1. YAZARLAR

  2. MÜCAHİT GÖKDUMAN

  3. Suriye Devrimi’nden bize kalan 
MÜCAHİT GÖKDUMAN

MÜCAHİT GÖKDUMAN

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye Devrimi’nden bize kalan 

10 Şubat 2025 Pazartesi 09:28A+A-

“Rabbim! Ortaya çıksın nur, kaybolsun ıssızlık

Bir eyle! Son bulsun bu üç yüz yıllık yalnızlık!”

İstanbul Tıp Fakültesi’nde 2014’te bir grup öğrenci olarak çıkardığımız Şura dergisinin arka kapağında; yurt ve sıra arkadaşım, sloganımı ve kalemimi bölüştüğüm, aynı sofraya besmele çektiğim kadim dostum  Dr.Oğuz Bilal Karakuş’un şiiri yer alıyordu. Ümmetin birliği ve bütünlüğü ile ilgili tespit ve temennilerin yoğunlukta olduğu şiir, beni ziyadesiyle etkileyen ve hüzünlendiren bir şekilde sona eriyordu: “bu üç yüz yıllık yalnızlık!” Çıkardığımız dergilerde, yazdığımız bildirilerde ben düz yazı tarafındaydım, Oğuz ise şiir kısmını üstlenirdi. O zamanlar yazmayı bir tercih, bir hobi, bir kişisel gelişim alanı olarak değil; bir mecburiyet maddesi olarak görürdük. Coğrafyamızın acıları her gün sırtımızda bir bıçak gibi, göğsümüzde bir kurşun gibi kendini hatırlatırdı. Yutkunmaya çalıştığımız suda, boğazımıza dizilen ekmekte aynı acının tesiri büyüktü. 

Bizim kuşak Filistin’in öyküsüyle büyüdü. Bu davanın ve direnişin olgunlaştırdığı, emzirdiği nice dimağ oldu. Cesareti, haksızlığa karşı çıkmayı, yalnız olsa da doğru olanı söylemeye ve yaşamaya devam etmeyi bize biraz da Filistin davası öğretti. Her sene coşkuyla tekrarlanan Kudüs geceleri; İstanbul’un meydanlarını, yollarını, parklarını ellerinde Filistin bayrakları ve pankartlarıyla dolduran o her yaştan insandan oluşan kalabalık; konsolosluk önü eylemleri ve birlikte okunan marşlar… Bütün bunların Filistin davasına olan katkısını bizim tespit etmemiz mümkün değil. Amelleri bereketlendiren ve hedeflerine yönelten Rabbimizdir. Ama görebildiğim kadarıyla Filistin mücadelesinin sahiplenilmesi, Müslüman ailelerin çocuklarına ve gençlerine sosyal ve siyasal kimliklerini oluşturmada ciddi bir perspektif ve motivasyon kaynağı oldu. Filistin’i, Gazze’yi, Kudüs’ü doğru anlamak; nasıl bir dünyada yaşanıldığının kavranması için sarsıcı ve aydınlatıcı bir rol üstlendi. 

Ben 18 yaşımı doldurmaya yaklaşırken Filistin dışındaki coğrafyamız da birden hareketlendi, adeta alev alev yanmaya başladı. Halkı Müslüman olup despotik yönetimlerle idare edilen bazı ülkelerde insanlar kitleler halinde rejimleri protesto etmeye başladılar. Ben üniversitenin ilk yılını bitirmeden Tunus’ta, Mısır’da ve Libya’da halk direnişi başarıya ulaştı, diktatörler bir bir devrildi. 2011’in Mart ayında Ortadoğu’daki hareketlilik Suriye’ye ulaştığında ise sürecin bu kadar zor ve sancılı olacağını belki çoğu insan beklemiyordu. Bu zorluğun tek sebebi Esed rejiminin barbarlığı ve silahlı mücadeleye dönüşen direnişin karşılaştığı problemler değildi. Ortadoğu’daki intifada sürecini ‘olumlu’ nitelikte değerlendiren bazı çevreler, Suriye söz konusu olduğunda tam tersi bir tutum takındılar. O dönem -bilerek ya da bilmeyerek- İrancı zihniyetin etkisinde kaleme alınmış yazılar okuduğumu hatırlıyorum. Suriye halkının iktidara yönelmiş meşru taleplerini emperyalist/siyonist eksene kolayca oturtan bu yorum sahipleri; kara propaganda, dezenformasyon ve manipülasyon sanatlarını bir bir icra ettiler. Bu can sıkıcı ortam, Rusya ve İran/Hizbullah’ın doğrudan savaşa  dahil olmasıyla katmerlendi. 

Suriye’nin o dönemdeki atmosferinin, meseleyi “uzaktan” takip edenler insanların dahi psikolojilerinde etkileri oldu. Müslüman bir halk yıllarca sistematik olarak katliam, yıkım, tehcir, tutuklama ve işkenceyle karşı karşıya kaldı. Her akşam bu haberleri okumak insanda sinir uçlarıyla oynandığı hissiyatı uyandırıyordu. Hatırlıyorum, her akşam haberlerde çift haneli, bazen üç haneli ölüm sayıları verilirdi. Esed rejiminin hiçbir hukuki kaideyi ve sınırı gözetmediği anlaşıldığında; ölüm, yaralanma, işkence ve tecavüz gibi olayların gerçek sayısını tespit etmek imkansızlaştı. Suriyeli muhalifler ise bazı günler mevzi kazanıyorlar, bazen de geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Ancak Suriye halkı her hafta her gün meydanlardaydı. Yine hatırlıyorum o dönem cuma eylemleri yapıyorlardı. Her cumaya da bir isim koyuyorlardı. Halk her gün onlarca şehit veriyordu ama asla geri adım atmıyordu. Bu bende büyük bir heyecan ve saygı uyandırıyordu. Özgürlüğün, yalnızca Allah’a kul olmanın bedelini her gün ölümle ödüyorlardı ama vazgeçmiyorlardı. Hal böyle olunca Suriye direnişini karalayan yorumlara karşı tahammülümüz tükenme noktasına geliyordu. Bilindiği üzere Sol/Ulusalcı çevreler Suriye meselesini kendilerine yakışır tarzda sahiplendiler. Esed rejiminin korunup kollanması ve muhaliflerin önünün kesilmesi için diplomasi, medya, gençlik hareketleri gibi unsurları çekinmeden kullandılar.

Suriye direnişi yıllara yayılmış şekilde devam ederken üniversitede bu mesele hakkında farkındalık oluşturmaya çalışıyorduk. Konferans, kermes, giysi yardımı, dergi, bildiri, belgesel gösterimi gibi araçları kullanarak insanlara ulaşmaya çalışıyorduk. Tıbbiyenin ortamında ülkenin ve dünyanın sosyal gündemlerine dikkat çekmek, insanları buraya kulak vermeye çağırmak biraz zor oluyordu. Biz yine de her ulaştığımız insanı önemseyerek çalışmaya devam ediyorduk.

 

           screenshot-20250210-094310-m365-copilot2.jpg

2012’de İstanbul Tıp Fakültesi öğrenci meydanı: Suriye halkı yararına kermes

Suriye meselesi, içinde bulunduğum Özgür-Der üniversite gençliğini de hareketlendiren bir kuvvetti. Basın açıklamaları, yürüyüşler, geceler gibi etkinliklerle destek olmaya çalıştığımız Suriye halkı ve direnişi, bir yandan ülke gündeminden yavaş yavaş düşüyordu. Ancak Suriye rejimi ve Rusya ile İran destekli çetelerin katliamları, ülkemize gelmek zorunda kalan yeni mülteciler ve onların yerleşim sorunları gibi konularla Suriye gündemi kendisini hatırlatıyordu. Hem Özgür-Der Gençliği’nde hem de İstanbul Tıp Fakültesi’nde konuyu sıcak tutmaya gayret ediyorduk. Önemli eylem araçlarımızdan biri kermeslerdi. Bu vesileyle Suriye konusunu doğrudan gündemleştirmek, bölge halkı ve ülkemizdeki mülteciler için maddi yardım sağlamak, çaldığımız marşlarla fakülteye bir nebze olsun özgürlüğün ve direnişin havasını teneffüs ettirmek mümkün oluyordu. Fakültemiz, öğrenci hareketleri ve kulüpleri bakımından çok zengin ve mozaik bir görüntü sunmuyordu. Buna karşın aktif çalışmalar yürüten birkaç grup vardı. Suriye meselesi şiddetli bir biçimde ülke gündeminde ağırlığını hissettirdiği ilk zamanlarda fakültenin öğrenci grupları içinde bizim dışımızda konuyu sahiplenenen ve dillendiren bir grup yoktu. Sol-Kemalist, Türkçü/Ülkücü ve diğer öğrenci gruplarından pek bir ses duyamamıştık. Diğer fakültelerin/üniversitelerin öğrencilerinin Suriye gündemlerinde ise farklı bir hava vardı. İslami hassasiyet sahibi öğrencilerin standları ve kermesleri “sol” görüşe sahip öğrenciler tarafından hedef alınıyordu. O dönem zorbalıkla karşı tarafı sindirmeye ve dağıtmaya çalışmak, sol-sosyalist öğrenci gruplarının bilinçli olarak kullandığı bir yöntem olmuştu. Bunu sadece duyarak, okuyarak değil İstanbul Tıp Fakültesi’nde bizzat yaşayarak anladık. 

screenshot-20250210-094521-m365-copilot2.jpg

2013 Aralık, İstanbul Tıp Fakültesi, öğrenci meydanı: sol grupların Suriye kermesinin yapıldığı çardak alanına yaptığı saldırı sonrası çevik kuvvetin intikali ve araya girmesi 

Fotoğrafın çekildiği günün sabahı rutin olarak yaptığımız kermeslerden birinin hazırlıklarına başlamıştık. Her şey doğal seyrinde ilerledi. Bayraklarımızı astık, kermes ürünlerini yerleştirdik, marşlarımızı çalmaya başladık. Öğleye doğru öğrenci arkadaşlar alışveriş için gelmeye başladılar. Öğle arası da kalabalık iyice arttı. Sohbetler, tebrikler, yemekler eşliğinde zaman geçti. Öğleden sonraki ilk ders saatine doğru kalabalık dağıldı. Ders programı müsait olan hanım arkadaşlardan bazıları kermesin başında durmaya devam ettiler. Geri kalan hanımlar ve erkeklerin çoğu derslerine girmek için amfilere yöneldiler. Ben de derse giden grubun içindeydim. Arkadaşlarla mescide uğradıktan sonra Dahiliye dersi için ilgili amfiye geçtik. Ders başlamadan önce telefonumu kontrol ettiğimde cevapsız çağrılar gördüm. Kermesin başında duran bir arkadaştan gelmişti çağrılar. Onu geri ararken kötü bir şeyler olduğunu kuvvetle hissetmiştim. Yanılmamıştım: Arkadaşın sesi panik içindeydi. Dahiliye amfisi ile öğrenci meydanı fakültenin iki ayrı ucundaydı. Aradaki yolu koşarken “Bu yol neden bu kadar uzun?” diye söylendiğimi iyi hatırlıyorum. Kendimi meydana atabildiğimde kermesin bulunduğu çardağın güvenlik görevlileri tarafından korunmaya alınmış olduğunu gördüm. Kermesin alındığı ablukayı kırmak için yaptığım hamle kısa sürede güvenlik görevlileri tarafından engellendi. Çünkü karşıda sınır tanımaz, haddini bilmez bir topluluk vardı. Kermeste çoğunlukla kız öğrencilerin bulunduğu bir vakitte “büyük bir kahramanlık örneği göstererek” bir dizi erkek öğrenciyle çardağa doğru hücuma geçmişlerdi. Bir arkadaşımızı darp etmişler, bayrakları sökmüşler, kermes alanını dağıtmışlardı. Peki kimdi bunlar: Tabi ki örgütlü sol-sosyalist gençlik. Eylemin türü neydi: Elbette ki “devrimci şiddet”. Bir tarihi vesika olması bakımından o dönem kermese saldıran sol öğrenci gruplarından bahsetmek istiyorum. Laiklik vurgusuyla öne çıkan 60’lı yıllardaki oluşumla aynı örgütlenme ismiyle 2013’te kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun üyeleri bu kermes saldırısının öncülüğünü yapıyorlardı. Yine o dönemde faal olan, Rusya-Çin bloğunu savunan Doğu Perinçek’in çizgisini ve önderliği benimsemiş Türkiye Gençlik Birliği üyeleri kermes baskınında yerlerini almışlardı. Çapa’nın yerli sol grupları kendilerine güvenmemiş olacaklar ki İstanbul Üniversitesi merkez kampüslerinden öğrenciler getirmişlerdi. Karşımızdaki kalabalıkta ilk kez gördüğümüz yüzler vardı. 

Çevik kuvvetin çok sayıda olmak üzere fakülteye gelişi, karşı grupla aramıza kesin bir bariyer oluşturmuştu. Karşılıklı sloganlar oluyordu ancak iki grup da yerlerinde sabit kalmakta kararlıydı. Bu zaman zarfında bizim bulunduğumuz çardak tarafına da diğer fakültelerden öğrenci arkadaşlarımız desteğe gelmişlerdi. Özellikle Özgür-Der Üniversite Gençliği o saatlerde alanda aktif rol üstlendi. Aynı dakikalarda fakültenin dekanlık ve idari birimlerinden öğretim üyeleri ve personeller de alana geldiler. Emniyet güçleri dağılmamız için bizi ikna etmeye çalışırken aynı çabayı fakülte yönetiminin gösterdiğine şahitlik ettik. Hayret verici bir şekilde eşit iki taraf muamelesi görüyorduk. Ortada bir zorbalık ve eşkiyalık olduğu gerçeği göz ardı ediliyor, mesele “tatlıya bağlanmaya” çalışılıyordu. Tam da bu dakikalarda grup olarak ne kadar yalnız bırakıldığımızın farkına vardım. Bu hissiyatım, bazı öğretim üyelerinin olayı uzaktan izlemekle yetinmeleriyle pekişti. “Büyüklerimizden” bir kişi bile gelip “Bu yapılan ayıptır, haksızlıktır.” deyip bizi savunmadı, yanımızda durmadı. Aslında bugün düşününce yaşadığımız o günü "küçük bir Suriye olayı” şeklinde değerlendiriyorum. Direnişleri boyunca Suriye halkının yanında da neredeyse kimse durmamıştı. Biz de o yalnızlığın ve zorluğun -çok küçük bir çapta da olsa- hislerini yaşamıştık. O güne dönüp baktığımda güldüğüm bir anı hatırlıyorum. Sol öğrenci grupları alandan ayrılmadan önce bizim sloganlarımıza karşılık “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!” diye bağırmışlardı. İşte o an bir şey oldu, grubumuzdan kahkaha sesleri yükseldi ve ardından hep birlikte onların sloganlarını alkışladık. Aslında mesele trajikomik bir nitelikteydi. Sol öğrenci gruplarının kullandığı sloganlardan bile onların dünya düzenini ve siyasal-sosyal olayları yorumlamada zaafa hatta körlüğe düştükleri anlaşılıyordu. Aslında Çapa’daki sol öğrenci gruplarının düzenli ve sürekli olarak bir körlük içinde bulunduklarını, çoktan köhnemiş retorikleri pazarlamaktan başka bir şey yapmadıklarını biliyordum. İlerici ve aydınlanlanmacı bir kisve altında resmi ideolojiye sadakatlerini tazeleyip duruyorlardı. Biz o gün bu sadakatin “devrimci bir şiddetle” birleştiği bir ana denk gelmiştik yalnızca.

Ertesi gün bir basın açıklaması ve protesto eylemi yapmak icap ediyordu. Bir akşamda anlaşıp organize olmak zordu ancak meselenin doğası eylemin bu aciliyetini gerekli kılıyordu. Toplanabildiğimiz kadar insanla Temel Bilimler binası önünde buluşup basın açıklamasını yaptık. Eylemin hızlı bir şekilde, yeterli sayıda öğrenciyle gerçekleşmesinde Özgür-Der Üniversite Gençliği’nin rolü vardı. Birbirinden haberli, örgütlü ve organize bir topluluğun sahada yarattığı fark belli oluyordu. Nitekim sol gruplar da eylemimizde bizi yalnız bırakmamışlar, polis kordonunun arkasında yerlerini almışlardı. Konuşmalarımızı ve basın açıklamamızı sloganlarıyla sabote etmeye çalıştılar. Ama sloganlarıyla, bayraklarıyla, konuşmalarıyla Suriye halkı ve direnişini müdafaa eden eylemimimiz başarıyla gerçekleşmişti.

screenshot-20250210-094713-m365-copilot2.jpg

2013 Aralık, İstanbul Tıp Fakültesi, öğrenci meydanı/Temel Bilimler binası önü

O günden sonra İstanbul Tıp Fakültesi öğrenci kulüpleri ve onların sosyal etkinlikleri kısa bir süre sessizliğe gömüldü. Belki de fakülte 28 Şubat dönemi başörtüsü eylemlerinden sonra ilk kez bu denli ideolojik bir hareketliliğe sahne olmuştu. Olayın yankıları bir süre devam etti. Sonra herkes eski hayatına döndü. Çapa’daki ateş yatıştırılmıştı ama Suriye meselesi her gün farklı bir hareketlenmeyle karşımıza geliyordu. Tabi ki işgal, katliam, göç ve mevsim koşulları gibi konular her daim sıcaklığını hissettiriyordu. Suriye’deki sürecin yakıcılığı kadar meselenin ele alınma biçimleri de insanın asabını bozar nitelikteydi. Kara propaganda ve dezenformasyon bir teamül halini almıştı artık. O dönemde insanın veya toplumun “sinir uçlarıyla oynamak” tabirinin ne anlama geldiğini anlamaya başlamıştım. Vicdanımız her gün teste tabi tutulurken sinir sistemimiz de yaşananlardan payını alıyordu. 

Çapa’da bir grup arkadaşla fakültenin kalan yıllarında sivil bir oluşum halinde yola devam ederken bildirilerimizde, afişlerimizde, tartışmalarımızda Suriye meselesi kendisine hep yer bulmuştu. Biz mezun olduktan sonra da süreç devam etti. Diyebilirim ki Suriye devriminin yayıldığı zaman zarfında iki kuşak doktor yetişti. Bir diğer deyişle bu sürede bir tıp öğrencisi fakülteyi baştan başa iki kez okuyabilirdi. 

Ben devrim haberini fakülteyi bitirmiş, mecburi hizmetini yapmış, ihtisas eğitimine başlamış, Psikiyatri uzmanı olmuş, Anadolu’nun ücra bir ilçesinde uzmanlığın mecburi hizmetini yaparken aldım. Bir pazar sabahı Erzincan öğretmen evinde hayatımın en mutlu günlerinden birine uyandım. 

 “Rabbim ben sana dua etmekle hiçbir zaman bedbaht olmadım.”

screenshot-20250210-094926-m365-copilot2.jpg

YAZIYA YORUM KAT

15 Yorum