tutum elbette sadece Türkiye toplumuna has değil. Milliyetçilik zehirli bir hastalık, tüm dünyayı olumsuz etkileyen bir ideoloji bundan arınmak öyle kolay değil. Türkiyeli öğrenciler veya gençler hakkında düşüncemi ifade etmem gerekirse -görebildiğim kadarıyla- bir eksiklik olarak karşıdakini dinlememe, ön yargı ve olayları derinlikli yaklaşmama gibi bazı eksikler görüyorum. Bunu aşmanın yolu olarak bence önemli olan bir şeyi söylemek isterim. Misal Türkiye’de 6 milyona yakın -çoğunluğu Arap olan- insanlar yaşıyor. Bu insanlarla özellikle gençlerin iletişimlerinin az olduğunu düşünüyorum. Öncelikle birbirimize bir yük olarak değil zenginlik olarak bakmamız gerek. Fikir alışverişi çok önemli. Bunu ne kadar artırabilirsek o kadar iyidir. Bazı kalıplarımızı bu sayede aşabiliriz. Özellikle benle aynı yaşlarda olan Türkiyeli genç kardeşlerimden bu konuda daha fazla çaba harcamalarını rica ediyorum. Bizleri bir araya getirecek zeminleri, projeleri ortaya koymak emek vermek yerinde olacaktır.

-Son olarak Suriye konusuna tekrar dönecek olursak güncel durum için neler söylemek istersin?

Kimilerine göre bu savaş kaybedildi. Ben bu tarz değerlendirmeleri sağlıklı görmüyorum. Ortadoğu hakları yıllarca diktatör rejimlerin yönetimi altında yaşadı ve yaşıyorda. Bu değerlendirmeleri yapanların diktatör rejimler altında yaşamanın ne demek olduğu konusunda en ufak fikirlerinin bile olduğunu sanmıyorum. Buna rağmen nasıl kolayca bu sözleri sarf ettiklerine de anlam veremiyorum. Unuttukları bir şey var; Ortadoğu ayaklanmaları tüm katliamlara, ölümlere, acılara, sürgünlere rağmen insanlara öz güvenin, direnmenin zalime karşı meydan okumanın ne kadar değerli ve anlamlı olduğu bilincini getirmiştir. Korku duvarları aşılmıştır. Bu en büyük kazanımdır özellikle gelecek nesiller için. Zaman bu nesillerimizi eğitme, koruma, sahip çıkma zamanıdır. Politik anlamda güncel durum hakkında bir şeyler demem gerekirse Türkiye, Rusya ve İran’a karşı daha bağımsız adım atabilmeli. Bu konuda İdlib çok önemlidir. Her şeyden önce bizleri savunan yiğit Mücahidlere sahip olduğumuz için ne kadar şükretsek az. Bu iş şehit olmadan bitmeyecek bu halk bunu göze alarak devrime başladı. İran kaybetti, Rusya çoktan kaybetti savaşın maliyeti onlara ağır gelmeye başladı. Ekonomik anlamda nereye kadar taşıyabilecekler bu durumu. Onlar bu toprakların işgalcisi ve herkes şunu iyi bilir Müslüman topraklarda hiçbir işgalci uzun kalamaz. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa diğer gün fakat onların diğer gün diye bir şeyleri yok bu coğrafyada.

-Değerli kardeşim, seni yordum, uzun bir konuşma gerçekleştirdik. Allah razı olsun. Teşekkürler.

Asıl ben teşekkür ederim. Türkiyeli kardeşlerime selamlar.

HABERE YORUM KAT