1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. “Savaş bizden çok fazla şey aldı”
“Savaş bizden çok fazla şey aldı”

“Savaş bizden çok fazla şey aldı”

“Gazze’de sadece ilaca ve yiyeceğe ihtiyacımız yok; birilerinin bizi görmesine, yok olup gitmeden önce kim olduğumuzu hatırlatmasına ihtiyacımız var.”

13 Ekim 2025 Pazartesi 14:36A+A-

Gazze’de yaşayan genç yazar Hassan Herzallah, çocuklara ders vermenin, yardım dağıtmanın ve anılara tutunmanın direniş eylemi haline geldiği, insansız hava araçlarının gölgesinde geçen geceleri ve kıtlığın hüküm sürdüğü günleri anlatıyor.


Savaş Bizden Çok Fazla Şey Aldı

Hassan Herzallah / New Lines Dergisi

Çev: Evrim Yaban Güçtürk / Perspektif.online


 

8 Eylül, saat 22:00. Sahilde oturuyorum, üzerimde keşif yapan bir insansız hava aracı vızıldıyor. Ayaklarımın altındaysa dalgalar fısıldıyor. Ay, tam karşımda, içimdeki duyguları yansıtıyormuşçasına kırmızı, parlıyor, içimin daraldığını hissediyorum.

Geç olduğundan çadıra dönmem gerektiğini söylemek için annem arıyor. Çadıra dönüyorum. Vardığımda kardeşim Malak, “Yeni ayakkabılar almışsın” diyor. Gözyaşlarımı tutamıyorum: Ayakkabılar arkadaşım içindi. Bacağı kesildiği için artık bu ayakkabıları giyemeyecek.

Gazze’de sadece ilaca ve yiyeceğe ihtiyacımız yok. Birilerinin bizi görmesine, birilerinin bize yok olup gitmeden önce kim olduğumuzu hatırlatmasına ihtiyacımız var.

En acil sorunlardan biri ilaca erişim. Annem savaş sırasında şiddetli migren ağrıları çekmeye başladı. Sürekli vızıldayan dronlar ağrılarının daha da kötüleşmesine neden oldu. Başındaki, kemiklerindeki ağrılar dayanılmaz bir hal aldı, hiçbir şey yapamıyor. Tedavi olmak umuduyla sabah erkenden en yakın hastaneye gitti ama ilaç yoktu. Ben de birkaç eczane dolaştım, ama hiçbir şey bulamadım.

Sağlık krizinden muzdarip olan sadece annem değil. Han Yunus’un el-Mevasi bölgesindeki mülteci kamplarında yaşıyorum. Savaşın başından beri de yardım dağıtıcısı olarak çalışıyorum. Bu nedenle de asla unutamayacağım yüzlerce hikâyeye tanık oluyorum. Bu hikayelerin bazıları bana iyi geliyor; bir çocuğun gülümsemesi ya da yorgun bir ailenin gözlerindeki umut gibi mesela. Bazılarıysa uykularımı kaçırıyor, beni kedere boğuyor. Bu karşıtlık hep içimde, benle.

Savaş başlamadan hemen önce, İslam Üniversitesi’nde ikinci yılıma başlamıştım. Tercümanlıkta okuyordum; İngilizce. 9 Ekim 2023’te, Gazze’nin eğitim sistemini yok etmeye yönelik operasyonun bir parçası olarak, üniversite bombalandı. Okullar ve üniversiteler ya yerle bir edildi ya da oldukça kalabalık sığınaklara dönüştürüldü. Ben de yerinden edilenlerden biri oldum.

2024 yılının Şubat ayı sonlarında, yaşadığım mahalle bombalandı. Ailem, Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) okullarından birinde yaşamak zorunda bırakıldı. Ben de sığınaktaki çocuklara, kaosun içinde biraz düzen sağlamak için, başlangıç seviyesinde İngilizce öğretmeye başladım. Bazı gönüllülerin Kur’an ve Arapça öğrettiğini görmüştüm. Bir süre sonra da bir arkadaşım İngilizce öğretmeye başlamamı önerdi. Onlarca çocukla derslere başladım, onlara alfabe ve basit kelimeleri öğretiyordum. Zamanımı sevdiğim bir şeyi yaparak değerlendirmek güzel bir duyguydu. Çocukların çoğu ilk kez isimlerini İngilizce yazmayı öğrendi. Üzerine adlarını yazdıkları kağıtları bana göstermek için kaldırdıklarında yüzlerinde gördüğüm gurur hala hatırımda. O küçük anlarda, onların da kendimin de karanlığın içinde küçük bir ışık yakalamış olduğumuzu hissediyordum.

Daha sonra, barınağın beslenme departmanında gönüllü olarak çalışmaya başladım. Benimkiler gibi ailelere yemek dağıttım. Bu, UNRWA ile ilk doğrudan deneyimimdi ve benim için çok şey ifade ediyordu. Sadece yemek servisi yapmadım, dinledim, bağ kurdum ve anladım.

6 Mayıs 2024’te Refah’ı tahliye etmek zorunda kaldık. 1 milyondan fazla insanın akın ettiği bu küçük şehir birdenbire güvenli olmayan bir yer haline geldi. Sonra kısa süreliğine uzun süredir görmediğim evime döndüm, kıyafetlerimi aldım ve tekrar ayrıldım. Bedenim yoluna devam etti, ama orada kaldım.

Üniversitem, evim ve güvenliğim kalmamıştı, hayatım bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüştü.

2025 Mart ayında Türkiye’den arkadaşlarım bana el uzattığında bir şeyler değişti. Dostum Ahmed ve kamerasıyla Gazze’deki kampları ziyaret etmeye, nakit yardımı yapmaya, hikayeleri belgelemeye, çok kısa süreliğine de olsa bir parça neşe getirmeye çalıştık. Bu sadece ikimizin yürüttüğü küçük bir projeydi ancak bunu mümkün kılan Türkiye’deki dostlarımızın desteğiydi. 

31 Mart 2025’teki Ramazan Bayramı geldiğinde, koşullar oldukça vahim bir hal almıştı. Savaş uzadıkça her şeyin fiyatı artıyordu ve insanlar nakit paraya erişemiyordu. Yine de Türkiye’den gelen yardımla, yıllardır düzgün bir bayram kutlaması yapmamış 100’den fazla çocuğa hediye verecek kadar para topladık.

Bu çocukların çoğu hastanelerde yatıyordu ve yetersiz beslenme ve hepatit gibi hastalıklardan muzdaripti. Sağlık alanındaki yıkımın boyutunu görmek çok üzücüydü, ancak çocukların bizi gördüklerinde yüzlerine yayılan gülümsemeler büyüktü. Kısa bir an için, kahkahaları umutsuzluğu dağıtarak bize savaşın silmeye çalıştığı bayramın anlamını hatırlatıyordu.

Han Yunus’taki kampta unutulmaz bir an yaşadık. Orada, Down sendromlu 13 yaşındaki Muhammed ile tanıştık. Yıkıma rağmen en güzel kıyafetlerini giymişti ve bizi en parlak gülümsemesiyle karşıladı. Gazze’nin çökmekte olan sağlık sistemi nedeniyle onun gibi çocuklar ihtiyaç duydukları özel bakım ve ilaçlardan mahrum kalıyorlardı. Muhammed’in varlığı bize, bizim varlığımızın ona geldiğinden daha iyi geldi.

El-Mevasi’deki başka bir kampta, mesane rahatsızlığı olan 12 yaşındaki Yusuf ile tanıştım. Birçok çocuğa sorduğum gibi ona da çocukluğu hatırlatan basit bir soru sordum: “Okulda başarılı mısın?” Ancak Gazze’de okul artık bir hatıradan ibaret. Eğitim neredeyse iki yıldır askıya alınmış durumda. Yusuf şimdi diyalize ihtiyaç duyma ihtimaliyle karşı karşıya. Yusuf onun gibi hasta, aç ve unutulmuş binlerce çocuktan sadece biri.

10 Mayıs 2025’te el-Mevasi’deki bir kampı ziyaret ettim. Yaşlı bir kadın, Um Ahmed, nazikçe elimden tutarak beni “çadırına” götürdü. Çadır, boş un çuvallarından yapılmış, üç ailenin paylaştığı dayanıksız bir yapıydı. Vücudu titriyordu, sağlığı bozulmuştu, ama ruhu sıcaktı. Geleneksel Filistin nakışlı entarisini giymişti ve o anda, o gün gördüğüm en güzel şeydi. Hafif bir gülümsemeyle, “Seni görmek, herhangi bir yardımdan daha iyi” dedi. Sözleri, sağlayabileceğimiz herhangi bir yardımdan daha değerliydi.

Bir mülteci kampında gerçekleştirdiğimiz bir çalışma sırasında, otizmli küçük bir kızla, Fozia ile tanıştım. Çadırının önünde utangaç bir şekilde duruyordu, masum gözleri dile getirilemeyen sözlerle doluydu. Ona ne getirmemi istediğini sorduğumda, sadece “oyuncak ayı” istediğini söyledi. Oyuncak ayı getireceğime söz verdim. Arkadaşım Ahmed, hatıra olsun diye fotoğrafını çekmek istedi. Yıkımın ortasında küçük bir ışık huzmesi gibi görünüyordu, varlığı güzellik ve masumiyet yayıyordu. İki gün sonra o kamp bombalandı ve Fozia yok oldu. Onun için aldığım oyuncak ayı hâlâ bende. Sonraları evim bombalandığında onu enkazın altında tekrar buldum. Bugün, o oyuncak ayı sahip olduğum her şeyden daha fazla anlam taşıyor: Çalınan masumiyeti ve özel bakıma ihtiyaç duyarken bombalar ve açlıkla baş başa bırakılan çocukları hatırlatıyor.

2025 yılının Mayıs ortasında, 10 aile üyesine destek olan Ebu İyad ile tanıştığımız kampı tekrar ziyaret ettik. Sözleri basitti: “Allah’a şükür.” Ama harap olmuş çadırının durumuysa hikayenin aslını anlatıyordu. Çadırın içinde, çocukları, 8 yaşındaki İyad’ı, 6 yaşındaki Sujoud’u ve ablaları Gazel’i biraz keyiflendirmeye çalıştım. Anneleri Um Gazel, çocuklarını test etmek için küçük bir matematik oyunu oynamamızı önerdi. Biz de kabul ettik. Um Gazel kronik bir hastalık olan Tip 1 diyabetle yaşıyor, yani vücudu yeterli insülin üretemiyor ve günlük iğnelere ihtiyaç duyuyor. Onu bulduğumuzda, hastanelerde ciddi eksiklikler olduğu için dört günden fazladır insülin almadığını söyledi. Kendindense çocuklarının oyununa odaklanmak istedi. Oyuna başladık ve Gazel, kendi gibi çocukların okulları iki yıldır kapalı olmasına rağmen, hızlı zekası ve çarpım tablosu bilgisiyle bizi şaşırttı. Bir an için hepimiz güldük ve bu, Gazel adına küçük bir zafer gibiydi.

8 Eylül sabahı, babam için ilaç bulmak için dışarı çıktım. Ağır su kaplarını taşımak ve fizik tedavi görememekten dolayı boynundaki omurga kemiklerine baskı olduğundan, sürekli ağrı çekiyordu. Birçok eczaneyi aradım ama hiçbirinde bulamadım. Sonunda, hastanede çalışan bir yakınımı aradım ve bana yarım kutu ağrı kesici temin edeceğini söyledi. Hastaneye vardığımda yakınımı gördüm sonra da arkadaşımın odasına yönlendim.

Amerikan ve İsrail kuruluşları tarafından işletilen ölüm tuzakları olan sözde Gazze İnsani Yardım Vakfı’nın tesislerinden birine giderken bacağından ve omuzundan yaralanan arkadaşımı ziyaret etmeyi planlamıştım. İyileştiğinde giymesi için ona ayakkabı almıştım. Moralini düzeltmek umuduyla gülümseyerek odasına girdim. Onu liseden beri tanıyordum; okulun en iyi futbolcusuydu, sahada en büyük rakibimdi. Odaya girdiğimde şok oldum: bacağını kaybetmişti. Gerekli tıbbi müdahale yapılamadığı için bacağı kesilmişti.

Dingin bir güçle gülümsedi. Ama gerçekte ne hissettiğini biliyordum. 1956’da yayınlanan, merhum Filistinli romancı Gassan Kenefânî’nin, kuzenine bir çift ayakkabı getiren bir adamın, kuzeninin bacaklarının kesildiğini öğrenmesini anlatan öyküsünü hatırladım. O an, Kenefânî’ye ne yapmam gerektiğini, arkadaşımı nasıl teselli edebileceğimi, ya da en azından gözyaşlarımı nasıl tutabileceğimi sorabilmeyi istedim.

O gün hastaneden çıkıp sahile gittim. Her şey dayanılmaz derecede ağır gelirken, dalgaların sesi beni biraz rahatlatıyordu. Orada saatlerce oturdum; sahil boştu. Ay tutulmasının olduğu geceydi. Ay, tıpkı içimdeki hislerim gibi kan kırmızısıydı.

Savaş bizden çok fazla şey aldı; evlerimizi, sağlığımızı ve hatta hayallerimizi aldı. Yine de yazabildiğim ve hatırlayabildiğim sürece, bu hikayelerin unutulmayacağını biliyorum. Bazı geceler, bu hikayeler uyumama engel oluyor. Yardım etmenin yollarını arıyorum, ama çaresizlik kahredici.

 

 

 

HABERE YORUM KAT