
Soykırımın gölgesinde Trump'ın "Nobel" saplantısı
Ertuğrul Cingil, Trump’ın Nobel hayalini Gazze soykırımına verdiği destekle yan yana koyarak barış söyleminin en acımasız ikiyüzlülük tablosunu çizerken, Nobel Ödülü'nün çelişkili tarihini aktarıyor.
Ertuğrul Cingil/Fokusplus.net
Trump’ın Nobel Saplantısı: Barış İronisi, Soykırım Gerçeği
Son günlerde Alaska’dan Beyaz Saray’a Ukrayna için barış rüzgarları estiren ABD Başkanı Donald Trump için diplomasi, her gün değişen, gösterisi bol, dekoru çarpıcı bir tiyatro gibi. Savaş uçaklarının gölgesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e güç gösterisi yapan Trump, patron edasıyla karşısına hizaya dizdiği Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ve Avrupa liderlerine acziyetlerini en çarpıcı biçimde sergiletmenin keyfini çıkarıyor.
Dünya, Trump’ın güvercin politikadan şahinliğe, samimi görüntülerden ağır yaptırımlara sürekli değişen hamleleriyle belirsizlik fırtınasında yol alıyor.
Öngörülemezliği pragmatik bir stratejiye dönüştüren Trump’ın ulaşmak istediği en güçlü hedef ise Nobel Barış Ödülü. Trump için bu ödül, saplantı haline gelmiş, bitmeyen bir rüya gibi.
İş hayatındaki başarılardan parıltılı zenginliğe, siyasi güçten ikinci kez seçildiği ABD başkanlığına kadar istediği her şeye erişmiş olan Trump’ın ulaşamadığı tek ödül, Nobel.
Theodore Roosevelt’ten Woodrow Wilson’a, Jimmy Carter’dan Barack Obama’ya bugüne kadar dört ABD başkanına verilen Nobel Barış Ödülü, Trump için yaklaşmaya çalıştıkça uzaklaşan bir gölge gibi. Bu uğurda onu en çok tetikleyen ise eski ABD Başkanı Barack Obama’ya verilen “erken Nobel.”
Obama’nın Nobel’i “gereksiz” veya “haksız” bir şekilde aldığını savunan Trump, “Obama neden aldığını bile bilmiyordu, ben çoktan hak etmiştim.” diyerek attığı her diplomatik adımı ödül için gerekçe olarak sunmaya çalışıyor.
Trump’ın egosunun zirvesini süsleyen Nobel Ödülü, Obama’ya karşı rövanşında en etkili sembol. ABD Başkanı Trump’ın “Eğer adım Obama olsaydı, ödülü on saniyede bana verirlerdi.” cümlesi kıskançlık duygusunu yansıtıyor.
Kendini “barışın mimarı” olarak lanse eden Trump, Kosova-Sırbistan’dan Pakistan-Hindistan’a, Ruanda-Kongo’dan Tayland-Kamboçya’ya, İsrail-İran’dan Azerbaycan-Ermenistan’a kadar tam altı savaşı durdurduğunu savunuyor.
Son olarak Ukrayna için sahnelediği ve nasıl sonuçlanacağı belli olmayan “fast food diplomasisinin” altında kalıcı ve gerçek barış hedefinden çok Nobel motivasyonu yatıyor gibi.
Trump, “altı savaşı” durdurmadaki rolü tartışmalı olsa da ödülü çoktan alabileceği “tarihi başarılara” imza attığını her fırsatta iddia etmekten vazgeçmiyor. Çünkü Trump, Nobel’i yalnızca uluslararası prestij olarak değil, iç politikada kendi tabanına yönelik popülist bir söylem aracı olarak da görüyor.
“Ödüller adil verilseydi ben kazanırdım” söylemini, sistem karşıtlığı ve mağduriyet anlatısı üzerinden seçmen desteğini pekiştirme stratejisi olarak kullanıyor.
Trump’a göre Nobel’i almak, yalnızca küresel bir takdir değil; adeta “Obama’dan daha büyük bir lider” olduğunu kanıtlamak demek.
“Ben kurtardım, onlar ödülü başkasına verdiler”
Trump’ın Nobel tutkusu 2019’da trajikomik bir boyut kazandı: Ödül Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’e gidince, “Bir ülkeyi ben kurtardım, ödülü başkasına verdiler.” diyerek tepkisini gösterdi.
2020’de attığı tweette “Noble Prize” yazımı sosyal medyada alay konusu oldu; Trump içinse bu bir yazım hatası değil, medyanın “Nobel komplosu”ydu.

Trump’ın Nobel sevdası temmuz ayında daha ilginç bir boyut kazandı. Vergi yaptırımları için aradığı Norveç Maliye Bakanı Jens Stoltenberg’le görüşmesinde Nobel Ödülü’nü de gündeme getirdi. Bu tutum, Trump’ın ödülü diplomasi değil, siyasal etkiyle kazanabileceğini düşündüğünü gösteriyor.
Trump’la ilgili “ödülü alamazsa Norveç’i bombalayacak” şeklindeki asılsız fakat yoğun etkileşim alan sosyal medya paylaşımı, Nobel saplantısının nasıl küresel bir parodiye dönüştüğünün en çarpıcı örneği oldu.
Dış politika rüşvetine dönüşen nobel adaylığı
Kanada’dan Grönland’a, yayılmacı tehditler ve vergi tarifeleri, liderleri Trump’la denge arayışına zorladı. Güç gösterisi ve yaptırımların estirdiği sert fırtınada onun yumuşak karnı olan Nobel, kullanışlı bir diplomatik araç haline geldi.
Bu zaafını bilen liderler, her fırsatta Trump’ın Nobel beklentisini çıkarları için kullanmak amacıyla aday gösterme sırasına girdi.
Trump’ın egosunu okşayan, dış politika rüşvetine dönüşen Nobel diplomasisinin baş aktörü ise Gazze’de uyguladığı kesintisiz soykırım politikalarıyla İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu oldu.
Altı ayda üç kez Beyaz Saray’ı ziyaret eden Netanyahu, “tarihi lider” diye övdüğü Trump’ın Orta Doğu’da İsrail’i korumak için attığı adımları barış maskesiyle süsleyip Nobel’e aday gösterdi. Trump, Netanyahu’nun bu adımını “Vay canına… Özellikle senden gelmesi çok anlamlı.” diyerek onurla karşıladı. Böylece Nobel söylemi, İsrail’in işgal ve soykırım politikalarını kolaylaştırmak için kullandığı kirli bir kaldıraç haline dönüştü.
Amerika’da Cumhuriyetçi Partili bazı kongre üyelerinin Trump için yaptığı Nobel adaylık başvurularını; Pakistan’dan Kamboçya’ya, Japonya’dan Gabon’a, Senegal’den Ruanda’ya, Moritanya’dan Azerbaycan ve Ermenistan’a kadar birçok ülkenin devlet başkanları izledi.
Hatta ezeli rakibi Hillary Clinton bile, Putin’e karşı durabilir ve Ukrayna’daki savaşı bitirirse Trump’ı Nobel’e aday gösterebileceğini söyledi. Bu sürpriz açıklamayla keyiflenen Trump ise “Sanırım ondan tekrar hoşlanmaya başlayabilirim.” diye karşılık verdi.
Trump’ın Nobel barış parodisi, kara komediyle trajediyi buluşturuyor; İsrail’in Gazze’deki soykırımına sunduğu sınırsız destek, ironiyi ve ikiyüzlülüğü gözler önüne seriyor.
Nobel’in adı anıldıkça, Ukrayna’da peşinden koşulan barış umudu, Gazze’nin yıkıntıları arasından yükselen çocuk çığlıklarıyla buharlaşıyor.
Gazze yeniden işgalin karanlığına gömülürken Trump’ın Nobel hayalini konuşmak artık ironiyi aşan, trajediye dönüşen bir görünüm oluşturuyor.
İran saldırısı ve barış paradoksu
Trump ilk başkanlığı döneminden itibaren; Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınmasına, Golan Tepeleri’ndeki işgale destekten Batı Şeria’daki hukuksuz ilhakların meşrulaştırılmasına kadar, Filistin’i yok sayan kuşatma politikalarını hayata geçirdi.
Kendini barışın savunucusu olarak sunan Trump, İsrail’i korumak için B2 savaş uçaklarıyla İran’daki Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini ölümcül sığınak delici bombalarla vurduğunu böbürlenerek anlattı.
Barışın elçisi olduğunu iddia eden bir liderin, savaş ve yıkımı acımasızca övmesi, söylemlerinin paradoksunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Trump, bir yandan sürekli barıştan ve Nobel rüyasından söz ediyor, diğer yandan ölüm saçan ağır bombardımanları savunuyor. Bu tezat, ikiyüzlülüğün ve gerçeklikten kopukluğun en sert örneğini oluşturuyor.
Gazze’de soykırım Trump’ın desteğiyle derinleşiyor

İsrail’e mühimmat desteğini aralıksız sürdüren Trump yönetimi, Kongre’yi bile atlayarak gerçekleştirdiği acil silah satışlarıyla soykırım cephaneliğini sürekli takviye ediyor.
Trump’ın sağladığı 38 milyar doları aşan askeri yardımlar, Gazze’de masum çocukların, kadınların ve sivillerin üzerine ölüm olarak yağmaya devam ediyor.
İsrail bu silahlarla Gazze’yi enkaza çevirmeyi, soykırım bilançosunu ağırlaştırmayı sürdürüyor. Saldırılarında atılan 75 bin tonu aşan bombanın tahribat gücü, Hiroşima’ya atılan atom bombasının yaklaşık altı katına denk geliyor.
ABD’nin Afganistan’a bir yılda attığı bombayı, İsrail Gazze’ye yalnızca bir haftada attı. Bu bombardımanlar, yarıdan fazlası çocuk ve kadınlardan oluşan 63 bine yakın Filistinlinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Ölümlerin en acısı ise 115’i çocuk olmak üzere 289 Filistinlinin açlıktan yaşamını yitirmesi.
İsrail’in ağır saldırılarında 160 bine yakın kişi yaralanırken, 18 bini aşkın masum çocuk yaşamdan koptu, 40 binden fazla küçük yürek öksüz ya da yetim kaldı.
Bu ağır kayıpların yanı sıra kıtlığın pençesindeki bölgede 40 bin bebek ve 250 bin çocuk ölümcül yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya. Daha bir yaşını dolduramadan öldürülen 876 bebek, Gazze’nin geleceğinin nasıl boğulduğunun sessiz şahitleri oldu.
Netanyahu’nun başlattığı karanlık işgalle birlikte nüfusun tamamına yakını tekrar abluka ve zorunlu yerinden etmelere maruz kalırken, 2 milyondan fazla sivilin hayatta kalma mücadelesi daha da ağırlaşıyor.
Trump’ın “Orta Doğu’nun Rivierası” hayali
Hamas’ı ve rehineleri bahane ederek İsrail ordusunun Gazze’deki operasyonlarını meşru gösteren Trump, soykırıma verdiği çok yönlü destekleri kesintisiz sürdürüyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı’nın yargılamalarına karşı İsrail’i koruma altına alan Trump yönetimi; BM’deki veto gücünü Netanyahu için diplomatik bir zırh olarak kullanıyor.
İsrail’in yürüttüğü kanlı saldırılar devam ederken Trump’ın pazarlamaya çalıştığı, Gazze’yi “Orta Doğu’nun Rivierası” yapma projesi tarihe, vicdana ve insanlığın ortak değerlerine en büyük hakaret olarak öne çıkıyor.
Gazze’nin ölüm kokan harabeye dönüşmüş sokakları üzerinde kurulan “tatil cenneti” hayali; Netanyahu ve Trump’ın insanlık dışı suçlarını örtme, soykırımı aklama çabasının maskesidir.
Gazze’yi hukuksuz şekilde işgal edip tatil bölgesine çevirme projesi, sadece barışın değil, insanlığın ortak değerlerinin de en ağır inkarıdır.
Tüm bu adımlar, Trump’ın İsrail’i yalnızca bir müttefik değil, adeta dokunulmaz bir “kutsal ortak” olarak konumlandırdığını gösteriyor. Ancak bu soykırım ortaklığının faturası ağır: Gazze’de her gün ölüme uyanan çocukların, yerle bir edilen hastanelerin ve aç susuz bırakılan milyonların trajedisi, Trump’ın desteğinin gölgesinde büyümeye devam ediyor. İsrail’in elindeki ölüm saçan silahların çoğunda ABD yönetimlerinin imzası, Netanyahu’nun kural tanımaz pervasızlığında ise Trump’ın politikalarının izleri var.
Gazze’deki her ölümde, akan her damla kanda, açlıktan gölgeleşen hayatlarda ve giderek derinleşen soykırımda Nobel peşindeki sahte barış mimarının sarsılmaz desteği var.
Trump, barış ödülünün değil; kana bulanmış Gazze topraklarının, harabeye dönmüş sokakların, açlıktan kıvranan çocukların üzerinde yükselen ikiyüzlülüğün en güçlü adayıdır.
Nobel’i almak için yanıp tutuşan Trump, barışı kendi çıkarları için araçsallaştıran, tarihin en büyük soykırımlarından birine hizmet eden sponsor olarak hatırlanacak.
Trump’ın rüyası Nobel’in karanlık gölgesi
Nobel’in tarihindeki tüm tartışmalı ödülleri bile gölgede bırakacak bu ironik durum, barış söyleminin nasıl bir propaganda aracına dönüştürülebileceğinin en açık örneği.
Bir yanda milyonların yaşadığı açlık, yıkım ve ölüm; diğer yanda bu tabloya destek veren bir liderin Nobel saplantısı.
Çelişkilerle örülü bu durum, yalnızca Trump’ın değil, Nobel Barış Ödülü Komitesi’nin de sınavıdır. Ayrıca, dünyaya en yıkıcı patlayıcı maddelerden biri olan dinamiti armağan eden Alfred Nobel’in “barışın simgesi” haline gelmesi, tarihin en keskin tezatlarından biridir.
“Barış” adına verilen en prestijli ödül olarak sunulan Nobel, aslında kendi tarihinde derin çelişkiler taşıyor.
İsrail’in katliamlarıyla anılan eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres’ten; ülkesinin “Latin Amerika’nın İsrail’i” olarak anılmasından “gurur duyan” Kolombiya’nın eski Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos’a; Vietnam’da yüz binlerce insanın ölümünde pay sahibi olan Henry Kissinger’dan, Myanmar’daki Rohingya soykırımına göz yuman Aung San Suu Kyi’ye kadar tartışmalı isimlerin ödüllendirilmesi, “barış” kavramını kirleten örnekler olarak öne çıkıyor.
Kimi zaman barışı onurlandırmaktan çok jeopolitik çıkarların ve diplomatik dengelerin gölgesinde verilen ödül, güç ilişkilerinin vitrin süsüne dönüşüyor. Ölüm ve yıkımla anılan bir icadın gölgesinde, “barışın onurlandırılması” kuşkusuz derin bir çelişkidir. Bu durum, tıpkı ödülü saplantı haline getiren Trump’ın Gazze’de İsrail soykırımına sponsor olması gibi karanlık bir ironinin en acı örneğini oluşturuyor.
Şayet Trump Nobel’i kazanırsa, dinamitin mucidi Alfred Nobel’in madalyasını boynuna takarken belki de ödülün 1,2 milyon dolarlık maddi kısmını soykırımın sürmesi için İsrail’e aktarabilir. Böylece Nobel Barış Ödülü, ikiyüzlülüğün en görünür sembolüne dönüşür.
Nobel Komitesi’nin yapısı, uluslararası dengeler ve ödülün tartışmalı prestiji düşünüldüğünde, Trump’ın bu rüyasının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmek için ekim ayını beklemek gerekecek.
Oslo’dan gelecek haberi merakla bekleyecek olan “barışın mimarı” Trump, şayet bu yıl alamazsa Nobel yürüyüşünü kendini aday gösterme kervanına yeni eklenenlerle sürdürecek.
Gazze’nin yaralı hali, açlıktan iskelete dönen çocukların mecalsiz çığlıkları insanlığın belleğinde saplanmış kızgın bir mızrak gibi kalacak.
Ve Trump, bu hafıza kaydını hiçbir ödül töreninin ışıklarıyla silemeyecek.








HABERE YORUM KAT