1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Öztürk

  3. Sözde, cepte ve vicdanda tasarruf
Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Yazarın Tüm Yazıları >

Sözde, cepte ve vicdanda tasarruf

09 Eylül 2009 Çarşamba 02:17A+A-

Kriz diyorlar; alışveriş merkezleri dolu. Kriz diyorlar; 9 yaşından 79 yaşına kadar herkesin elinde cep telefonu.

Kriz diyorlar; vicdanlar sızlamadan çöpler ekmek dolu. Kriz diyorlar; yiyecek, içecek ve eğlence merkezleri dolu. Bu nasıl kriz peki?

Ekonomik krizden söz etmek istemiyorum aslında. Esas kriz; “sözümüzde”, “sesimizde” ve “kulağımızdadır.” Sözünü bilmeyen, ses tonunu ayarlamayan, kulaklarını kötülüğe tıkamayanların başından kriz eksik olmaz. Esas kriz bu üçündedir.

O zaman bu krizi nasıl aşabiliriz? Her birimiz boy aynasının karşısına geçip, kendimizle açık ve net şekilde konuşabilirsek aşarız. Ne yazık ki, kendimize hesap soramayıp, başkasına hesap sorarak yaşıyoruz. Kişi önce kendisine hesap sormalı. “Sözde, seste ve kulakta” ne kadar israftan kaçabiliyor ve üzerimizdeki nimeti ne kadar tasarruflu kullanabiliyoruz, buna cevap vermeliyiz.

Eğer bu soruya cevap veremiyorsak, krizi aşmak bir yana, Karun kadar zengin olsak, yine musibetlerden kurtulamayız. Nice varlıklı insanlar var ki, sokakta yürümeye hasret, bir kuru soğan yemeye muhtaç, üç defa art arda rahatça nefes almak için ne paralar harcamaya hazır, her yanı lüks yiyecek ve içeceklerle dolu olan nice kimseler o tattan yoksun.

Şikâyet ya da isyan, hiçbir krizi bitirmez, aksine büyütür. Esas olan, aklıselim hareket ederek, sahip olduklarımızın kıymetini bilip, bunları tasarruflu şekilde idare etmektir. Bedel ödenmeden kazanılanın kıymeti yoktur. Bedel ödediğimiz zaman ancak huzurla harcar ve bedel ödediğimizi de kolay kolay israf ederek, har vurup harman savurmayız.

İsraf ve tasarruf; tamamen kişinin “ruh, akıl, duygu ve hal” haliyle ilgilidir. İhtiyaçlarımıza sınır getirmek, kendimize olan saygımızın bir göstergesidir. Sıcak para her zaman ihtiyaç doğurur. Asıl mesele, “akıl, ruh, fikir ve düşünce” kirliliğine bulaşmadan ve başkalarına gösteriş yapmadan; “Onun var, benim de olsun” krizine girmeden, özenti ve heves rüzgârına kapılmadan, ihtiyaçlarımızı yerli yerince karşılayabilmektir.

“Para mutluluktur ya da değildir”. Bu kavram kişilere göre değişir. Akılda, duygularda ve ruhta kriz yoksa diğer maddi krizler zamanı geldiğinde aşılır, ama manevi kayıpları telafi etmek zordur. İnsanı iş değil, insan yorar. Paraya hırsla sahip olmanın yolu, genelde hastanelerde biter. Kazanılanla harcanan arasında denge kuramayan kişiler, kendilerini ve çevrelerini devamlı zehirlerler.

Kazancımızın dengesini evden başlayarak, sokağa, işe ve bütün memlekete yayabilmeliyiz. Bunu yaptığımızda aile ilişkilerimiz, işimiz, gücümüz ve dışarıdaki münasebetlerimize kadar her şey bir dengeye oturur. Hayatın ihtiyaç duyduğu insanla insanın ihtiyaç duyduğu hayat arasındaki fark ortaya çıkar. Esas olan da budur.

Herkesin herkesle yalnızca; “statü, malı veya herhangi bir farklılığıyla” ilişkiye geçtiği bir yerde, çok ağır bir sosyal buhran yaşanması zorunludur ve kimse mutlu olmaz. Hiçbir zaman topraktan geldiğimizi unutmamalıyız. Toprak kadar verimli, toprak kadar güzel, toprak kadar sabırlı, toprak kadar mütevazı olabilmeliyiz.

Terazide yaşamak mecburiyetindeyiz. Vicdanı ile cüzdanı arasında köprü kuramayan kişi ya da kişiler, her zaman cüzdandan yana tavır alırlar ve cüzdanlarının kendilerini kurtaracak tek güç olduğuna inanırlar. Oysa adaletsizlik, her türlü yolsuzluğu seri halde üreten muazzam bir entegre tesistir.

Aile bireyleri ortak bir havuzda toplanmalı ve suyu dışarı taşırmadan, sığ sularda yüzmesini bilmelidir. O zaman ne dalgadan etkilenilir, ne batma korkusu yaşanır ne de herhangi bir tehlike belirir. Sahile sağ salim çıkmanın en iyi yolu, hayat dalgalarıyla boğuşurken birbirimize can simidi olabilmektir. Yoksa kimse bizim okyanuslarda dalgalarla nasıl boğuştuğumuzla ilgilenmez ve yardıma gelmez.

Herkesin ilgilendiği tek nokta, aile gemimizin sağ salim limana yanaşıp yanaşmadığıdır. Limana iyi yanaştıysak alkışlarlar, kötü yanaştıysak akıl dağıtırlar. Çünkü kağnı devrilince yol gösteren çok olur. Kağnıyı devirmeden bir armağan olan hayatı yürütmek, bu dünyaya geliş amacımızın yegâne sebebi değil midir?

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT