1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. "Suriye gezi notları"
"Suriye gezi notları"

"Suriye gezi notları"

Hüdayi Vakfı Amasya temsilcisi ve İşadamı Zafer Özer beraberindeki heyetle dört gün süren Suriye ziyaretinden izlenimlerini Haksöz Haber’e yazdı.

08 Mayıs 2025 Perşembe 12:00A+A-

Üç günlük Şam yolculuğumuz…

Cilvegözü Sınır Kapısı (Arapça: باب الهوى - Bâb al-Hawâ) üzerinden Suriye topraklarına girişimizle başladı. Gümrük işlemleri ve kontrollerin ardından sınırı geçtik. O an, sadece coğrafi bir geçiş değil, aynı zamanda bir kalp hududunu aşış gibiydi. Bir yanda savaşın yorgunluğunu taşıyan topraklara ilk adımın tedirginliği, diğer yanda ümmetin kadim beldelerine kavuşmanın mahzun ama derin sevinci vardı. Türkiye’den ayrılışla birlikte adeta tarihin, acının ve direnişin göğsüne doğru yürüyorduk. Gördüğümüz ilk manzara; enkazların içinden yükselen sabır ve duaların sessiz şehadetiydi.

Şam Notları – 1. Gün: Taşlar Konuşuyor, Sessizlik Anlatıyor

Yolculuğumuzun ilk adımları, acının ve sabrın topraklarına düştü.

 Maarat el-Numan ve Han Şeyhun üzerinden geçerken, yıllar süren çatışmaların, varil bombalarının ve kimyasal silahların bıraktığı izlere tanıklık ettik. Bu şehirler artık sadece yıkılmış yapılar değil, adeta sessizce haykıran hatıralardı. Tankların ezdiği yollar, boşlukla dolu pencereler, sanki “Biz buradaydık” der gibi…

Hama’dan geçerken, büyük fetih sırasında Rus ve rejim uçaklarının yıktığı köprü yüzünden şehrin içine kısmen girerek kıyısından süzülerek Şam’a doğru ilerlemeye devam ettik. Hama’nın ardından Humus kırsalı… Buralarda da değişen bir şey yoktu: Harabeye dönmüş evler, moloz yığınları, acımasız saldırıların izleri… Yine ortak bir manzara: Nusayri, Dürzi, Şii komşu mahalleler ayakta dururken, muhaliflerin yaşadığı bölgeler taş üstünde taş bırakılmamacasına yok edilmişti. Havanla, topla, uçakla... Hem karadan hem havadan...

O günkü hedefimiz, bir an önce Şam’a ulaşıp Doğu Guta’daki yetim ailelerle buluşmaktı.

İHH'nin partner kuruluşunun yerel merkezinde, yaklaşık 100 yetim ailesiyle bir araya geldik.

Şam bölgesi 8 Aralık’ta ilk defa dış dünyaya açıldığında, bu yıkım vahşetini görüp anlamaya başladık. Yardım alan ailelerin mahcubiyeti yürek burkucuydu. Onurlarıyla duruyorlardı; zor da olsa kabul ediyorlardı. Yalnızca Şam ve çevresinde 11.000 yetim olduğu söylendi. O gün elimiz ancak 100 aileye uzanabildi…

İkindiyi Abbasiler döneminden kalma bir camide kıldık. Ardından eşyalarımızı otele yerleştirip Şam’ın sembollerinden biri olan Emevi Meydanı’na (Sahat al-Umawiyyin) geçtik. Devlet televizyonu, savunma bakanlığı, rejim mitingleri ve propaganda geçitleriyle anılan bu alan, siyasi gücün somutlaştığı bir nokta gibi karşımızda duruyordu. Cumhurbaşkanlığı Sarayı ise kuzeybatıdaki tepelerde…

Zaten Şam, dört “Şerif” şehirden biri kabul edilir: Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kudüs-i Şerif ve Şam-ı Şerif. O akşam, Şam’ın kalbindeki Emevi Camii’ne ulaşmak bizde tarifsiz bir sevinç oluşturdu. Tıpkı Mescid-i Aksa gibi… Girişte hissettiğimiz o manevî hava, bizi ilk andan sarmaladı.

Emevi Camii, İslam mimarisinin ilk büyük cami kompleksi… Roma ve Bizans etkilerini taşıyan erken dönem İslam sanatının zirvesi. İçinde Hz. Yahya’nın makamı, minaresinde Hz. İsa’nın gökten inişiyle anılan Beyaz Minare… Caminin doğu kapısı yanında büyük komutan Selahaddin Eyyubi’nin türbesi, çevresinde Nurettin Zengi, Baybars gibi İslam tarihinin iz bırakan isimlerinin kabirleri… Caminin hemen yanı başında, Allah Resulü’nün ashâbından Ebu’d-Derdâ Hazretleri'nin kabri…

Revakları, mozaikleri, kubbesi ve mihrap kısmındaki detaylı işçilik Osmanlı'nın ve İslam dünyasının bu mabede nasıl kıymet verdiğini gösteriyor. Sultan II. Abdülhamid döneminde restore edilen cami, savaşta bazı zararlar görse de dimdik ayakta durmaya devam ediyor.

Akşam namazı sonrası, Hamidiye Çarşısı’nın hemen yanındaki geleneksel bir mekânda Suriye’ye özgü lezzetlerle ikram soframıza oturduk. Yatsı namazı için tekrar Emevi Camii’ne döndük. Genç imam Ömer kardeşin sesiyle yankılanan namaz kıraati, sadece kulaklara değil, kalplere de dokundu. Müezzinlerin hep birlikte tekbir ve ezan okuyuşu, dünyada eşine az rastlanır bir ibadet sahnesiydi.

Gece otelimize döndüğümüzde, huzur kısa sürdü. İsrail, o gece Cumhurbaşkanlığı sarayının çevresine hava saldırısı düzenledi. Gece boyunca silah sesleri duyuldu. O gün Dürzi mahallelerinde çıkan kargaşa bahanesiyle, işgalci İsrail Şam’a saldırdı. Tüm dünyanın gözleri önünde Gazze’de işlediği vahşeti Şam’da da sürdürüyordu. Ne kadar yüzsüz, ne kadar insafsız…

Bu şehir, hem tarihin taşıyıcısı hem de bugünün şahidi… Şam’a ilk günümüz böyle son buldu; gözlerimizle gördüklerimiz, ruhumuzla hissettiklerimiz kalbimize ağır ağır yerleşti…

Şam Notları – 2. Gün: Ruhaniyetin İzinde, Ashabın Eşiğinde

Şam’daki ikinci günümüz, sabahın seher saatlerinde, saat 04:40’ta Muhyiddin İbn Arabi Camiine yol almamızla başladı. Sabah namazı, huşû dolu bir cemaate ve içli bir kıraate sahip güzel bir imam tarafından kıldırıldı. Ardından, caminin içerisinde halka hâlinde toplanıldı ve İbn Arabi Hazretleri'nin Evrad-ı Ezkar'ı hep birlikte sesli bir şekilde okundu. Biz de halkaya dahil olduk. Büyük bir ruhaniyet, gönüllerimizi sardı. Herkese geleneksel bir Şam ikramı olan susamlı pastadan mirra kahvesinden birer adet ikram edildi.

Bu içli zikir meclisi yaklaşık bir saat sürdü. Ardından işrak namazlarımızı eda edip, caminin alt katında yer alan İbn Arabi Hazretleri'nin kabri şerifini ziyaret ettik. Yasin-i Şerif okuduk, dua ettik. Yeniden camiye çıktığımızda, evradı okuyan, gözleri görmeyen ama gönlü nurla dolu bir hocayla tanıştık. Bize Recep Hocamızın 1990 lı yıllarını hatırlattı. Sohbet ettik, camideki cemaatle kucaklaştık. Türkiye'den geldiğimizi öğrenen herkes büyük bir ilgi ve sevgi gösterdi. Türkiye'ye, milletimize muhabbetlerini samimi cümlelerle dile getirdiler.

Camiden çıkıp yürüyüşe geçtik. Hedefimiz, Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri'nin kabri şerifini ziyaret etmekti. Yolumuz üzerinde, bir zamanlar Türkiye’den gelen öğrencilerin Arapça eğitimi aldığı Medresetü’n-Nur’u gördük. Adımlarımızı hızlandırdık fakat kabir uzak görünüyordu. Rabbimiz, Şam’ın dar sokaklarında bize bir kolaylık sundu: Minibüslerin girmediği bir bölgede karşılaştığımız küçük bir Çin minibüsüne bindik. Şoföre “Bağdadi” deyince önce anlamadı, çünkü buradaki halk orayı “Halidi Nakşibendi” olarak biliyordu. Sonunda Kaşiyun Dağı’nın eteklerine vardık.

Şehri yukarıdan seyreden o manzarada bir süre dolandık, ardından türbenin girişini bulduk. Beyaz sakallı, nur yüzlü bir türbedar karşıladı bizi. Sanki bizi bekliyordu… Kendimizi tanıttık. Türbeye girdik. Yanımızda değerli yol arkadaşlarımız; , Samsun’dan Nazmi Kılıç Abimiz, Mustafa Şahin Kardeşimiz ve diğer gönül dostlarımızla birlikte Hatm-i Hacegan yaptık. Gönüllerimiz taşan bir feyizle doldu.

Çıkışta, türbedar bize deprem şehidi Kırıkhanlı Mahmut Durusoy Abimizin çerçeveli fotoğrafını gösterdi. Anladık ki; gönül dostumuz… Sohbet derinleşti, muhabbet arttı. Kaşiyun Dağı eteklerinde topluca bir hatıra fotoğrafı çekildik, ardından yeniden Şam merkezine doğru ilerledik.

Yeni hedefimiz, Bâb es-Sağîr Mezarlığı idi.

Bâb es-Sağîr Mezarlığı: Ashabın Eşiğinde

Şam’ın en kutsal mezarlıklarından biri olan Bâb es-Sağîr Mezarlığı, adını yakınındaki küçük şehir kapısından alıyor. Ehl-i Beyt hanımları, sahabeler, alimler ve tarihî şahsiyetler burada medfun.

İlk durağımız Bilâl-i Habeşi Hazretleri idi. Kabri başında Yasin-i Şerif okundu, ardından Mustafa Abimiz duygulu bir şekilde ezan okudu. Kalplerde derin iz bırakan bir an yaşandı.

Devamında Hz. Ali’nin damadı Abdullah bin Cafer et-Tayyâr (ra), Umeyr bin Habbab (ra) ve diğer sahabelerin kabirlerini ziyaret ettik. Kerbelâ’dan sonra Şam’a getirilen Hz. Hüseyin’in kızı Fatıma binti Hüseyin (ra) ve diğer Ehl-i Beyt hanımlarının türbeleri bizleri derinden etkiledi.


Emevi Camii’nde Cuma: Bayram Gibi

Cuma namazı için Emevi Camii’ne erkenden gitmek istedik. Caminin müezzinleri toplu hâlde Şam’a özgü ilahiler ve salavatlar okuyordu. Ardından genç imam Ömer, Kehf Suresi’nden kıraat etti.

Namazı, Emevi Camii’nin eski imamlarından olan, ilmiyle tanınmış bir hocaefendi kıldırdı. Verdiği hutbe uzundu ama dolu doluydu; dinleyenleri saran bir atmosfer oluşturdu. Namaz sonrası imamla cemaat arasında hissedilen manevî bağ bizleri de etkiledi. Kendimizi tanıttık, musafahalaştık, kardeşliğimizi tazeledik.

Cuma çıkışında adeta bayram havası hakimdi. Hem halkla hem de Türkiye’den bizim gibi gelen az sayıdaki kardeşimizle görüşme fırsatı bulduk. Ardından Selahaddin Eyyubi, Nurettin Zengi, Baybars gibi büyük komutanların kabirlerini ziyaret ettik. Dışarıdan da olsa Türk Şehitliği’ni, 1914’te şehit olan ilk havacılarımızın ebedî istirahatgâhını görme fırsatı bulduk.

Yermuk Kampı: Unutulan Felaketin Sessizliği

Daha sonra Yermuk Kampı’na geçtik. Suriye’nin güneyinde yer alan ve 1948’deki İsrail işgali sonrası Filistin’den kaçan mültecilerin yerleştiği bu kamp, zamanla bir mahalleye dönüşmüş. 150 binden fazla insanın yaşadığı bu yerleşim, bir dönem Filistin kimliğinin Şam’daki kalbi…

2012’den itibaren başlayan çatışmalar, 2013-2018 arasında rejimin kuşatması, açlık, salgınlar, ölümler, hatta IŞİD’in kısa süreli varlığı… Nihayetinde kamp, harabeye döndü. Yüzbinlerce insan yerinden edildi. Şu an ise adeta bir hayalet şehir

Yermuk’u gezmek, sadece bir enkaz görmek değil, insanlığın unutkanlığına tanıklık etmekti.

İkindi namazımızı kılmak için tekrar Emevi Camii’ne döndük. Akşam ve yatsı namazlarımızı da orada eda ettik.

Geceye Dair ve Tarihe Tanıklık

Gece istirahate çekildiğimizde Türkiye’deki yakınlarımızdan telefonlar almaya başladık. Şam ve Hama başta olmak üzere dört ayrı askeri bölgeye yönelik gece yarısı hava saldırıları olmuştu. Bu halk her an ölümle burun buruna yaşıyor. Rabbim yardımcıları olsun.

8 Aralık 2024 tarihi Suriye için yeni bir milat oldu.. Çünkü bu tarih, Suriye’de 61 yıllık Baas rejiminin sona erdiği, Şam’ın muhalif güçlerin eline geçtiği gün. O tarihten sonra yeni bir döneme girildi. HTŞ lideri Ahmed eş-Şara (Ebu Muhammed el-Culani) geçici hükümetin başına geçti.

Şu anda Suriye'de yeni bir anayasa hazırlığı, ulusal birlik çağrısı ve güvenlik taahhütleri konuşuluyor. Azınlıklara zimmet, savaş suçlularına af dışında herkes için eman bildirileri yayımlandı. Teoride umut var; uygulamada zamana ve adalete ihtiyaç…

İkinci günümüz; Ashabın ayak izlerini takip eden bir maneviyat yolculuğu ile savaşın yıktığı hayatlara şahitlik arasında geçti. Bir yanımızda Bilâl-i Habeşî’nin ezanı, diğer yanımızda Yermuk’un sessizliği… Bir yanda Emevi Camii’nde coşan ilahiler, diğer yanda hayalet şehre dönmüş semtler… Tüm bu manzaralar, kalbimize ağır ama unutulmaz izler bıraktı.

3. Gün: Sessiz Toprakların Hafızası

Cumartesi sabahı… Şam’daki son günümüz. Gün, Emevi Camii’nin o tarihi kubbesi altında sabah namazıyla başladı. Dualarımızda hem vedanın hüznü hem de tanıklıklarımızın ağırlığı vardı. Ardından yola koyulduk. Bugün rotamız kuzeye doğru uzanacaktı: Humus, Hama ve Halep…

Humus: Bir Milyon Kayıp, Bir Milyon Hatıra

İlk durağımız Humus oldu. Bizi, Türkiye’de 13 yıldır yaşayan Şhufan ailesinden Muhammed Hadid’in amcaoğlu, bölgedeki mücahidlerden Ebu Abdullah karşıladı. Humus sokaklarında yürürken, sadece taş ve moloz değil; bir halkın direnişini, yok sayılmışlığını ve sabrını gördük.

Resmî rakamların çok ötesinde bir tabloyla karşılaştık: 500.000 şehit, 500.000 kayıp… Yalnızca Humus’ta. Şehrin Nusayri mahallesinde hayat tüm akışıyla sürerken, karşı yakadaki mahalleler adeta yok edilmişti. Rejimin hedefi belliydi. Fakat tarih dimdik ayaktaydı. Osmanlı’dan kalma onlarca cami, sahabe kabirleri, medreseler… 2011 öncesinde Türkiye’nin restore ettiği, hatta elektrik avizelerine kadar özenle dokunduğu mabetler hâlâ şehadeti fısıldıyordu.

Burada sırasıyla şu büyük zatların kabirlerini ziyaret ettik:

  • Halid bin Velid (ra) – Fetihlerin komutanı, İslam’ın kılıcı
  • Ubeydullah bin Ömer (ra) – Hz. Ömer’in oğlu
  • Ebu Musa el-Eşari (ra) – Kıraat ilminin büyüklerinden, sahabenin önderi

Dualar okundu, Yasinler indirildi… Her adım bir vedaya, her dua bir sızıya dönüştü.

Hama: Nehirle Akan Hafıza

Sonraki durağımız Hama idi. 2024 Aralık’ında Hama-Humus arasında bulunan Al-Rastan Köprüsü, rejim uçakları tarafından bombalanarak yıkılmıştı. Asi Nehri üzerindeki bu köprü, Hama ile Humus arasındaki ana bağlantıydı. Ama muhalifler, rejimin bu oyununun karşısında durup, köprü başında rejim askerlerini püskürtmüş; hatta hilal taktiğiyle onları kuşatarak bölgeyi savunmuşlardı.

Biz de Asi Nehri kıyısında yürüyüş yaptık. Hama’nın o meşhur tahta yeldeğirmenlerini (noria) gördük. Şehrin büyük camilerinden birinde öğle namazı kıldık. Ardından Riyazü’s-Salihin dersi başladı. Cemaat bizi hemen fark etti. Sohbet ettik, tanıştık, resimler çekildi. Türk halkına selam ve dua ettiler. Hediyeleşmeler, gönül köprüleri kuruldu. Hama, bize kardeşliğin sadece dinle değil, yıkımın ve umudun ortaklığıyla da kurulduğunu hatırlattı.

Suriye ziyaretimizde sokaklarında bize Türkçe hitap eden, sarılan Suriyeli kardeşlerimizi görünce, Anadolu’nun ensar ruhunun meyvesini gördük. Onların “Hoş geldiniz” deyişinde, ümmetin canlanacağına dair bir işaret vardı. Biz bu yolculukta sadece şehirler görmedik, ümmetin kalbinin hâlini dinledik.

Ömer bin Abdülaziz’in Kabri: Adaletin ve Sadeliğin Mezarı

Hama’dan sonra Halep’e geçmeden önce İdlib’in Maarratu’n-Nu’man ilçesine bağlı Deyr Şerkî köyünde bulunan Ömer bin Abdülaziz (rahmetullahi aleyh)’in kabrine uğradık.

2.5 yıllık hilafetiyle, dört halifenin ardından en çok anılan ve "5. Raşit Halife" olarak kabul edilen bu büyük halife, Şam’dan Halep’e giderken burada hastalanarak vefat etmiş. Kabrinin sadeliği, hayatının mütevazılığına birebir aynadır.

Ancak bu güzellik, 2019’da rejim güçlerinin Maarratu’n-Nu’man’ı ele geçirmesiyle hüzne döndü. Türbe saldırıya uğradı, sanduka yakıldı, mekân harap edildi. Bu, sadece bir mezara değil; adalete, tevazuya ve İslam mirasına yapılan bir saldırıydı.

Çok şükür ki Ankara merkezli Sami Efendi Vakfı tarafından türbenin restorasyonuna başlandığını yerinde görerek umutlandık.

Halep: Küllerinden Kardeşlik Doğar mı?

Son durağımız Halep… Türkiye sınırına sadece 50 km. Sanki Urfa’nın devamı gibiydi. Şehir, İran destekli Şii milislerin bombalamalarıyla büyük yıkıma uğramış. Ama yine de, diğer şehirlerle kıyaslandığında ayakta kalan yapılar daha fazlaydı.

İlk olarak Halep Kalesi’ni ziyaret ettik. Ardından ikindi namazı için kalenin hemen altındaki, kiliseden camiye çevrilmiş kadim bir mabede yöneldik. Cemaati olmayan bu camide “Haydi burada cemaat olalım, mihrap neşelensin” dedik. Bizimle birlikte Halep halkından birkaç kişi daha geldi ve beraberce saf tuttuk. O sessiz cami, bizimle bir nebze olsun can buldu.

İdlib: Ümit Varsa Yol Vardır

Dönüş yolunda İdlib’e uğradık. Bir zamanlar 10.000 nüfuslu olan şehir, bugün üç milyon kişiye ev sahipliği yapıyor. Fethi gerçekleştiren HTŞ’nin idaresindeki şehirde düzen, belediyecilik, sanayi faaliyetleri göze çarpıyor. Türkiye’den birçok markanın mağazaları açılmış. Cadde düzeni, asfalt yollar, tabelalar… Umut verici detaylar…

Ancak yol boyunca gördüğümüz şey, yüreğimizi en çok da bir milyonluk çadır kamplar oldu. Mahremiyetin, barınmanın, gıdanın büyük bir krizle iç içe geçtiği alanlar. İnsanlar hâlâ tuzlu bir çölde hayatta kalmaya çalışıyor. Çadırda doğan çocuklar, okul yüzü görmeden büyüyen nesiller…

Ve Dönüş: Bab al-Hawa'dan Çıkış

Akşam saatlerinde Bab al-Hawa (Cilvegözü Sınır Kapısı)’na ulaştık. Suriye ile vedalaşmak kolay olmadı. Bu topraklar, sadece savaş değil; sahabe, evliya, tarih, ümmet, acı ve umut taşımakta. Her taşı dua, her mahallesi bir kıssa…

Ve Son: Reyhanlı Eğitim Köyü – Gözleri Parlayan Gelecek

Sınırdan geçip Türkiye’ye ulaştığımızda Reyhanlı Eğitim Köyü’ne uğradık. İHH ve Katar merkezli RAF organizasyonu tarafından kurulmuş bu dev yerleşke, savaş mağduru yetim çocukların hem evi hem okulu. 100 dönümlük arazide, 55 villa tipi ev, 3 okul binası, cami, sağlık ve rehabilitasyon merkezleri, spor alanları, tarlalar , yaşam alanları ve Yetim Köy  bulunuyor.

Burada 4 yetim kızımız bizleri ziyaret etti. Hafız olmuşlar, okuyorlar, konuşmaları, duruşları pırıl pırıldı.

Kendi elleriyle hazırladıkları el sanatlarını hediye ettiler. Hem Türkçeyi hem Arapçayı gayet güzel konuştular. Gözleri umut, sözleri vefa doluydu. Onlarla istişareler yaptık. Bundan sonra kısa vade de uzun vadede neler yapılabileceğini konuştuk. Kendileri yetim ruhu ve nezaketi ile duygularını bizlere çok güzel ifade ettiler…

Yetimlerin gözleri kalplerimizi tutuşturmuştu, yanlarımızdan ayrılınca arkadaşlarımız Akşam Namazını zorla kılabildiklerini, kılarken gözyaşlarına hakim olamadıklarını şahitlik yaptık… İnşallah bu göz yaşları dualara, rahmetlere de vesile olur.

Bu çocuklar, inşallah Suriye’nin yarınlarını kuracak olan sessiz kahramanlar olacak.

Geriye dönerken, kalbimizde şu dua yankılanıyordu:

“Ya Rabbi, bu toprakları özgür kıl. Bu halkı yalnız bırakma. Bizleri de unutmayanlardan eyle.”

                                                                                                                     Zafer Özer

                                                                                                   Hüdayi Vakfı Amasya İl temsilcisi

ekran-goruntusu-2025-05-08-113430.png

ekran-goruntusu-2025-05-08-113418.png

ekran-goruntusu-2025-05-08-113459.png

HABERE YORUM KAT

12 Yorum