1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Söylenen şarkılar öldürülemez
Söylenen şarkılar öldürülemez

Söylenen şarkılar öldürülemez

Üç aydır müzik dinlemiyorum. Hüzünlü anlarda her zaman yaptığım gibi içimden şarkı bile söylemedim.

18 Eylül 2025 Perşembe 22:32A+A-

Hazem Alghosain’in The Electronic Intifada’da yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


Hatırladığım ve söylediğim son şarkı, müzik grubumun yıllık Octobar al-Wardy (Gülümseyen Ekim) festivali kapsamında vereceği konser için yaptığı provada söylediğimiz Ya Rayheen ‘al-Quds Khudhuni Ma‘akum – “Beni Kudüs'e Götür” idi. Her yıl bu festivale katılıyorum.

Müzik, kulakları sağır eden roket saldırılarından kaçış noktamdı. Arapçada, müzikle hissettiğimiz coşkulu zevki “tarab”, yani “büyülenme” olarak adlandırırız ve ben de haber programlarının müzikli girişlerinde bir tür “tarab” bulurdum, ardından insanları, bitkileri ve yerleri yok eden yeni bir katliam haberi gelirdi.

Katliamlar ve soykırım karşısında, sesimi ve gitarımı kullanarak çocukların hayallerine daha parlak bir yarın getirmek için karar verdim.

Gazze'deki hemen hemen herkes gibi, ben de bir çadırdan diğerine, yerinden edilmişler kampından grup barınağına sürükleniyorum. Müziğimi, şarkılarımı ve umudumu arkamda sürükleyen bir ipi taşıyorum.

25 yaşındayım. Gazze şehrindenim.

Babam, şarkıcı, müzisyen ve besteci Marcel Khalife'yi çok sevdiği için bana Marcel adını verdi. Ama annem bana Hazem dedi ve bu benim adım oldu. Ben buyum.

Şarkı ve vatan sevgisini babamdan miras aldım ve müzik benim yaşam biçimim, direniş biçimim oldu.

Gazze'de bizim için olası gelecekler, soykırım savaşının başlamasıyla kesildi. Kayıt stüdyom yıkıldığında sanatçı olarak işimi kaybettim ve bununla birlikte hayallerim ve motivasyonum da yok oldu.

Aylarca hiçbir şey yapamadım. Kaybolmuştum, çoğumuz öyleydik.

Bir fikir doğar

2023 yılının Ekim ayında kuzeyden ilk kez yerinden edildiğimde, toplu barınak haline getirilmiş bir evde kaldım. Evdeki tüm çocuklar korkuyordu. Bir noktada, onlara Aatuna al-Tufulah, yani “Bize Çocukluğu Verin” adlı bir şarkı öğretmeye karar verdim. Bu çok hüzünlü bir şarkıdır, ama çocuklar bu şarkıyı sevgiyle benimsediler. Sanki bir güneş ışığı korkularını yok etmiş gibi, tutkuyla şarkıyı söylediler.

Bir fikir doğdu. Kamplarda ve okullarda çocukları psikolojik destek için bir araya getirmek için şarkıları kullanacaktım. Başladığımda, fikir gelişti ve çocukların kendi hikâyelerini kendileri yazıp kendi sesleriyle anlatabilecekleri bir tiyatro grubu oluşturabilmeleri için müzikle birlikte oyunculuk ve yazma tekniklerini kullanan atölyelere dönüştü.

Mart 2024'te, çocukların şarkı söylemeyi, sahneye çıkmayı, yazmayı ve tiyatroyu öğrenebilecekleri bir müzik çadırı kurdum. Çadır çok popülerdi ve bir ara 200-250 kadar çocuğu kendine çekti. İsrail ordusu, Han Yunus'un o bölgesinden tahliye emri verene kadar her gün onlarla birlikteydim.

Hayalimiz yarıda kaldı ve beraberliğimiz de sona erdi.

İsrail ordusu bölgeyi bombaladığı günler boyunca çocuklardan haber alamadım. Sonunda sığınağa geri döndük. Ama sadece bazı çocuklar geri döndü. Diğerleri dönmedi.

Daha sonra, öğrencilerimden yirmisinin bombalamada öldüğünü öğrendim. Daha fazlası yaralanmıştı. Hayalimiz onlarla birlikte öldü. Şehit olanların yerini alacak yeni öğrenciler almamaya karar verdim. Onlar yeri doldurulamaz.

Müzik bir aktivite değildir. Bir anı, bir iz, sonsuzluktur.

İsrail'in soykırım savaşı beni henüz öldürmedi, ama bir zamanlar gerçek olduğuna inandığım insanlık kavramlarını öldürdü.

Her şeye rağmen çocuklarla şarkı söyler ve gülümsemelerini izlerdim. Tek bir hava saldırısı, inşa ettiğimiz her şeyi yok etmeye ve bizi taşınmaya zorlamaya yetti.

Unutulmanın karşısında

Şimdiye kadar kaç kez yerinden edildiğimi hatırlamıyorum; onuncu seferden sonra saymayı bıraktım. Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneyine kadar neredeyse her yerine yerinden edildiğimi biliyorum.

Arkadaşlarımı kaybettim. Halil, Ahed, Hamid, Muhammed, Mahmud, Majd, Waseem, Hareth... Akrabalarımı kaybettim, annemin erkek ve kız kardeşlerini ve kuzenlerimi. Bu kayıplar beni mahvetti, ama Gazze'deki bir çocuğun ekmeksiz ve susuz aç bir şekilde uyumayı kabul etmemesi gibi, ben de umutsuzluğa teslim olmayı reddediyorum.

Bize dayatılan açlık, bu dünyanın insanlığından geriye kalanları öldürdü.

Bu makaleyi yazarken açım. Son iki gündür yediğim tek şey küçük bir kâse mercimek çorbası ve haftalardır durumumuz böyle. Sürekli zonklayan baş ağrısı ve yiyecek ve ilaç eksikliğinden kaynaklanan bir dizi sağlık sorunu çekiyorum.

Çocuklar artık şarkı söyleyecek gücü kendilerinde bulamıyorlar. Dinleyecek ya da işitecek gücü kendilerinde bulamıyorlar. Yiyecek ya da su için sıraya girmek, artık “barış” şarkılarından çok daha önemli.

Şu anda çıkardıkları sesler, boş midelerinin gurultuları, şehirde yankılanan gurultular.

Ama bunu yakınıp sızlanmak için yazmadım. Unutulmaya yüz tutmuş bir dünyada sesimi sonsuza dek kazımak için yazıyorum.

Soykırım beni hayatta kalmaya çalışan bir insan yapmadı. Beni bir iz bırakmak isteyen bir insan yaptı, böylece bu zorla açlık ve yok edilme toprağında, umudu beslememiş olsa da umut için şarkı söyleyen bir sanatçı vardı denilebilsin diye.

Söylenen şarkı öldürülemez.

 

*Hazem Alghosain; müzisyen, yazar ve tiyatro sanatçısıdır.

HABERE YORUM KAT